Finlandiya eğitim sistemi hakkında bir yazı okumuştum. Geçen hafta "okul kapıları açılmasın" diye çağrı yaparken bir T24 okurumuzun yolladığı mektup, beni ciddi tasalandırdı; daha fazla araştırma ve bir yazı daha gerektirdi. Çok önemli sorular soruyordu Taner Büyükarman bey. Bende hazır cevap yok, yine internet sitelerini karıştırmaya başladım.
Son okuduğum Covid - 19 haberlerine göre 294 bin nüfuslu Çorum'da sadece son iki cumartesi - pazar günlerinde Covid - 19'dan 15 kişi ölmüş (oralılar, gerçek sayının daha yüksek olduğunu söylüyor).
ABD'de, okullar açıldıktan sonra 6 öğretmen hastalanırken, Florida eyaletinde 10 bin 500 öğrencide virüs tespit edilmiş. Ama en vahim durumda olan belki New York şehri. Pandeminin başlangıcından beri 210 öğretmen müteveffa olmuş. Hindistan'da ise 11 Eylül'de son 24 saat içinde 96 bin 551 kişi Covid - 19 olmuş. (Daily Maverick, 11 Eylül 2020).
İnsanı çıldırtacak sayılar.
Okulların açılması için diretenler azınlıkta değil sanki. Mikrobiyolog Prof. Selim Badur, dün sabah radyoda, Fransa'dan rakamlar, araştırma sonuçları ve fikirler aktararak okulların açılması gerektiğini ifade etti sanki (ya da ben öyle anladım). Hiç olmazsa Fransa'da ağır basan eğilim bu yönde imiş.
Okulların açılmasını isteyen hükümetler de var; İspanya hükümeti mesela... (WSWS, 11 Eylül 2011)
Birleşmiş Milletlerin Ağustos 2020 raporunda da, virüsün yayılması engellenip gerekli değişiklik, teçhizat hazırlanıp, tertibat alınıp yapıldıktan, insanların güvenliği sağlandıktan sonra... Ve en başta sağlıkçı ve sonra tüm ilgili tarafların görüşü işitildikten sonra okulların açılması öneriliyor. (Policy Brief: Education During Covid - 19 and Beyond, August 2020)
Öğretmen olmak için eğitilmedim. Dolayısı ile ilk ve orta dereceli okullarda öğretim nasıl olmalıdır konusunda kimseye akıl verecek durumda değilim. Üniversitede hem araştırma - yazı, hem de hocalık için hazırlanan tüm doktora adayları gibi, okuduğum, çalıştığım konuların (ki bunlar da zaman içinde değişti ve gelişti: sosyal psikoloji, sosyoloji, antropoloji) öğretim ve araştırma asistanlığını yaparak işe başladım.
Şimdi kapılarını açmadan nasıl öğrenim yapılır, öğretmenler, öğrencilere nasıl, ne gibi dersler verebilir diye düşünürken okurumuz Taner Büyükarman'ın yazdığı mektup üzerine, konuyu biraz daha araştırmam gerekti. Her ana - babanın olabileceği gibi Büyükarman haklı olarak çok endişeliydi. Şöyle yazmıştı e-postama:
"Ben bir babayım, on beş yaşında bir kızım var ve pandemi nedeniyle yaklaşık altı aydır odasından çıkmıyor, çoğunlukla tavana bakıyor, kâh cep telefonu ile WhatsApp'ta yazışıyor, kâh Netflix'te dizi izliyor. Online eğitim başladı da hiç olmazsa uzaktan da olsa anlamlı bir şeyler yapar, başlayıp da yarıda bıraktığı romanlarını okur oldu.
Elbet haklı olduğunuz hususlar var; ancak ya pandemi dönemi sanılandan daha uzun sürerse? İki ya da üç yıl boyunca çocuklarımızı yüz yüze eğitimden, daha da önemlisi arkadaşlarından uzak mı tutacağız?
Haklısınız, bir şeyler yapmak istiyor ama ebeveynler olarak ne yapacağımızı tam olarak kestiremiyoruz. Kendi adıma söylemem gerekirse sadece üzülebiliyorum. Şu ergen gençleri odalarından çıkaracak ve birbirleriyle yüz yüze iletişim, etkileşim haline getirecek sosyal alanlara, mekan ve etkinliklere ihtiyaç var.
Siz şimdi bu çocuklar en az bir sene daha odalarında mı otursunlar diyorsunuz? Sonra?.. Beş sene, on sene sonra nasıl bir nesille karşılaşırız sizce?"
Haklıydı Taner bey, hem de haksızdı. Çünkü gençlerin sürekli evde oturmalarını (sonra da depresyona girmelerini) kim isteyebilir ki? Asla! Kendisine yazdığım yanıtta kızının hocaları ile konuşmasını, onlarla birlikte, açık havada, sokakta, parkta, dağ ve bayırda nasıl öğrenim/eğitim yapılabileceğini düşünmelerini önerdim.
Sonra, Birleşmiş Milletler sitesine tekrar baktım: Az önce bahsettiğim ve Ağustos 2020'de yayımlanan raporda, BM, genel durumun vahametini özetleyerek işe başlamıştı.
Covid - 19, bütün kıtalardaki 190 ülkede 1.6 milyar öğrencinin hayatını etkilemiş. Az ve düşük - orta gelirli ülkelerde öğrencilerin yüzde 99'u, dünya öğrencinin nüfusunun da yüzde 94'ü okulların ve diğer eğitim mekanların kapanmasından etkilenmiş, mevcut eşitsizlikler daha da artmış. Önümüzdeki yıl bu sayılara 23.8 milyon ilk, orta, lise öğrencisinin daha eklenmesi beklenebilirmiş. Eğitimin bu şekilde akamete uğraması, kaçınılmaz olarak eğitim dışındaki sektörleri de etkileyecekmiş BM'ye göre. Ayrıca, vergi ödemeleri zorlaştıkça, hükümetlerin, eğitim sektörüne yatırımı da da azalabilir endişesini taşıyor BM.
Öte yandan, aynı rapora göre, kriz, öğrenim ve eğitim sektöründe müthiş yenilikler yaratmış: Öğretmenlerin kıymeti, öneminin anlaşılması, sürekli eğitilmeleri gereği ve mesafeli öğretim.
Yine rapordan özetleyecek olursam: Ağustos sonlarına doğru, halen 100 ülke, okulları ne zaman ve nasıl açacağını bildirmemiş. Tüm bunlara rağmen BM öğrenim ve eğitimin temel bir insan hakkı olduğunu ve acil eylem gerektirdiğini vurguluyor.
BM, adil, eşit, barışçıl toplumlar için eğitimin şart olduğunu, bunlar olmadığında üretken toplumların da var olamayacağına vurgu yapıyor ve her halükârda öğrencilerin öğrenmeye devam etmesi için hükümetlerin finans sektörüne yatırımı arttırması, eğitim - öğretim yöntemlerinin değişmesini desteklemesi, eğitimde eşitliği, sürdürebilirliği ve eğitimin tümünü yeniden hayal edip geliştirmeyi ve değiştirmeyi öneriyor .
On beş yaşlarında oğlu olan arkadaşım, genç bir anneden, Türkiye'de okulların açılması konusunda ne düşündüğünü ve neler yapılabileceği konusunda fikir almak istedim. O da benim gibi okulları fiziki olarak "açılmadan açılmasını" destekliyordu. Uzaklardan şunları önerdi:
* Biyoloji / fen dersleri için: Tüm virüsler ve başımızın belası SARS-CoV-2 üzerinde araştırma yapmak, yazmak, konuşmak resimlerini çizmek. (Harika fikir bence!)
* Fen/biyoloji dersi icin evde çicek/bitki yetiştirmeleri ve çoğaltmaları ve sürece ilişkin gözlemlerini yazmaları. Aynı şey evde yaşayabilen/yaşayan hayvanlar için de yapılabilir.
* Prof. Ali Nesin'den bilgi, fikir ve esin alarak öğrencileri internet üzerinden matematik ile uğraştırmak.
* www.mathisfun.com gibi sayfalardan çocuklara egzersiz, bulmaca ve oyunlar oynatmak.
* Yaşadıkları yerlerdeki 60 yaş üzeri insanlarla konuşup yaşadıkları yeri, tarihi, coğrafyayı ve tanıdıkları insanları anlattırmak (farklı yaşlar da olabilir belki ama sözlü tarih çok önemli ve çok değerli bir öğrenme öğrenme biçimi. Bazı ödevler sonradan bir araya getirilip kitap da yapılabilir.)
* Şu anda işsiz kalan turist rehberlerini okulların bünyesinde görevlendirip öğretmen ve öğrencileri gezdirmesi; doğayı, tarihi ve şehri anlatarak aynı zaman asgari geçimini sağlaması.
* Bu arada online eğitim yüzünden pek çok özel okul öğretmeni de işten çıkarılmış. Onlardan da destek alınıp asgari geçimleri sağlanabilir.
* Resim/sanat dersleri için evdeki malzemelerle kolaj yaptırmak, mesela empresyonizm veya kübizm vb gibi çeşitli akımlara, çocukların kolaj ile örnekler yapmaları gibi ödevler vermek.
* Internetteki müze ve sergileri gezip onlar hakkında yazı yazmak.
* Yaşadıkları yerlerdeki resim, arkeoloji, tarih müzelerini gezmek.
* Yaşadıkları yerlerdeki tarihi binaları, önemli coğrafi, hatta biyolojik, arkeolojik mekanları gezip tarihlerini öğrenmek, araştırıp gözlemlerini yazdırmak.
* Yabancı dil derslerinde Youtube’dan, o dillerde müzik dinleme ve film seyretme ödevleri verip, online derslerde bunları çevirmelerini istemek, haklarında konuşmak ve evde yazı yazdırmak.
* İlk defa yeni bir dil öğrenecek çocuklar icin Youtube’dan seviyelerine uygun basit film/çizgi film seyretmeleri için listeler hazırlamak.
* Spor derslerinde cocukların evde veya açık havada spor hareketleri yapıp videolarını çekip okulun açacağı bir blogda paylaşılması. Ama tabii her çocuk, mesela minimum, 30 - 35 dk spor videosu çekecek, ama oku , birkaç dakikasını yayınlayacak.
Genç arkadaşımın önerilerinin ardından Finlandiya'da okula gitmek nasıl bir şey diye araştırmaya başladım.
Finlandiya okul sistemindeki en büyük değişiklik 1960 - 1970 yılları arasında, Finlandiya zirai bir toplumdan refah toplumuna geçerken yapılmış. Aynı zamanda öğretmen eğitimi de büyük değişiklik geçirmiş. "Kapsamlı okul reformu" altında, okul idarecilerinden, maaşlara, ders programlarından, kaç saat ders yapılacağı, kullanılacak ders kitaplarına kadar her şey yeniden gözden geçirilmiş. Aynı dönemde yetişkin eğitimi, öğretmen eğitimi ve tüm yüksek öğretim yeniden gözden geçirilerek düzenlenmiş.
Öğrendiklerimden bana en önemli gelenleri sıralıyorum. Veliler okullara hiç para ödenmiyor. Çocuklar 7 yaşında okula başlıyor ve 16 yaşına kadar merkezi bir imtihana girmiyor. Yetenek ve zekaları ne olursa olsun, çocukların hepsi aynı sınıfta eğitim görüyor (önyargıları ve çeşitli ırkçılıkları önlemek için harika bir yöntem!). Okula ilk adım attıkları gün çocuklar aynı anda lisan öğrenmeye başlıyor. İsveçce ikinci resmi dil sayılıyor ve her çocuk öğrenmek zorunda. 9 yaşında ikinci (üçüncü) bir dil öğrenmeleri gerekiyor ve çoğu İngilizceyi seçiyor. 11 yaşında 3'üncü (4'üncü) dil, 13 yaşında da 4'üncü (5'inci) bir dil öğreniyorlar. Üniversite imtihanına girerken iki dilde imtihan vermek zorundalar.
Finlandiya eğitiminde bana ilginç gelen ve istense örnek alınabilecek ve bizden farklı olan diğer ilke ve anlayışlar, öğrenebildiğim kadarıyla şöyle:
1. İlk altı yıl çocukların zekası ve bilgisi hiçbir şekilde ölçülmüyor.
2. Öğrencilerin yüzde 93'ü liseyi bitiriyor.
3. Öğrencilerin yaklaşık yüzde 66'sı üniversiteye gidiyor.
4. Öğrenci 16 yaşına geldiğinde meslek okuluna mı, üniversiteye mi gideceğine karar veriyor. Ortalama yüzde 43'ü meslek okullarına devam ediyor.
5. Öğretmenler, günde sadece 4 saat sınıfta ders veriyor. Her öğretmen kendi profesyonel gelişimi için de haftada en az 2 saat ayırmak zorunda.
6. Bütün öğretmenlerin asgari bir tane yüksek lisans derecesi olması gerekiyor, bunun ücretini de devlet ödemeye yardım ediyor.
7. Ulusal ders programı çok genel; her hoca bunu istediği gibi geliştirip, içeriğini doldurabiliyor.
8. Öğretmenler, mezun olanların en iyi yüzde onu arasından seçiliyor ve toplumdaki genel statüleri de doktor ve avukatlar ile aynı düzeyde.
Yorumum: Daha mutlu çocuklar ve daha mutlu öğretmenler. Bence, darısı başımıza!