D_Masthead_970x250
Eşcinsel olduğu için kovulan bir evlat, babasının tacizlerinden kaçan genç bir kız ve dansçı çocuğu maddi manevi sömüren satıcı adam...

Nilüfer Bıyıklı’nın hikayesini oyunlaştıran Serdar Saatman ‘Son Zenne’ ile drag queenlere özgü kadın gibi giyinerek komik, dramatik, ironik veya mizahi bir etki yaratmak yerine self oryantalist bir bakış açısıyla metni işlemeyi tercih etmiş görünüyor. Kendisi ‘öteki’ olan bir toplumda öteki olduğu için itilen Zenne ve Nesime’nin pavyona benzer bir müzikholün alt katında birbirilerine kenetlenmesi hem gerçekçi hem de ötekileştirmekten alınan hazzın kirli zevklerini sürekli ötekiler yaratarak sunuyor. Dolayısıyla suçlamaya, aklamaya, acımaya, acıyı sömürdüğü iddiasıyla fırsatçılığa varan hatta aşan bulaşıcı ve tüm bulaşıcılar gibi çok eğlenceli, etkileyici bir metin söz konusu…

Seyirci salonda çalan ağır arabesk bir müziğin içinde koltuğunu bulup otururken içine ‘izleyici’ olarak girdiği alt kültürü anlatan bu metni dilediği gibi sömürme, hor görme ya da hoş görerek küçümseme üstünlüğüyle rahatlatılıyor. Yani Zenne’nin hikâyesine buyur edilirken izlenen yol gayet tanıdık, tanıdık olduğu için kucaklayıcı ve ama doğru mu yanlış mı tartışılır! Zaten ışıklar söner sönmez müthiş bir dans performansıyla seyirciye mistik, çok etkileyici ve eğlenceli bir şovla anın tadını çıkarma keyfiyeti sunuluyor ki eşsiz. Seyircinin sınıfsal yapısı ve farklılıkları tiyatro salonunda dans eden bir Zenne karşısındaki sözde hoşgörüyle veya kültüre yansımasına paralel bir hiyerarşiyle doyumsuzlaşıyor. İşte bu noktada oryantalizmin en tipik ve harikulade motifi Zenne karakter olarak kendi kendini iyice ötekileştirip self oryantalizmin acısına teslim olup acıdan zevk alan ve veren bir yapı oluşturuyor. Tabii buna en büyük katkıyı Yarkın Ünsal’ın hipnotize eden oyunculuğu, Oğuz Şahin’in tam isabet dekor ve kostümleri ve Zümrüt Şahin’in oyunu adeta yeniden yazan şahane müzikleri sağlıyor elbette. Yoksa genel olarak diyaloglardaki hamlık, olay örgüsünde kolaycılığa varan klişeye teslim oluş, gündelik dili kullanımda yer yer kulak tırmalayan ve bütünde sırıtan sivrilik dikkat çekmiyor değil. Ama oyun yine de alıp götürüyor, sürüklüyor ve zaten canlı bir Zenne izliyor olma yanılsıması ne olduğundan, olacağından fazla hipnotize ediyor, büyülüyor.

Bu arada Sevtap Özaltun’un metnin boşluklarını dolduran oyunculuğu metnin dramatik anlarını yükseltiyor ve Cansu Fırıncı’nın adeta kendi parodisine dönüştürülen karikatürize edilmiş karakteri ise kendiliğinden mizah yaratıyormuşçasına eğlendiriyor, güldürüyor. Ancak yine de bu olağanüstü yetenekli kadronun metne hizmet etmek yerine biraz daha metinden beslendiği, serpildiği ve anlık değil uzun vadeli etkiye götürecek derinliklerle büyüdüğü bir metin olsaydı keşke…

Çünkü self oryantalizmin sonsuz boşluğa düşüren hiçliğinden ya da paradigmayı oluşturan kültürel analizden uzak duruluyor. Eşcinsel olduğu için annesi tarafından kovulan bir evlat, babasının tacizleri ve amcalarının tehditlerinden kaçan genç bir kız ve dansçı çocuğu maddi manevi sömüren satıcı adam üçlüsünde kültürel öze, homojen yapıya veya genel sisteme dair sorgulamalar yetmiyor. Satıcıdan kurtulmanın yol haritası self oryantalist bir tutumla Batı olarak gösteriliyor çünkü kendisini istemeyen anneye varmak için Almanya’ya gitmek hayal ediliyor. Yani kendilerine self oryantalist Batı icadı zehirli gözlerle bakan ve karanlıktan çıkışı Almanya’daki kendisini kesinlikle ret eden anne de gören otantik bir figür Zenne, ne yazık ki böylece bizzat namlunun önüne oturuyor. Çıkış, kaçış, kurtuluş kendisini istemeyen Batı olunca self oryantalist söylem pekişmekle kalmayıp iyice katılaşıyor ve sonuçta kendini nesneleştiren kahraman pasif ama tehlikeli, mistik ama zararlı, güzel ama cahil, kabiliyetli ama ilkel gibi çağrışımlarla ve üzücü konumunu koşulsuz kabullenişiyle anlamdan kaybediyor. Mevcut haliyle bir haz odağı gibi nesneleştirilen Zenne’nin kaderini değiştiremeyeceğine dair kesin yargı hakim Batı kodlarını adeta dikte ediyor.

Oryantalizmin yerlileştirilmesine ve yerleşmesine figüran olan self oryantalist tutumla elbette büyülüyorlar. Öyle ki döne döne ve hatta birkaç kez zevkle izlenebilecek oyunun hegemonik kodlara saygı da kusur etmeyen istikrarını bile unutturacak performanslar, gerçekten ayakta alkışı hak ediyor. Keşke Zenne hakim kodlara mahkum olmasaydı düşüncesini bile boş vermek istiyor insan… 

İlgili İçerikler