Son yirmi yılda önce Cumhuriyet’te, sonra T24'te yazmış olduğum yazılara baktım.
Neler buldum, neler?
“Her şey ondan sorulur” başlıklı bir yazı yazmışım:
”TV ekonomi kanalında sarışın spiker uzmana sordu:
- Tüketici fiyat endeksi (TÜFE) niçin hala açıklanmıyor?
- Beyfendiye sormuşlar, henüz yanıtlamamış.
- Nesini sormuşlar?
- Bu ayki TÜFE hesabına bamya fiyatlarının katılıp katılmayacağını. Yakında karar verecek.
- Doğumevi ne zaman açılacak?
Bebeklerin göbek kordonlarının kaç santim kesileceğini sordular: O yanıtlar yanıtlamaz.
- Ülkemizde böyle her şeyi bilen birinin olması ne iyi! Keşke Twitter'da kişisel sorularımızı da cevaplasaydı.
- Sen ne sorardın?
- Rüyamda hamamböceği görmenin iyi bir şey olup olmadığını. Sen?
- Ben de çocuğumu beyaz mı yoksa yeşil sabunla yıkamanın daha doğru olduğunu."
Birinin başlığı “Kim batırdı bu gemiyi?” imiş:
Irresitible, Ocean, Bouvet zırhlılarından bahsetmiyoruz. Biz onları, Çanakkale’de, kendi gemimiz, denizlerde ebediyete kadar yüzsün diye batırmıştık. Günün birinde pusula tanımazın biri gelip de kayalara bindirsin diye suya indirilmedi bu çapaları gümüşten, halatları ipekten, yelkenleri atlastan tekne.
Bak nasıl yana yattı, nasıl da su alıyor; sen hala nutuk atmaktan başka bir şey yapmıyorsun. Can simitleri nerede? Onları da mı sattın ?
Karada, madende, olmazsa suda boğulmak mı var fıtratımızda? Yolcuların seslerini duymuyor musun? Kime mi bağırıyorlar? Sana, sana! Şimdi senden medet umanlar sadece geminin sıçanları; yakında onlar da suya atlar, başlarının çaresine bakarlar.
Şimdi bizim o Ege Denizi’nde gün aşırı batan, batırılan, yolcuları sahillere cansız varan botlardakilerden ne farkımız var? Senin de bir lokma, bir hırka için, çocuklarına biraz daha iyi bir gelecek aramak için mayınlı yollar, dikenli teller aşmış ve kendilerini denize atmış o garibanları buralara yollayanlardan ne farkın var?
Bu gidiş hangi girdapta son bulacak? Karayı bulamaz, dibe varırsak? Boylarımızı aşan yosunlu kayalıkların arasında çocuklarıyla beraber Avrupa’ya doğru yürümekte olan Suriyelileri mi göreceğiz? Köprünün halatları koptuğunda kendisini sorumlu bilmiş, suya atlamış o haysiyetli Japon mühendisine mi rastlarız?
Cansız bedenlerimiz hangi sahile vuracak? Cenazelerimize gelip nutuk mu atacaksın ? Bu, yitimimizden bile kötü bir gelecek olur bizim için.
Bir yazı daha:
Roma imparatoru Gaius Aurelius Diocletinus Hırvatistanın köylerinden birinde doğmuş. Roma ordusunda yetişmiş, zamanla amansız bir imparator olmuş.Yönetiminin son yıllarında ekonomi sarsılmış, vergiler ağırlaştırılmış, vatandaşlar söylenmeye başlamış. O da yirmi yıla yakın hüküm sürrdükten sonra sıkılmış, köyüne dönmüş, meyve sebze yetiştirmeye başlamış. Yıllar sonra yönetime dönmesi istendiğinde “Gelip lahanlarımı görseniz neden kabul etmeyeceğimi anlarsınız”demiş.
Diktatörlük sıkıcı bir iştir.Yirmi yıl dayanan da var, on altı gün de..Örneklerin azlığı, sayılarının azlığından değil, çoğunun kazasız belasız emekli olamamasındandır. Fazla sıkıldığında emekliye ayrılabilen bir diktatörün yapacağı en iyi şey bahçıvanlıktır. Ancak bu aşamada yine önemli kararlar vermek zorunda kalacaktır:
- Patlıcan mı ekeyim, domates mi, lahana mı?
Lahana fena değildir, K, C ve B vitaminleri yanında Magnezyum, Kalsiyum ve Selenyum içerir ama istediğin anda koparıp yiyemezsin . Oysa patlıcanı, domatesi canın istediği zaman hatta tam olgunlaşmamış olsa bile yani ham ve kelekken bile toplayıp turşu kurabilirsin.
“Yalakanın günlüğü” başlıklısından:
Martın beşi:
Yalakalık kötü bir şey değildir. Yalananı pekiştirir, memleket uğrunda yapacağı çalışmalarda ona güç verir. Yalakanın sözleri manevi vitaminlerdir. Bu gerçeklere rağmen yalakalar aşağılanmakta, halk tarafından hor görülmektedirler. Anımsayın, 1999 seçimlerinde milletvekili adayı olan bir kardeşimiz, uçak kiralayıp Doğru Yol Partisi'nin Lideri Tansu Çiller’in yalısına havadan dikenleri ayıklanmış güller attığında adeta linç edilecekti. Bu bahtsız adam, “Gülleri yalakalık için atmadım, atraksiyon yaptım" demek zorunda kalmıştı.
Yeni Anayasa’da dalkavukluğun resmen tanınmasını ve yalakalığı kınamanın ağırlaştırılmış müebbedle cezalandırılmasını istemekteyim.
Martın altısı:
Bu gün hiçbir şey yapmadım. Sadece patates yedim ama patates yerken bile hep O Büyük Adam’ı düşündüm.
Son on beş yılda bunlara benzeyen şeyler yazmışım. Böyle şeyler yazdım, yazdım da ne oldu? Pek emin değilim ama yazarken çok, bazen bütün bir gün neşelendiğimi anımsıyorum. Ancak, bu kıvançlı günlerimin sonu gelmişe benzer: HDP ve birlIkte hareket ettiği partiler (EHP, EMEP, SMF, TİP ve TÖP) de Kılıçdaroğlu’nu desteklediklerini açıklayınca beni karalar bastı..
Artık ben neyi ve kimi tiye alacağım?