(YAŞLANDIK; ÇABUK OLSUN LÜTFEN.)
Kişisel olarak ortak yönleri var mıdır bilmiyorum. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, kaderleri vahim bir şekilde kesişen çok değerli üç insan.
İsimleri alfabetik sıraya göre yazdığım herhalde açık; çünkü benim için her biri eşsiz, kıymetleri de sıraya konamaz.
Birincisi, Ahmet Altan, AA, yazar ve gazeteci. "Sudaki İz" ve "Kılıç Yarası"nın tüm inceliklerine vakıf olamasam da ilgiyle okumuştum. (Şimdilerde, zayıfça bir ışığın aydınlattığı Silivri'deki hücresinde de boş durduğunu düşünemiyorum, sırada mutlaka sözcükler, satırlar, kitap- defter dolusu cümleler, yazılar vardır.) Yayımlanmış kitapları ise şöyle:
İkincisi, Can Dündar, CD, araştırmacı gazeteci, televizyoncu ve Türkiye'deki unutulmaz vukuatlar, olaylar hakkında yaptığı belgesel filmler ile birlikte toplumun tarihindeki kayda değer yapı-taşları bağlamındaki gazeteciliği ile tanınıyor. Yazıları var, kitapları var; sayıları çok kabarık; burada sadece bir kaç belgeselinin ismini veriyorum:
Üçüncüsü, Osman Kavala, OK, ise, yazarları, sanatçıları, insan haklarını maddi-manevi destekleyen bir insan.
Ortaçağda sanatsal etkinliklere maddi/manevi destek veren kişilere sanat ve sanatçıların hamisi ("patron of the arts"-) derlermiş. Ama OK'nın alanı daha da geniş. Sinemacıları da destekliyor, insan hakları savunucularını da. Ressamlara da destek veriyor, her hangi bir konuda sergi yapmak isteyenlere de kapısı açık.
Aileden kalan mirasını ormanları/ağaçları kesip, maden için köyleri, dağları kazıp doğal ve insan hayatını mahvetmek, termik santral yaparak canlıların nefes almasını imkansız kılıp büyük paralar kazanmak, depremde bir puf ile sönecek yüksek binalar dikerek, bir koyup bin almak yerine sanatlara, -resim, heykel, sinema, tiyatro, sergi- (aklınıza ne gelirse), sanatçılara, bilim insanlarına ve insan hakları projelerine, ayakta kalmaları, amaçlarını gerçekleştirmeleri için maddi ve manevi destek vererek hem insanlığı mutlu edecek, hem de sanatçıların hayatı sürdürmesini mümkün kılacak yaratıcı işler yapmalarına destek olan bir kişi.
Kaderleri niye - nasıl kesişti sorusunun yanıtı ise çok daha zor. Çünkü yaratıcılık ve mutlulukta, yazı veya çizide, yaratma veya destek olmada bir benzerlik bir, kesişme değil - bir zehir kahvedeki kader.
Ahmet Altan, 3 Kasım, bugün, itibariyle 1494 gündür tutuklu. 1950 doğumlu imiş.
Ömrünün geri kalan kısmını da cezaevinde geçireceğini düşünüyor. Ama oradan bir yerlere yazmaya devam ediyormuş diye işittim veya okudum. (Onunla ilgili olarak en sevindiğim şeylerden biri bu.)
Halen İstanbul dışındaki Silivri cezaevinde. Ailesi, avukatı ve üç arkadaşı haricinde kimseyi göremiyor (yasak). Yazdığı her cümle cezaevi tarafından denetleniyor ve "gerekirse" sansürleniyor.
2016 Temmuz ayındaki başarısız darbe teşebbüsü sonrası, 23 Eylül 2016 günü tutuklandı. Arada mahkemelerin, aklımın ermediği tuhaf kararları sonucu, bir gün dışarı çıkıp ertesi gün tekrar tutuklanması dışında, o gün bugündür Silivri'de hapis. Onun için sanırım, 1138+356 gündür tutuklu.
Ama kapatılma durumu ilk değil Altan için. Ülkedeki Kürt ve Ermeni ve diğer "milliyetçi" tabulara dokunması nedeniyle, 1995'te babası Çetin Altan'ın da yazmış olduğu gazete, Milliyet'ten ayrılmak zorunda kaldı. Dilden dile dolaşıp, yasaklansa da destan olan "Atakürt" makalesi için, Devlet Güvenlik Mahkemesi, onu 20 ay hapse mahkûm etmişti. Şimdilerde de makale ve yazıları için hakkında açılmış 100'ü aşkın dava var.
2007'de Taraf gazetesini kurdu ama sonraki yıllarda Genel Yayın Yönetmeliği'ni bir başka çok değerli gazeteci ve şimdilerde P24 Bağımsız Gazeteciler Platformu'nun kurucu üyelerinden Yasemin Çongar'a bırakarak, Taraf'ta kendi köşesinde yazmaya devam etti. 2012 Aralık ayında gazeteden istifa etti.
Önceleri AKP'yi desteklerken, hükümetin değişen ve sertleşen politikaları karşısında eleştirel bir tutum aldı. 2016'daki hükümete karşı yapılan başarısız darbe sonunda, 23 Eylül 2016'da, duruşma gününü beklerken cezaevine kondu.
En önemli yazılarının gazete makaleleri olduğu sık sık vurgulanıyor. Yazılarında ülkedeki tabuları yıkması da (Ermeniler, Kürtler, milliyetçilik) bugünkü cezaevi konumuyla ödediği en büyük bedel.)
Can Dündar'ın, İstanbul Adalet Sarayı önünde kendi davasını beklerken öldürülmesine ramak kalmıştı. Durumu fark eden eşi Dilek Dündar saldırganı farkedip yakalayarak cinayeti engelledi. Can hayatını kurtarmak için yurtdışına kaçmak zorunda kaldı. Tam ne zaman gittiği bilinmiyor ama 2017 yılının başından beri yurt dışında olduğunu okudum bir yerlerde.
1961 doğumlu, araştırmacı bir gazeteci, televizyoncu ve belgesel film yapımcısı.
Eşi birkaç yıl Ankara'da, onun yanına gitmek için bekledi, ama ona da yurtdışı yasağı kondu; gerekli izni alamadı. Sonunda, o da, kaçak olarak Can'ın yanına yol aldı. İki ay kadar önce, Türkiye'ye dönmeyişinin cezası olarak Can ve Dilek Dündar'ın Ankara ve yazlıktaki toplam iki evine el konmuş.
Türkiye’nin güzellik kraliçelerini anlatan "Cumhuriyet’in Kraliçeleri" dizisini ve Atatürk’ün son 300 günün anlatan "Sarı Zeybek" belgesellerini hazırladı. 1994-1995 yıllarında Türkiye tarihinin az tanınan kahramanlarının öykülerini anlatan ‘Gölgedekiler’ adlı belgesel serisini hazırladı. 1996-1998yıllarında "40 dakika" isimli belgesel-haber programını hazırlayıp sundu. Hepsi bu kadar değil, ama öğrenmek isteyen tümünü internette bulabilir.
Köşe yazarlığı 1994'te Aktüel’de başladı; aynı yıl Yeni Yüzyıl gazetesinde günlük köşe yazıları devam etti. Daha sonra Birgün, Sabah, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Bir kısa dönem Cumhuriyet'in Genel Yayın Yönetmeni idi.
İktidardaki AKP hükümetinin pek hoşlanmadığı bilgileri, araştırmacı gazetecilik yaparak ortaya koyduğu için yakın zamanlarda Türkiye'ye dönmesi mümkün görünmüyor. Öyleki haberin ne, bilgilerin hangi bağlamda olduğunu ben burada yazmaya cesaret edemiyorum! Birileri, bulunduğu yerde kurşun geçirmez giysi ile yaşadığını söylemişti. Ona da şaşmıyoruz artık. (Ve, hiç olmazsa, hayatta olduğu için sevinebiliyoruz. Şimdi sevinçlerimiz işte bu varlık/yokluk sınırında.)
1957 doğumlu Osman Kavala 2002 yılında kurduğu Anadolu Kültür ile birlikte, Türkiye ve Almanya gibi çok sayıda Türkiyeli'nin yaşadığı iki ülkede sergi, tiyatro, sinema, resim, fotograf, mimari gibi aklınıza gelebilecek tüm sanat ve sanatçıları imkanları ölçüsünde destekleyen biri. Zaman içinde desteğini kurumsal yapılar ile güçlendirmiş.
Yurt dışında ekonomi eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye'ye dönüşte ilk yaptığı iş (benim bilebildiğim kadar) Türkçe ve diğer dillerde roman ve ve bilimsel yayınları ile Birikim ve Yeni Gündem dergilerini yayımlayan İletişim Yayınları'nı kurmak olmuştu. Yıl 1983.
Cumhuriyet gazetesinde çalıştığım 1980'lerin ikinci yarısında, iş sonrası, oraya sık sık uğrar, İskender'den Ertuğrul'a, Paşaoğlu'ndan Nihat'a, Belge'den Asuman ve Fatih'e diğer tüm hoş insanlarla konuşur bilgilenir, zenginleşirdim. (Kimi unuttum acaba? Bir de offfff hayat: Fatih, Nihat ve İskender artık yaşamıyor.)
Hatta bir dönem hepimizin editörü, epey çılgın, cumaları T24'e yazan "anarkomarksist" (kendi için kullandığı bir deyimidir!) Tuğrul Eryılmaz da, orada, İletişim bünyesi içinde, Nokta'ya benzer, Yeni Gündem haber dergisini çıkarmaya başlıyordu. (Yeni Gündem de önceleri sadece düşünsel ve diğer dağınık yazıları yayımlanırken, Tuğrul işin başına gelince bir haber dergisine dönüşmüştü.)
Osman Kavala 2020de Uluslararası Hrant Dink Ödülü'nü alan iki kişiden biri. Ödül'ün bu yılki diğer sahibi ise Mısır'da kadına yönelik cinsel şiddetin ve kadın hakları ihlallerinin görünür kılınması için mücadele eden, Mozn Hassan idi.
Osman Kavala 3 yılı aşkın bir süredir, 2020de bir ara dışarıya bir "cebo" demesi için çıkarılıp Silivri otoparkından tekrar içeri alınmıştı; Ahmet Altan'a yapıldığı gibi.
Kurucusunun yokluğuna rağmen, Anadolu Kültür'ün çalışmalarını, Boğaziçi Üniversitesi'nden doktoralı Asena Günal'ın yönetiminde, diğer çok hoş insanlar sürdürüyor..
OK, 19 Ekim 2017 günü uçakla Antep'ten İstanbul Atatürk Havalimanı'na döndüğünde gözaltına alındı. 3.5 yıldır, o, Silivri 'nin "misafiri" olalı beri, Anadolu Kültür'ün yaptığı tüm işleri saymıyorum; sadece en son ve sürmekte olanları yazdım:
- Ermenistan-Türkiye Normalleşme Süreci Destek Programı
- Diyarbakır Hafızası (sürekli sergiler dizisi; devam ediyor):
1) Kendi Mimari Çizgisini Yaratan Kent Sergisi (çevrimiçi olarak sürekli yayında)2) Diyarbekirlilik'te kesişen adetler, tatlar, sesler, dokular
- Satranç, Saklambaç ve İnat: Zor Zamanlarda Sivil Toplum, Mart 2020 (Kitap: Özlem Kaya ve Pınar Öğünç)
- Adalet Atlası (her hafta yeni bir bölüm ekleniyor. Spotify ve Apple podcastleri mevcut)
1) Adalet Atlasına Hoş Geldiniz!2) Hukuk Adaletin Neresine Denk Düşer? (Nazile Kalaycı, Ertuğrul Uzun)3) Adil Olana Nasıl Karar Veriyoruz? (Ozan Erözden, Melek Göregenli, Hazal Özvarış)4) İnsan Sonrası Adalet: Mahkemelerde Hayvanları Neden, Nasıl Yargıladık?
(Cansu Muratoğlu, Emre Koyuncu ve Merve Şen)
Canlardan üç canımızdan ikisi içeride, birisi dışarıda "hapis", bizlerde başka türlü bir tür dışarıda, kavuşmayı bekliyoruz.
Geçen haftaki "Devrimcilik ve Aşk" : Veli Yılmaz yazısına ek notlar, sevgilisi ve eşi Neyyire Özkan'dan geldi.