Her şeyin bir miladı var. Her ne kadar 1700'lü yıllarda nadiren antikahraman ifadesine rastlanırsa da, gerçek anlamında kullanılmasında miladın Fyodor Dostoyevski'nin 1864'te yayımlanan "Yeraltından Notlar" eseri olduğu kabul edilir.
Dostoyevski'nin, "Ben hasta bir adamım," diye başlayan kitabının son bölümünde hem anlatıcı hem de başkişi olan "yeraltı adamı", anılarını yazdığı için hata yaptığını düşünür. Kendi hayatını nasıl mahvettiğini göstermenin hiçbir anlamının olmadığını vurgular ve itirafta bulunur:
"Bir roman kahramana ihtiyaç duyar; ancak burada kasıtlı olarak bir antikahramanın bütün özellikleri bir araya geldi ve bütün bunlar ilk bakışta hoş olmayan bir izlenim bırakacak."
Zaman zaman ters kahraman ya da karşıt kahraman şeklinde kullanımına da rastladığımız antikahraman, açıklanması güç bir kavram aslında. Birden fazla anlama gelebiliyor, hatta bazen zıt tanımları bir arada sunabiliyor. Kafa karıştırdı bu sözlerim değil mi? Açıklamaya çalışayım:
Antikahraman kesinlikle Düşman – Hasım (Antagonist) değildir.
Anlatının Başkişisidir (Protagonist) ama Kahramanın zıttıdır!
"Daha da karıştırdın kafamızı!" dediğinizi duyar gibi oluyorum şimdi!
Haklısınız aslında! En iyisi bazı temel yaklaşımları ortaya koymak...
Ne tür anlatı olursa olsun, başkişi çok nadiren normal bir insandır. Kimse oturup normal dediğimiz bir insanın yaşamını anlatan bir eser yaratmaz. Bize cazip gelen, normal gibi görünse bile mutlaka farklı bir yönü, bir özelliği, yeteneği olmasıdır. Olumlu ya da olumsuz! Bizden bir farkı yoksa neden okuyalım, seyredelim, dinleyelim ki! Kısaca ifade etmek gerekirse, her başkişinin mutlaka aykırı bir özelliği vardır. Evet, kahramanlardan başlanmıştır; ancak antikahramanlara ulaşacak yolun taşları da (çoğu zaman arıza bile denebilecek!) bu aykırılık sayesinde döşenmiştir.
Önceki yazıda belirttiğim gibi insan, tanrılar ve onların yarı tanrı çocuklarının efsaneleriyle başlamıştı anlatısına; süper güçlü, milli kahramanlarını destanlarla aktarmıştı; ardından halkın sevgilisi başkişileri masallara dökmüştü. Karanlık ortaçağı ardında bırakıp Rönesans'ın ve Reform'un sağladığı aydınlıklara ulaştığında ise, edebiyat denecek bir silsilede hikâyeyle, sonra da romanla, tiyatroyla, parallel sanat silsilesinde kahramanı doğal haliyle göstermek de dahil resimle, heykelle, seramikle, üçüncü bir silsilede de kilisenin boyunduruğundan kurtulan mimariyi kamunun ya da sivil halkın yapılarıyla ve elbette müziği de senfonilerle, konçertolarla, operayla, baleyle anlatır oldu.
Bu türlerin çoğunda kahramanlara yer veriyordu insanlık, ama bir yandan adı konmasa da antikahramanlar beliriyordu eserlerde. Zaten tarihte yok muydu ya da yakın zamanda olmayacak mıydı?
Yeni Ahit'te hikâyesi yer alan, Celile (günümüzde Kuzey İsrail toprakları) ve Perea (günümüzde Ürdün'ün) Kralı Herod'dan Vaftizci Yahya'nın kafasını isteyen üvey kızı Salome bir kadın antikahraman değildir de nedir? Ya hem Sezar'ı hem de Antonius'u baştan çıkaran kadim Mısır'ın son Kraliçesi ihtiraslı, azimli, intikamcı güzel Kleopatra'ya ne demeli?
Peki, tarih kitaplarında Konstantiniyye'yi fethederek ortaçağı kapatan, yeniçağı açan kişi olarak yer alan, ancak birer birer Anadolu'daki Türk Beyliklerinin hepsini yok eden Fatih Sultan Mehmet bir antikahraman değil midir? Bana sorarsanız en mükemmel örneklerinden biridir.
Farklı kişiler antikahramanı o kadar farklı şekillerde tanımlamışlardır ki, bu andığım kişilere antikahraman gömleğini uydurmak ya biri ya da diğeriyle mümkündür. Bakalım şu antikahraman tanımlamalarından bazılarına:
Listeyi uzatmaya gerek var mı?
Edebiyatı ele alırsak mesela, anlaşılan o ki, insanlığa yepyeni bir yön veren Sanayi Devrimi paralelinde yazarların anlatımlarında ideal olanı değil normal hayatı yansıtmaya yönelmesiyle, yani gerçekçiliğin gelişmesiyle, başkişi olarak yavaş yavaş antikahramanlar da ortaya çıkmaya başlamış.
Artık anlatılarda bunlar yer almaya başlamış...
20. yüzyıla gelindiğinde ise gerek kahramanlar gerek antikahramanlar kabuk değiştirmeye başlayacaktır. Çünkü ekonomik gelişmeler insanların taleplerini de değiştirecek, artıracak; aynı zamanda farklılaşarak değişen ve gelişen özgürlük anlayışı, insanları tepki göstermeye, itirazlarını dillendirmeye ve gerektiğinde başkaldırmaya yönlendirecektir. Küçük protesto gösterilerinden Rus Devrimine, atom bombasına, uzay yarışlarına kadar her şeyi görecektir 20. yüzyıl. İnsanlar haklarını talep etmektedir; toplum kurallarının cenderesinden kurtulmak isteyen, polis devletini protesto eden, savaş karşıtı bir kuşak doğmuştur; ardından gelen yeni kuşaklar bu tepkileri 21. yüzyıla taşıyacaktır.
Yolsuzluklarla, rüşvetle, suistimalle düzen gittikçe daha beter çürümekte; soygunların, cinayetlerin, kaybolan insanların sayısı delicesine artmakta, adalet yok edilmekte, insan hakları ayaklar altına alınmaktadır. Elbette sistem kaçınılmaz olarak sanatta (resim, heykel, yerleştirme, fotoğraf, sinema), edebiyatta (hikâye, roman, tiyatro, müzikal, bale, opera) yeni ve farklı kahramanların yanında antikahramanlar da doğuracaktır.
Temelinde buharın yattığı Birinci Sanayi Devrimi dönemi, yerini elektrikle İkinci Sanayi Devrimi dönemine bırakmış, o da bilgisayarın icadı ile dijitalleşmenin hakim olduğu Üçüncü Sanayi Devrimi dönemine evrilmişti. Şimdilerde ise, 3 Boyutlu Baskı (3D printing), Robotlaşma (Robotics), Dronlar (Drones), Yapay Zekâ (AI Artificial Intelligence) ve Artırılmış Gerçekçilik (AI – Augmented Reality) her geçen gün çılgıncasına gelişip yaşamımıza egemen olurken Dördüncü Sanayi Devrimi dönemine girmiş bulunuyoruz. Andığım tüm dönemlerde antikahramanlar da sosyal, siyasal ve teknolojik gelişmeler doğrultusunda doğuyor, gelişiyor, çoğalıyor ve hızlanıyor. Artık her alanda örnekleriyle antikahramanları ele alma zamanı geldi.
Merakınızı uyandırabildimse haftaya gene beklerim değerli okuyucularım...