Onur Ayı’nda değil kimseler dil, din, ırk ve cinsiyet nedeniyle hep görünür ya da görünmez kılınmasın muradıyla yazıyorum. Türkiye televizyonlarında bırakın ana akım ulusal yayın yapan kanalları alternatif mecralarda dahi LGBTİ karakter görmek (kafası çalışmayan ve aşırı duygusal ya da yüzeysel gülünç stereotipler hariç) mümkün değilken sokaklar çoktan haklarını koruyan ve buna destek veren kocaman kitlelerle el ele yürümektedir. Bastırdıkça, öldürdükçe, fiziksel ve ruhsal işkencelerle gündelik yaşamdan inkâr edilen rengarenk gökkuşakları her yeri özgürlüğe boyamaktadır. Belki de son yıllarda en heyecan veren ümitli seslerinden biri bu kanaldan fışkırmaktadır ve bu vesileyle onur ayında kendi mini film listemi sizlere sunarken aslında Sezen Aksu’dan alıntılayarak ‘onursuz da olabilir aşk[1]’ diyorum. Kime göre neye göre nasıl onurlu veya onursuz olunuyorsa listemde tam öyle işte! Aşağıdaki filmler kişisel seçkimdir ve herhangi bir kronoloji takip etmez…
Görünmez kılınanı gösteren, susturulanı konuşturan, inkâr edileni neredeyse ispat eden filmde toplumsal cinsiyet eleştirisinin bugünü dünle test edilir ya da yakın tarihin öncü metinlerine saygı duruşuyla birlikte kusura bakmaya cesaret edilir. ‘Halayimdeki Sahneler’ Atıf Yılmaz’ın yönettiği ‘Kadının Adı Yok’, ‘Dul Bir Kadın’ ile Yavuz Özkan’ın yönettiği ‘İki Kadın’ filminin ima ederek geçiştirdiği cinsel birliktelik sahnelerini tamamlamak üzere yola çıkmıştır. Bahsi geçen filmlerdeki cinsellik sahneleri yeniden hayal edilerek Türkiye sinemasının cinsel politikalar konusundaki endişeli tutumu aradan geçen 30-40 yıl sonra telafi edilmiştir adeta. Yönetmen Metin Akdemir kuir sorular sorarken hem yakın tarihin cinsel politikasını eleştirir hem de kendi hamleleri ile farklı önermeler sunarken sanatçının sansür ve otosansür gibi çıkılması zor alanlarda anlaşılmaz olmayı tercih ederek flu alanlar yaratmasını da dert edinmiştir sanki…
Ulaş Dutlu, Özge Özgüner’in yönettiği belgesel sistemin sabitlediği cinsiyet rollerinin arasında sıkışan trans erkeklerin LGBTİ hareketi içinde dahi görünmez olmanın sıkıntılarını ve kendilerini ifşa etmek üzere geliştirdikleri mücadelelerini anlatır. Anlatırken erkeklik ve trans erkeklik arasındaki mesafenin ya da farkın, kalıpların tamamen dışında kalması nedeniyle doğan trajik olaylar gülümseyerek dürüst ve samimi bir dille verilir. Sistemin bireylere bir kimlik belgesi verirken bedenin tüm organlarıyla beraber cinsiyetinin de sahibi olması fikrine karşı öznellikler savunulur. Belgeselin amacı cinsiyet meselesinin sanıldığı kadar basit olmadığını ve trans erkeklerin var olma çabalarını ilan etmektir.
Almanya’daki Türkiyeli göçmenlerin eşcinsellik ilişkilerine paralel sınıfsal ve etnik dertlerine de eğilen film cinsel kimlik meselesini sosyal ve kültürel çatışmalar eşliğinde derinleştirir. Kutluğ Ataman’ın çok ses getiren filminde cinsiyet kadar sınıf ve etnik bilgilerinde özgürlük getiren ya da kısıtlayan yapıyı sorgulaması elbette kayıtlara geçmelidir. Kısacası bazıları cinsel yönelimlerinde daha özgür olma haklarını milli ve sınıfsal ayrıcalıklarıyla daha kolay yaşarlar. Yani bütün LGBTİ bireyler eşittir ama bazıları daha eşittir… Bu arada yönetmenin ‘İki Genç Kız’ adlı filmi de bonus tavsiyem olabilir. (Bir alana bir bedavaaaaaaaaaaa!)
Ferzan Özpetek filmlerini İtalyan sinemasına mı dahil etmek gerekir konusunda net olamasam da ‘Serseri Mayınlar’, içinde bolca komedi ve dramı sterilize bir estetikle harmanlayan bir film olduğundan nefis bir seyir zevki sunar. Büyük, özenli ve şık bir aile masasında eşcinsel kimliğini ifşa etme kararı ve ardından gelenler güldürür, üzer ve çokça düşündürür. Yönetmenin ‘Hamam’ filmi de elbette bu listede olmalıdır çünkü oryantalist öğeleri böylesine yağlı boya tablo tadında hissettiren ve cinsel politikasını seyircinin ruhuna işleyen fazlaca yönetmen de yoktur ne yazık ki! Ve fakat ‘hamam’ fantezisinin neo-oryantalist perspektifle ne kadar LGBTİ sorunlar açısından amaca hizmet ettiği ya da tam tersi batılı izleyiciye her şeyi mümkün kılan mistik doğu mitiyle katharsis sağladığı da ısrarla tartışılmalıdır sanırım.
Caner Alper ve Mehmet Binay’ın yönettiği film muhafazakâr aile yapısının sert, acımasız ve dışlayıcı yapısını müziğin ve dansın büyülü dünyasıyla anlatır. ‘Erk’, ‘iktidar’ ve ‘güç’ kavramlarını erkeklik üzerinden inşa eden sistemde cinsel kimliğini ilan etmenin çileli çıkmazları aslında gerçek bir olaydan esinlenerek hikaye edilmiştir. Zenne’yi film olarak beğenen ve beğenmeyenler arasındaki tartışmanın ana sebebi bence meselenin ‘annelik’ üzerinden çözüme ulaştırılmaya çalışılması ve militarist zulmün doğallaştırılarak her türlü suistamali sisteme çevirme örneklerini görmek istemeyenlerin ısrarı da olabilir. O halde ‘e dedim olabilir!’.
Yazının sonunda arkadan şöyle sesler de geliyor sanki;
"Ayşe Fatmayı, Ahmet Mehmedi; birbirlerini sevebilmeli" "Çürük değil eşcinsel" "Kurtuluş yok, tek başına, ya hep beraber, ya hiç birimiz" ‘Buradayız, biz tuhafız ve merhaba demek istiyoruz!"
…