Efendim, dokunulmazlıklar konusunda şu kesin sayılabilir: Kim iktidarda ise dokunulmazlıklar kaldırıldığında, en çok da öteki taraf, yani çoğunluktaki muhalefet milletvekilleri zarar görüyor. Türkiye’de bu böyle.
Şöyle: Türkiye’de tek partili rejimin bitmesinden sonra (1950), dokunulmazlığı kaldırılanların büyük çoğunluğu muhalefet partilerinden. Yüzde 60. Buna her halükarda iktidarda olmayan milletvekilini eklerseniz, (TBMM sitesinde: Aktaş’ın “diğer” kategorisi) durum şöyle: yüzde 60+ yüzde 7+ yüzde 2= yüzde 69
Yani suçunuzun (!) ne olduğu önemli değil, iktidarda değilseniz, dokunulma olanağınız yüzde 69. Eğer iktidarda iseniz aynı oran yüzde 12’ye düşüyor. (0122_0159 DORDUNCU BOLUM-1, s. 130) Demek ki muhalefetteki bir milletvekilinin suçlanma ve dokunulma oranı, iktidardaki bir milletvekilinin 5.8 misli daha fazla. Yuvarlayalım, 6 misli!
Aynı araştırmadan bir veri daha bu kanaati farklı bir içerik ile de destekliyor: Dokunulmazlığı kaldırılma kararlarının suç niteliğine göre dağılımı. Araştırma sonuçlarına göre muhaliflerden yüzde 68’i siyasi suç (!) işlemiş. (Yüzde 32’i ise adi suç) Buna karşılık iktidar partisi vekillerinin yüzde 80’i adi suç işlemiş.
Konudaki tek ampirik araştırmadan (TBMM sitesinde) çıkardığım sonuç bu.
Son tahlilde siyasi suç, sosyal bilimsel bir kavram, ne olup olmadığı tartışılabilir, konuşulabilir; bir memlekette “suç” olur da, bir diğerinde “doğruyu söylemek” ve/ya düşünce ve ifade özgürlüğü olarak anlaşılıp başım-üstü kabul görür.
(Büyük siyasi terörist olarak bilinen ve 44 yıl önce, 6 Mayıs’ta idam edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan bugün devlet eli ile öldürülebilir miydi? Sosyal medyadaki fotoğraf korkunç: Üç fidanın idamı için Meclis’te yapılan oylamada gülümseyerek “evet” oyu veren Süleyman Demirel! Peşinde şürekası. Vicdanın da mı sızlamadı be ey adam? Ne biçim insandınız siz?
Rahmetle anamıyorum- keza Başbakan Adnan Menderes, Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı 16 ve 17 Eylül 1961 de idam eden askeri cuntayı. Rahmet olmasın cuntada idam kararı alanlara.)
Adi suçu tanımlamak ise belge meselesi, kişi hesabına para mı geçirmiş? Kendine ait olmayan bir şeyi, başka birinden yürütmüş mü? Halkın zar zor ödediği vergileri cebe indirmiş, T.C. Hazinesi’ni boşaltmış mı? Rüşvet veya benzeri “hizmet bedeli” olarak, maaşı dışında kendisine bir ödeme yapılmış mı? İnsan yaralamış veya öldürmüş mü?
Adi suç ise cevap belgelerle sabit: “evet” veya “hayır.”
Delil varsa koy ortaya, al iktidar vekilini; yoksa kes sesini otur.
Oysa siyasi suç olup olmadığını sosyal bilimciler, sıradan insanlar, hatta hukukçular bile günlerce, aylarca tartışabilir. Tartışır, tartışır da herkesin üzerinde anlaştığı bir karara varamayabilir. Çünkü “siyasi suç” yelpazenin tüm gri alanlarını kapsar, adi suç ise simsiyah veya bembeyazdır; ya vardır, ya da yoktur.
TBMM araştırmasında deniyor ki: “dokunulmazlığın kaldırılması kararları özellikle iktidar-muhalefet ilişkisinin ve çatışmasının arttığı dönemlerde artıyor ve çoğunlukla siyasi suç oluyor.” (Aynı kaynak, s. 131)
Al sana bir kanıt daha, hem de bilimsel.
Bir başka ve bu doğrultudaki iddiama destek veren ilginç kanıt da şu: “Meclis (1926-1999 arası) dokunulmazlıkların kaldırılması kararını verirken çok titiz davranmış, özellikle de hafif nitelikli adi suçları, dokunulmazlıkları kaldırmaya yeterli görmemiştir.” (Aynı kaynak, s. 130).
Eh, bu da zaten adi suçlardan dokunulmazlığı kaldırılacak iktidar vekillerinin kayırılması değil de nedir? Çünkü onlar zaten adi suçlu, hiç siyasi suç işlememişler ki.
Bu ve önceki yazılarımda kullandığım sayıları/tabloları hazırlarken en çok da, sanırım (sanırım çünkü araştırmanın sadece 2. Bölümünde onun ismi geçiyor) Kanunlar ve Kararlar Başkanlığı Başkan Yardımcısı yasama uzmanı-hukukçu Kadir Aktaş’ın bu konudaki çalışmasından yararlandım.
Aktaş’ın çalışması çok önemli, çok gerekli ama analizleri bana yeterli gelmedi, yine de konu hakkında, hukuki-kuramsal değil de, sayısal verileri bulunduran görebildiğim tek araştırma olduğu için kendisine müteşekkirim.
Umarım teşekkür için doğru adrestir, çünkü kullandığım çalışma(sı)nın dördüncü bölümünde ismi yok; her nedense.
Dokunulmazlığın hukuku, tarihi, uluslararası yorumu vs. üzerine, sadece Türkçe olarak bile bir kaç on çalışma var.
Ama ampirik çalışma? Yok!
Sonra TBMM’ye git, işin siyasi boyutuna dair karar-tartışma- fezleke-sonuç faslına dair bilgi/belge ara; nafile. YOK! YOK! YOK!
Tabii ben bunları Meclis ve Ankara dışından bir kişi olarak internet üzerinden araştırabiliyorum. Meclis kütüphanesinde her belgeye ulaşabilen biri olsam (ki belki Cumbaşkanı Recep Bey hariç kimsenin bunu yapmasına izin verilmez) daha çok bilgilenebilirdim- belki.
Öte yandan demokrasinin temel ilkelerinden biri olan Meclis’te olup bitenleri öğrenme olanağı hiç bir Türkiye vatandaşına talebi oranında tanınmıyor. Kesin!
Sosyal bilimden biliminden anlayan hangi istatistik hocanıza gösterirseniz gösterin, çok istisnai durumlar söz konusu değil ise, TBMM araştırma dosyasında verdiğim sayılara bakınca, dokunulmazlık kaldırılmasının hak-hukuk-eşitlik-adalet değil, bir siyaset işi olduğunu söyleyecektir.
Yüzde 69’a muhalefet dokunulmazlığının kaldırılmasına karşın yüzde 12’nin iktidar dokunulmazlığının kaldırılması buna işaret eder.
Aksi halde insan “ahlakının” iktidar partilerine çok, muhalefette olanlara (gökten rahme düşerken) az dağıtıldığı varsayımını kabul edersiniz ki, bu da bütün istatistik “biliminin” temel normal dağılım varsayımlarına aykırıdır. İster Allah vergisi, ister insan doğası-çeşitliliği deyin, “ahlak” ve kırıntılarının halklara üç-aşağı-beş yukarı eşit olarak dağıtıldığını varsaymak gerekir; bunlardan seçilen milletvekillerini de.
Dolayısı ile hem “ahlaksızlık” yapıp, (hangi türü olursa olsun) hem de “dokunulmazlığım asla kalkmasın; lordlar kamarasındakiler gibi ömür boyu burda oturayım” diyorsanız, mutlaka iktidar olabilecek bir partiden aday olun. Veya sadece paraları cebe indirin. Tabii şu da mümkün: seçimler sonuçlanıp kim iktidar belli olunca hemen o partiye geçin. Oradan oraya sıçrayıp durun.
Türkiye’de durum bu; yurtdışını henüz inceleyemedim ama farklı olduğunu pek sanmam. Olsa, olsa iktidar ve muhalefet suçlamaları arasındaki fark, Türkiye’deki gibi 6 misli değil de daha azdır.
Türkiye’de bugünkü durum ise biraz istisna sanırım: Çünkü memleketin tek karar verici ve yönetici merci (317 vekili var), kendisine rakip olarak 133 milletvekili ile TBMM’deki en büyük muhalefet grubu olan CHP’yi de değil, Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde çok sayıda Kürdün oylarını alan, TBMM’nin üçüncü büyük partisi, 59 milletvekili sahibi HDP’yi görüyor. Gerçekten inanılmaz, 59 vekilinden 49’u hakkında fezleke var. Yüzde 83!
Fezlekeleri göremedik, bilmiyoruz, şimdilik sadece “AK efsanesi” olarak Meclis’te gezinmekte; ama yüzde 99’unun siyasi olduğunu hemen herkes tahmin ediyor.
Şöyle bakın: HDP iktidar olsa, dokunulmazlık kaldırılması konu bile olmaz. AKP iktidarının suç dediği, ülkenin çoğu okur-yazarına göre “suç” kavramının yakınına yaklaşamaz.
Halen HDP’lilerin kavga-dövüş sonucu terk etmek zorunda kaldığı ve hiç bir temsilcisinin katılamadığı Anayasa Komisyonu toplantısında, tartışılmadan nasıl bir oylama ile oldu ise artık, dokunulmazlık konusunun 16 Mayıs 2016 Pazartesi günü Meclis Genel Kurulu’na geleceği bildirildi.
Ezcümle, “siyasi suç”un anlamları-yansımaları üzerine ağır ağır düşünen Kemal Bey’in sosyal demokrasisi aniden patlar, Erdoğan beye yardım etmeme kararı alır, partisinden on beş-yirmi kişi dokunmama yönünde oy verir de, MHP’den de on beş-yirmi demokrat çıkıp ona katılırsa… Türkiye cennet değil, ama hiç olmasa ARAF olabilir. ( Ö.e.ö: O lafı yazamadım tabii ki)