Bir yandan bir 12 Eylül aşkını izliyoruz, öte tarafta, 1970'lerdeki gençlerin çok zorlu ve ağır siyasi mücadelesini.
Veli Yılmaz, bir devrimcinin biyografisi olarak sunulan ama 1970'lerdeki çok renkli, birbirinden epey farklı sol hareketleri de, hatta Veli Yılmaz'ın doğum yeri Giresun - Şebinkarahisar'ı da sol ortam açısından yakından izleyen kitap, Veli Yılmaz'ın yeğeni, akademisyen tarihçi, Eray Yılmaz tarafından yazılmış. Ama Yılmaz'ın gazeteci eşi, Neyyire de -ki, az buz titiz değildir- kitabın yazılışını çok yakından izlemiş, düzeltme ve ekler yapmış.
Neyyire Özkan'ın haftalar önce bana hediye ettiği iki kitabı da nihayet okudum. Önce kızları, o güzel isimli, hoş kadın, yazar Hazal Yılmaz'ın Anlam Arama'sını (Kara Karga Y.). Ardından Veli Yılmaz (1950 - 1993) Devrimci Gazeteci'yi (İletişim Y.). Unutmadan hemen yazayım Hazal'ın bugünlerde yepyeni bir kitabı çıktı: Görülmemiş Mektuplar (Kara Karga Y.).
Veli Yılmaz da devrimci gazeteciliğinin yanısıra, aynı zamanda bir yazar. Kısacık ömrünün, zorlu günlerine yazmayı sığdırdığı beş kitap şöyle:
Terör Hukuku, Avrupa Birliği, Demokrasi, Tüm Zamanlar Y., 1993
Emirle Gelen İdam Kararı: Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Tüm Zamanlar, 1992
Helsinki Demokrasisi ve İnsan Hakları, Tüm Zamanlar, 1992
Eylül Hukuku ve Basın Özgürlüğü, Belge Y., 1990
Düşünce Suçu/Bir Engizisyon Hukuku Kavramı, Belge Y., 1989 (O. Taş ve M. Yıldırımtürk ile beraber)
Kitapta en az Veli Yılmaz kadar, hatta bence ondan da çok, Türkiye solu, özellikle de genç solcu, devrimci olmanın bedelinin ne kadar ağır olduğuna tanıklık ediliyor. Veli Yılmaz, evet bir devrimci ama eline silah almamış, bir yerde gerillalık yapmamış, kimsenin, hiçbir şeyin saldırgan militan olmamış, sade bir gazeteci. Üç silahı var: kitap, kalem ve daktilo. Sürekli okuyor, özellikle tarihi ve siyasi kitapları ve sürekli yazıyor. Haber yazıyor, makale yazıyor, gazeteyi biçimlendiriyor, yaniden yazıyor. Kitap yazıyor, Neyyire'ye mektup yazıyor, Hazal'a mektup yazıyor, belki kardeşi Firdevs'e de yazıyor...
Devrimci bir gençlik örgütünün üyesi ve THKO'da gazeteci. Tek yaptığı masa başında oturup yazı yazmak, haber toplamak, yeniden yazmak ve ayrıca gazeteye makaleler yazmak. Bazen de THKO'nun gazetesi, Halkın Kurtuluşu'nun tümünü yazmak. Bunun için ödediği bedel, gerçekten inanması zor, 748 yıl hapis cezası... Yazı yazdığı için, 12 Eylül 1980 "adaleti"nin Veli - Neyyire - Hazal'a ödettiği bedel.
Harika bir kitap diyemeyeceğim. Niye? Çünkü ben, Veli Yılmaz'ı insan olarak daha çok tanımak isterdim! Çünkü, her ne kadar kitabın ismi Veli Yılmaz ise de neredeyse -farkındayım çok kişisel bir yorum- en az onun kadar 1970'lerin Türkiye'sindeki çok çeşitli ve özellikle de gençlerin siyasi örgütlerinin düşünce ve anlayışlarını ve ülkedeki serüvenlerini izlemiş. Bu açıdan epey yoğun bilgi veren ve önemli bir kitap. Keşke bir insan olarak Veli Yılmaz'ı biraz daha çok anlatsaydı.
Veli Yılmaz, Sivas'tan idari olarak ayrılıp Giresun'a bağlanan Şebinkarahisar Ovacık'ta "suyu kıt, taşı-tarlası çok, sebze - meyve yetişmeyen bir Alevi köyünde" doğmuş. Doğum tarihinin nüfus cüzdanına 1953 olarak yazıldığını ama 1950 doğumlu olduğunu okuyoruz. Alevi olması ve dedesi dışında, aile hakkında, epey az bilgi verilmiş.
Büyükbabası ve büyükannesinin onu büyüttüğünü öğreniyoruz; Dedesi Şükrü, İstiklal Madalyası sahibi. Savaştan döndükten sonra bir - iki tarla satın almış, celeplik yapmış, ardından bir kıraathane, ve son olarak da bir bakkal açmış. Epey cömert biri olduğu anlaşıyor. Çocukların okul yaşı gelince Şükrü dede, hanımı Fatma, Veli ve kızkardeşi Firdevs, kışları Şebinkarahisar merkeze taşınmış, yazları ise Ovacık'ta köyde yaşamışlar.
Veli Yılmaz'ın kızkardeşi Firdevs hakkında da iki resim dışında bilgi yok. Dedenin, Veli için cömertçe aldığı kitap, defter, kalemleri ve zamanla bakkalın kasasını da Veli'ye bıraktığını öğreniyoruz. Veli Yılmaz, çok, çok çalışkan ve çok okuyan bir öğrenci.
Büyük kente gelmeden, daha lise yıllarında, yaşadığı Şebinkarahisar ve Ovacık köyünden, hemen tüm sol akımları yakından izliyor, çıkan yayınların tümünü, ne bulursa okuyor. Yoksa getirtiyor, politize oluyor. Zaten o yıllarda Şebinkarahisar da epey politize. Hatta 1969 yılı haziran ayında, ırkçı-milliyetçiler ile solcular arasındaki mücadele bir cinayete yol açıyor.
1970'te üniversite için İstanbul'a taşınırken, kitaplarını, tahta bavullar içinde akrabalarına emanet bırakıyor ama 12 Mart 1971 darbesinde baskın korkusundan bir kısmı yakılıyor, diğerleri ahırda saklanırken kısmen farelere "yem oluyor".
Veli Yılmaz, Hacettepe Tıp, Çapa Tıp ve İTÜ Mühendislik'i kazanıyor. "Kan beni tutuyor" diyerek tıp bir kenara itiliyor. İTÜ'yü ve çok işçinin ağır şartlarda çalışması nedeniyle Maden Fakültesi'ni seçiyor. Ama yarım dönem öğrencilikten sonra kendini yükselen sol gençlik hareketleri, önce Dev - Genç, ardından THKO'da (Türkiye Halkın Kurtuluş Ordusu) buluyor.
1970'lerde Halkın Kurtuluşu gazetesinde çalışıyor ve bir dönem haber toplama, yazarlık, editörlük, müdürlük dahil, gazetenin tüm yazılarını yazıyor, tüm işlerini tek başına yapıyor. Zaten Veli Yılmaz'ı tanıyanlar da onu "hep masa başında" bulduklarını söylüyor. Kolay değil, geceni gündüzüne katıp, sabaha gazeteyi yetiştirmeye çalıştığın bir yaşam.
Neyyire, Yılmaz aşkı (Neyyire ondan hep Yılmaz olarak bahseder) işte bu gazetede, 1979 yılında başlıyor. 18 Nisan 1980'de de evleniyorlar. Zaten şiddetli olan Türkiye politik ortamının iyice kızışması ile tüm solcu gençlere karşı müthiş bir "av" başlıyor; aynı zamanda, sağcı ve solcu gruplar birbirleri ile çarpışıyor.
1973 Ağustos'unda aynen Şili'de, Başkan Salvador Allende'nin öldürüldüğü darbe ve öncesi ortamında olduğu gibi, ABD CIA'sının Türkiye'de bu atmosfere de önemli katkıda bulunduğu söylenir. Hatta o zaman ABD Dış İleri Bakanı, Henry Kissinger'ın Şili de çalışan CIA yetkililerine, "Öyle yapın ki Şili ekonomisi çığlıklar atsın" diye talimat verdiği çeşitli yerlerde okumuştum vaktiyle.
Askeri darbe öncesi ve sonrasında, eline silah almış ya da Yılmaz gibi tek bir silaha dokunmamış olsun, yakalanan bütün siyasiler ve siyasi gençler, 90 gün dayaklı, işkenceli, elektrikli, askılı, "yasal" gözaltından sonra, yarı veya tam baygın halde cezaevinde taşların üstüne atılıyor.
Neyyire bu arada Hazal'a hamile kalmış ama Yılmaz'dan uzun süredir haber alınamamış, işkencede öldürülmüş olmasından korkuluyor. Veli Yılmaz'ın ailesi ancak aylar sonra, hayatta olduğunu öğreniyor.
Veli 1980 - 1991 yıllarını, yani hayatının dörtte birini cezaevinde geçirdi. Neyyire, Hazal'a hamile iken ona destek olmak bir yana, Hazal'ı doğururken bile yanında yoktu. Hatta 12 Eylül cezaevlerinin o çok ağır gözaltı koşullarında nerede olduğunu, hayatta olup olmadığını bile Neyyire aylarca öğrenemedi. Ve kim bilir kaç aile yavrusunu bu zulüm sırasında yitirdi.
İşte çocukluğunu çok yakından izlediğim Hazal bu ortama doğmuş (1 Ağustos 1981).
Ama Veli Yılmaz, Hazal'ın ne doğumunu, ne ilk adımlarını gördü, ilk sözcüklerini duydu, ne de ilk okula başlayışını izleyebildi. Buna karşılık Hazal, daha ufacıkken, babasını çeşitli cezaevlerinde görmeye gitti. Her görüşe Neyyire ile birlikte katılmayı ihmal etmedi. Veli Yılmaz'ın hapisten çıktığı, Hazal'ın onuncu yaşına kadar da (1991) bu devam etti.
Hazal'ın isim annesi Dürin Ababay'mış bu arada; onun esin kaynağı da Hazal isimli Türkan Şoray'ın oynadığı bir film.
Geçmişte Dürin'i de azcık tanıma fırsatım olmuştu. Dürin, Neyyire ile Yılmaz'ın aşkında, ilk yakınlaşmasındaki önemli insanlardan biri imiş. Hem Neyyire'yi, hem de Dürin'i -iki müthiş gazeteci-yazar, editör- çok okuyan ve çok değerli bir yayınevi sahibi (maalesef Mecidiyeköy'de bir otobüs çarpması sonucunda çok genç yaşta vefat etti) Ercan Arıklı'nın Nokta dergisinde araştırmacı gazeteci olarak çalışırken tanımıştım.
Neyyire'nin çok can arkadaşları, Dürin Ababay ve Seral Cumalı, Yılmaz'ın cezaevi yıllarındaki Neyyire'yi şöyle anlatıyorlar:
"Neyyire, Yılmaz'a giderdi sürekli. Yılmaz'a mektup yazardı. Yılmaz'dan mektup gelirdi. Hazal'ı büyütürdü. Neyyire, o dönemde, sahiden, hani filmlerde falan olur, devrimci romanlarda olur, hani bir taraftan kızını büyüten, bir taraftan çalışan, bir taraftan cezaevindeki adama yetişen, bir taraftan da hasta ve problemli bir anneye bakan, nereye yetişsem diye parçalanan ve bütün bunları yapmak için büyük bir gayret sarf eden- hepsini eksiksiz yapmış biridir..." Bir de ben ekleyim: Üstelik yemek yapıp bizleri evinde yemeğe çağırması da nadirattan değildi!
Yılmaz'ın, cezaevinden tahliye olacağı gün, 17 Nisan 1991'de Hazal da dahil, hep beraber bir özel arabayı doldurarak onu, unutulmaz bir yolculuk ile Bartın'da hapishaneden almaya gittik.
Nasıl mutluyduk. Sadece Neyyire ve Hazal da değil, hepimiz...
Ne yazık ki, Yılmaz'ın kalbi, işkence, açlık grevleri ve 10 yıl cezaevi şiddetine dayanamadı. Yazması çok zor. Neyyire ve Hazal ile 2,5 yıllık beraberlikten sonra, 27 Mart 1993 günü, kızı Hazal ile birlikte, Beşiktaş'tan karşıya geçecekleri gün, iskelenin önünde kalp krizi geçirdi. Vefat etti.
* T24teki yazılarını okumayı nadiren ihmal ettiğim, dünyanın ballı kurabiyesi, Aydın Engin, meğerse karnavalları çok severmiş. Hatta yazar Oya Baydar'ın bir hediyesi olarak, yurtdışında yazı - çizi sürgünü olduğu yıllarda tek başına, Venedik Karnaval'ına gitmiş- tam bir hafta boyunca... Haklı olarak karnavalları yazarken, nasıl olur da Venedik'i unuttuğumu soruyor. Ama ben onun kadar şanslı olup değil Venedik, İskeçe karnavalına bile gidemedim. Aydın 1991 yılı Şubat ayında "tam bir hafta Venedik karnavalını yaşamış ve büyülenmiş". "O maskelerin zerafetini ve ortaçağın en güçlü kent devleti Venedik tarihinin, İtalyan hüneriyle canlandırılmasını düşünsene..." diye yazmış yolladığı e-postada.
Bir başka ek/düzeltme daha yapmış Engin; Almanya'daki festivalin sadece Münih'te değil, Köln ve Mainz'de de yapıldığını, hatta, geçen hafta içinde bana yolladığı e-postada, Mainz karnavalını defalarca izlediğini ama bütün Ruhr bölgesinin oraya akması nedeniyle en fiyakalısının Köln karnavalı olduğunu vurgulamayı da ihmal etmemiş.
* Bu arada geçmiş yıllardan bir çalışma kampı arkadaşım, Ayşim Akalın da, bir yandan Aydın Engin'e sevgilerini yollarkan, diğer yandan da "Oya'ya söylesin, okuyucu yeni kitap bekliyor" diye yazmış.