Memleketin birçok yerinde çocukken anasından babasından dayak yiyen, sırası geldiğinde aile büyüklerinin buldukları kimseyle evlenmek, onların seçtikleri mesleği edinmek zorunda kalan vatandaşlarımız yaşamaktadır. Devleti yönetenlerin bir bölümünün özgeçmişi kendilerine böyle davranılmış olduğunu yansıtır. Baskıcı yöntemlerle büyütülen gençlerin çok oldukları yerlerde demokrasi kolay gelişmez ve bu şekilde yetiştirilenler demokrasiyi kolay özümseyemezler.
Bu ülkenin eylemcileri ile yaptığım söyleşilerden oluşan bir kitap yazdım; henüz yayımlanmadı. Eylemci dostlarımdan biri, babasının Güneydoğu Anadolu'da yaşadığı şehirden İstanbul’a neden, nasıl geldiğini anlatmıştı:
Büyükbabası, oğlunun ilk eşinden boşanmış bir kızla evlenmek istemesine karşı gelmiş, delikanlı buna rağmen o kızla evlenince onu evlatlıktan ret etmişti. Babasının isteğine karşı gelmeseydi geçinme sorunuyla karşılaşmayacak bu genç, İstanbul’a parasız, pulsuz gelmiş, Beyoğlu’nun arka sokaklarından birinde elektrikçi dükkânı açarak geçinmeye çalışmıştı.
Yıllar sonra yolda rastladığı bir hemşehrisinden babasının altı ay önce öldüğünü öğrenen genç adam, bir yakınının yolladığı fotoğraflar arasında babasının hasta yatağında çekilmiş bir resmini, bu resimde yatağın başucunda kendi fotoğrafının yer aldığını görmüştü. Demek ki dostumun büyükbabası, oğlunu aslında sevmediğinden değil, yaşadığı bölgenin örf ve geleneklerinden sıyrılamadığından reddetmişti.
Geçen hafta bir seminer için gitmiş olduğum Tokat’ta o kente her uğradığımda kebap yediğim lokantada yıllardır tanıdığım çok şişman bir garsonun zayıflamış olduğunu gördüm. “Mide ufaltıcı bir ameliyat geçirdim” dedi. “Keşke 55 yaşına kadar beklemeseydin, daha önce ameliyat olsaydın!” dediğimde “Babam müsaade etmiyordu.” diye cevap verdi.
Aile büyüklerinin baskısı altında büyüyen - daha doğrusu yaşayan - insanların sık rastlandıkları ülkelerde yapılmış çalışmalara göz attım; Arap gençlerinin ailelerinin ve öğretmenlerin baskıcı davranışlarından şikâyet etmediklerini, Mısırlı üniversite öğrencileri arasında, kadınların yüzde 64,4'ü ve erkeklerin yüzde 33,1'i ana ve babalarına “mutlak boyun eğmeyi” kabullendiklerini öğrendim.
Suudi kadın üniversite öğrencileri arasında yapılan bir çalışmada, örneklemin yüzde 67.5'i, hayatlarının çeşitli evrelerinde aile büyükleri tarafından fiziksel olarak cezalandırıldıklarını bildirmişlerdi. Bu öğrencilerin yüzde 65’inin bunu doğru buldukları saptanmıştı (Achoui, 2003).
Bu konuda anket yapmak, kesin bir orana ulaşmak güçtür ama Türkiye’de de, Yakın ve uzak Doğu ülkelerinin önemli bir bölümünde de çok sayıda çocuğa ve gence böyle bir baskının uygulandığı anlaşılıyor.
Oysa ailede ve okulda demokratik bir eğitim tarzı, çocukların kendi fikir ve tercihlerinin gelişmesine ve bunları belirtme imkânlarına sahip olmalarına yol açar. Analar, babalar ve öğretmenler, çocuklara kendileri ile ilgili konularda belli oranlarda karar verme özgürlüğü sağladıkları zaman çocukların önce arkadaşlarına sonra toplumda karşılaştıkları insanlara daha demokratça davrandıkları gözlemlenmiştir.
Bu şekilde yetiştirilenler, milletvekili, bakan vb. olunca, hatta daha üst makamlara gelince de vatandaşlarına karşı insanca ve saygılı davranırlar.
Çocuklara özerklik tanıyan ebeveynlerin çocukları, her istediğini yapan şımarıklar olarak büyümezler; çünkü her vatandaşın uyması gereken kuralları ve sınırları andıran ve nedeni çocuklara açıklanmış, akılla çelişmeyen kurallar onlar için de geçerlidir: Demokratik ana ve babalar, ceza yerine, çocukların elden geldiğince deneyim yoluyla öğrenmelerini sağlarlar. Özerklik en önemli içsel motivasyondur (=güdülenme). Ana ve babalarının psikolojik ya da fizik baskısı olmadan bağımsız hareket edebilen çocuklar, öğrenmeye içsel olarak daha fazla yatkın olurlar.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilmiş olan Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeyi Türkiye ve demokrasinin eksik olduğu birçok ülke imzalamıştır. Bu sözleşmeden henüz “Biz zaten çocuklarımızı çok sever, her türlü hak ve hukukunu gözetleriz” gibi gerekçeler ileri sürerek çıkmamış olduğumuza göre, sözleşme imzalamanın yetmediğini, ek önlemler alınması gerektiğini görüyoruz.
1923’te seçimlerden sonra daha demokratik bir düzen kurmanın sırası geldiğinde çocukların ve gençlerin baskıcı değil, demokratik bir terbiye ile büyütülmelerinin yurtta demokrasinin yaygınlaşması ve benimsenmesine önemli katkısı olacağı unutulmamalı ve kanunlara bu amaca yönelik maddeler eklemenin yanında, sadece annelerin, babaların ve öğretmenlerin değil, kamuoyunun da bu konunun önemini kavraması için ne yapılması gerektiği düşünülmelidir.
Selçuk Erez kimdir? Selçuk Erez lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde tamamladı. Daha sonra New York Columbia Üniversitesi Presbyterian Tıp Merkezi’nde kadın-doğum, Houston Baylor Üniversitesinde jinekolojik onkoloji eğitimi aldı. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde emekli profesör. Bilgi Üniversitesinde Yaratıcılık” dersini vermekte. 2014-2018 İstanbul Tabip Odası Başkanlığı görevini yürüttü. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Onur Üyesi. |