Kurban Bayramı yaklaşırken kanlı sokaklar, bahçeler ve balkonlar bir yandan, bir yerlere bağlanmış melül gözlü güzelim hayvancıklar diğer yandan geçmişin travma dolu hafızaları tetikleniyor. Öldürmek, kesmek, kanlı ellerle ortalıkta dolaşmak bu kadar olağan kılınınca ön görülemeyen etkilerinin sonuçları belki de her hücremize sinen şiddette kendini gösteriyordur. Hayvanları sev/e/meyen ya da çok sevdiği hayvanı rahatça ve alenen kesen sonra da yiyen insanların şiddete ne kadar karşı olabilecekleri elbette şüphelidir. Son yıllarda bu tür sahnelerin en azından sokaklarda azalması sevindiricidir. Bu çok hassas sorular kenarda dursun da neden yerli dizilerde bu kadar az hayvan olduğu konusu artık gündeme gelsin mi?
Televizyon dizilerinde gösterilmeyenler listesi oldukça kalabalık ve hayal makinesinin içine sızamayan bu liste genellikle de çok dertli. Dizilerde azınlıklar, LGBT bireyler, kendi ayakları üzerinde duran özgür kadınlar ve hayvanlar çoğunlukla yer almazlar ya da komedi malzemesi olarak kullanılırlar. Oysa bu üstten bakışla gösterilen komik karakterler gerçekte büyük sıkıntılar yaşamaktadırlar. Durum komik değil acıklıdır. Belki de onları gösterilir kılmak için gerçeğinden uzaklaştırmak hiç göstermemekten çok daha ciddi hakaretler içerir. Hayvanlar ise bu kapsamda bazen sözde sosyetik bir ailenin kucağındaki aksesuar olarak yer alabilirse ne âlâ!
Sokak kedileri, köpekleri ve onların bitmek bilmez çilesi asla gösterilmez. Yapılan şiddetin yer almaması örnek teşkil etmemesi açısından tabii ki olağandır. Ancak hayvanların hayatımızda hiç yer almıyor gibi gösterilmemesi aslında onları inkârın tezahürü değil midir? Öte yandan kendi doğal ortamlarından çok uzakta dizi sektörü içinde sömürülen, kullanılan ve isyan veya itiraz şansı olmayan hayvancıkların oynatıldığı işlerin de karşısında durulmalıdır kesinlikle. Olması gereken olanı göstermek ve hayvansız bir dünyada yaşadığımız yalanından kurtulmak, onlara olan ihtiyaç ve sevgimizi ilan etmektir.
Hayvanlarla ilgili ödevlerimizin varlığını hatırlatan Kant hayvanlara karşı ödevlerimizi gözetirsek insanlığa karşı da gözetmiş olacağımız ve böylece insanlığa karşı ödevlerimizi de yerine getirmiş olacağımızı ta 1785’te savunmuştur. İnşallah hayvanı, ağacı kısacası doğayı sevmek ve kendini tüm doğanın efendisi değil de sadece bir parçası olarak görmek bir an önce gerçekleşir. Zira insanı insan yapan vicdanıdır. Tüm doğanın sahibi ve efendisi olduğu zannındaki insandan daha vahşi, tehlikeli ve sakıncalı hayvan yoktur. Dolayısıyla yeni sezonda sektörün kölesi olarak kullanılmadan ancak habitatın en güzel ve gerekli öğesi olan hayvanları ekranda görmek ihtiyaçtır. Diziler aracılığıyla hayvanların duygu dünyasına girmek insanı derinleştirir ve yaşamı güzelleştirir. Gandhi ‘Bir milletin büyüklüğü ve ahlaki gelişimi hayvanlara olan davranış biçimi ile değerlendirilir’ derken hiç üstünüze alınmamak yerine bir hayvanı hayatınıza almanız dileğiyle… Buna en başta televizyon da dahil! İyi bayramlar mahzun bakışlı koyunlar, muzip martılar, asabi kargalar, pek çok işkenceye sesi, sedası, sözü değil üzgün gözleriyle cevap veren kediler ve köpekler, adalarda gün boyu aç karnıyla fayton çeken zavallı atlar… İyi bayramlar!