Delilik toplum düzeninin varlığı için gereklidir, çünkü bu düzen kendine ancak negatifinin aynasında kimlik verebilmektedir.
George Orwell "Belki de deli dedikleri tek kişilik bir azınlıktır" derken "Bir Delinin Güncesi'nde kahraman "Liberte… Egalite… Fraternite…" (Özgürlük Eşitlik Adalet) diye bağırarak deliliğini ispatlar. Anlatı dünyasında bilinen deli hikâye kahramanlarının çoğu erkektir. Biteatral yapımı oyunun yazarı Aslı Erdoğan, tasarımcısı Başak Özdoğan, yönetmeni ve oyuncusu Aşe Lebriz Berkem başta kadınların da tertemiz delirdiklerini mükemmel bir estetik, derinlik, komplike olmasına karşın naiflikle anlattıkları için ortaya çok çarpıcı bir oyun çıkıyor. Edebiyatçı Aslı Erdoğan'ın ifade özgürlüğünü dert edindiği metin Foucault, Jung, Freud, Marx gibi pek çok batılı teorisyeni hem referans kabul ediyor hem de kanonlaşmayı yargılarken meseleleri yerel ve deli bir kadın üzerinden değerlendiriyor.
Entelektüel meseleleri bir delinin sistemle çatışması üzerinden anlatmak zorlu bir teşebbüstür elbette ancak kusursuz bir oyunculuk ve sembolizmin işlevsel kullanımıyla tüm dertler sahnede anlaşılır bir netlik kazanıyor. Aslı Erdoğan kahramanlarına özgü mesafeli içtenlik, kırılganlık, dürüst muhalefet, zeki ve ürkek kız çocuğu tedirginliği sahneye tüm heyecanıyla taşınıyor, sanki yazar pek çok romanından öte bir dille deşifre ediliyor. Aslı Erdoğan anlatımını deşifresi zor bulanlar dahi oyunu derinlemesine hissediyorlar. Öyle ki oyun sonrası kopan ve uzun süren alkış tufanı muhtemelen seyircinin akıllı bir deliye ihtiyacını haykırıyor.
Deliliğin üst akla benzeyen ve tarife sığmaz sezgileri sahne tasarımı aracılığıyla bienal etkinliğinde performans izlendiği yanılsamasına dahi düşürebiliyor. Kahramanın kendi içindeki benlik arayışı, sorgulaması, kendi içine ve topluma sığamaması ve toplumla uyumlan/ma/ması sahnedeki orantısız beden, kostümler ve dekora dair tüm öğelerin muhteşem ahengiyle anlatılıyor. Kısacası tasarım ve oyunculuğun gücüyle en basit malzemeden bol katmanlı ve göz kamaştırıcı bir tiyatro oyunu izlemenin keyfi tatmin edilerek hakiki bir katharsis yaratılıyor.
Hikâyede akıl hastanesinden çıkan ve sistemin hızına, işleyişine, kalabalığına ve kabalığına uyum sağlayamayan bir karakterin deliliğine sığınmak zorunda kalışı anlatılıyor. Delilik belgesini bir tür diploma gibi özür, savunma ve saldırı aracı olarak kullanıyor kahraman. Düzeni ve çarklarını tepeden korkak gözlerle izleyen uzun boylu küçücük bir kızın adalet arayan yüreği yazık ki kötü, anlayışsız, sığ ve/ya duyarsız bir dünyada yapayalnız kalmakla kalmıyor, sakıncalı bulunuyor. Tekinsiz dünyaya uyumsuzluğunu deliliğiyle açıklamak tek çözüm oluyor haliyle. Her yaptığını veya yapamadığını açıklamaya yetiyor delilik. Varoluşunun anlamı, kendisini korumaya alan ve biricik kılan sığınağına yani deliliğine dört elle sarılarak yaşama tutunuyor. Akli uyumsuzluğu yaşamının teminatına, tımarhane emniyetli limana, elindeki hastane belgesi savunma metnine dönüşüyor. Kahraman giderek kendi deliliğinden değil toplumun akıllığından korkuyor.
Freud ile bakılacak olursa çocukluktaki baskılarla, feminist teoriyle cinsiyet eşitsizliği ve dayatmalarla, Marksist değerlendirilirse toplumun sınıfsal ayrıştırmalarla ve Foucault söylemiyle doğrunun güçle tanımlanmasıyla tüm normlar ters yüz ediliyor. Normların normalliğine gölge düşürünce kim akıllı kim deli karışıyor. Seyircinin içinde bastırdığı, susturduğu hatta unuttuğu çatışmalı duygu ve düşünceler "Bir Delinin Güncesiyle" soluk alıyor, aklanıyor, alkışlanıyor.