Yersiz Kumpanya'nın Elif Ongan Tekçe tarafından yazılan ve Güray Dinçol tarafından yönetilen 'Nasıl Bilirdiniz' adlı oyunu sezona iz bırakan rengarenk bir karanlıkla başladı. İnsanın kendini bilmez sıradan bir ölümlü ve aslında sıradanlığın bazen anlatılmaya utanılan bir gerçek olarak kaskatı durduğunu fark ettiren çok sert ama kadife dokulu bir oyun… Anlatılmaya değer görülmeyen sıradan insanın ortalama yaşam öyküsünü varoluşçu ümitlerle sorgulayan metnin iflah olmaz girdabı muhteşem bir seyir keyfi sunuyor.
İnsan bir canlı formu olarak kendisinin mecbur bırakıldığı anlam arayışında 'hiç kimse' olma sıkıntısıyla anlam inşa etmeye çalıştıkça daha acınası olmaz mı bazen? İnsanın bir kimlik kazanma zaruri telaşıyla kendine bahşetmeye çalıştığı her tanım büyük bir cendereye dönüşmez mi aslında? Taşıdığı kimlik mi olur kişi ya da tanımlanan kimlikleri mi taşır, yoksa en baştan tanımlanamaza isimler koyma zavallılığına mı mahkumdur insan? 'Nasıl Bilirdiniz' varoluşçu pek çok benzeri soruya öldükten sonra belki de en azından tüm ölülerin eşit olması gerektiği isyanı ve itirazıyla şahane cevaplar yetiştiriyor.
Yaşarken monoton rutinlerin içinde kaybolan, genellikle orta sınıfın ortalamasında dikkat çekmeyen, başa çıkamadığı problemlerini dile getiremeyen ya da getirse de sözüne, sesine ehemmiyet verilmeyen tüketim toplumunun tükettiği ömürlerden bir grup hayalet tek tek dile getiriliyor. Çünkü "Herkes anlatılacak kadar eşittir" diyor metnin tüm karakterleri ve sıradan olmanın zorlu çıkmazı birer birer canlanıyor sahneden.
Canlıyken yok hükmündekilerin ölüyken hayalet olarak kaybolmalarına izin vermek istemeyen bir metne denir ki? Hele de hayaletler canlandırdıkları karakterleri kıt kanaat bir dille Jean Paul Satre'yle konuşturup imtihan ederse? Hem de Sartre yer yer kuklaya, bazen bir hayaletin elinde, dilinde tek boyutlu herhangi bir imgeye, sıklıkla da mahallenin akıllı sorular soran ve cevabını bilmediği için susan sahte bilgelerine… E ne de olsa Sartre "Her şeyin cevabı bulundu. Nasıl yaşamak gerektiği dışında" dememiş miydi? Yaşamı tanımlarla sınırlayan ve sığlaştıran sözcüklerle kavgasında Sartre bile "Bana ait sözcükler olsun isterdim. Ama kullandığım bu sözcükler, bilmiyorum kaç bilinçte sürüklendi" diye sızlanmadı mı? Oyun da bu soruları kahramanlar aracılığı yerine sıradanın ölüm sonrası yaşamdan biraz alacaklı tonunda üst üste bindirerek soruyor. Tabii Elif Ongan Tekçe'nin kendine has ve biricik kalemi ve performansı ile dozunda, tadında ve akışta köpürtmelerle…
Yönetmen Güray Dinçol basitin ne kadar zor ve azın ne kadar çok olduğuna dair müthiş bir reji örneği sunuyor. Aslında bağlantıları eklektik kalabilecek bir metni ustalıklı sahne tasarımı, ışık trafiği, az ama öz sahne malzemesiyle yoğurup sunarak etkiyi katlıyor ve derinliği boyutlandırıyor. Tek kişilik oyunu solo bir hayalet korosuna eviriyor. Metnin teorisine ve oyuncunun malzemesine hizmet eden isabetli akışta tüm öğeler iç içe yeni bir evren yaratıyor ki bir hayaletin hayallerine, rüyalarına ve/ya ütopyasına dahil ve ikna olmamak imkansızlaşıyor.
Elif Ongan Tekçe'nin müzik bilgisi ve ses kullanımının da, oyunun etkili bir öte dünya yaratılmasında dahli büyük şüphesiz. Oyuncunun tek bir nota ile oyunun tüm evrenini kapsayan, bilinçli ses deformasyonlarıyla metnin duygusunu örgütleyen ve doğrulayan böylece farklı bir estetik sunan yapısı seyirci için keyfine doyulmaz anlar doğuruyor.
Belki de şöyle söylenebilir; 'Nasıl Bilirdiniz?' ile İstanbul Tiyatro Festivali hâlihazırda başlamış bulunuyor. Bu hayatı nasıl bilirsiniz ey diriler ve öte taraftan bu dünya nasıl görünüyor ey ölüler? Bu oyunu yaşarken görün ey seyirciler!