Demokrasi ile yönetilen ülkelerde siyasi sistem ve toplumsal düzen güven üzerine kuruludur. Otoriter rejimlerde ise devlet yönetiminde, siyasi yaşamda ve toplumda güvensizlik duygusu hakimdir. “Yüksek güvenin” siyasi, ekonomik ve toplumsal gelişmenin başlıca dayanağı, hatta itici gücü olduğu düşünülmektedir. “Düşük güven” ise siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunların başlıca nedenlerinden biri kabul edilmektedir. Türkiye’de rejim otoriterleştikçe hem siyasi alanda hem de toplumda güven duygusu giderek dibe vurmaktadır. Türkiye’nin karşılaştığı önemli sorunların temelinde bu güven zayıflığı bulunmaktadır.
Türkiye’nin gündeminde hemen hiç yer almayan güven konusu günümüz dünyasında sosyal bilimcilerin yanı sıra yazarların, politikacıların ve iş dünyasının üzerinde en çok durduğu konulardan biri haline gelmiştir.
Güvenmek, başkalarının, sebepsiz yere, kasıtlı olarak bize zarar vermek istemeyeceklerini düşünmek demektir. Hatta başkalarının bizim iyiliğimizi isteyeceğini ve çıkarlarımızı koruyacağını düşünmek demektir. Bunun tersine, güvenmemek, başkalarının bizim kötülüğümüzü isteyeceğini düşünmektir.
Güven kavramına ilişkin olarak, üzerinde durulması gereken önemli bir ayrım bulunmaktadır. Birincisi, çevremizde yer alan, tanıdığımız kişilere duyduğumuz güvendir. İkincisi ise, “genel güven” yani tanımadığımız kimselere, kurumlara ve sistem gibi kişisel olmayan varlıklara duyduğumuz güvendir.
“Yüksek güven”, toplumda duygudaşlık, dayanışma, yardımlaşma ve iş birliğinin gelişmesini sağlar. Güvenin yüksek olduğu toplumlarda uzlaşı artarken, gerilimler ve çatışmalar azalır. Refah düzeyi daha yüksektir. İstikrar, kalkınma ve demokrasi vardır. Huzur ve barış vardır. Hatta araştırmalar, güvenin yüksek olduğu toplumlarda, insanların daha uzun, daha mutlu ve daha sağlıklı yaşadığını ortaya koymaktadır.
Buna karşılık güvenin düşük olduğu toplumlarda, ekonomide ve siyasette işbirliği ve eşgüdüm zayıftır. “Düşük güven”, kurumlara, yönetime ve devlete güveni zayıflatır. Sistemin ve rejimin meşruluğunun kaybolmasına yol açar. İstikrarsızlığa, gerilime, çalkantıya ve ekonomik durgunluğa neden olur. Siyasette ve toplumda çatışma, baskı ve şiddet artar.
Genellikle, aile, akraba, komşu, iş arkadaşı gibi, haklarında kişisel bilgi sahibi olduğumuz kişilere daha fazla güven duyarız. Bu tür güven, somut ve kişiseldir. Türkiye’de aileye güven beş yıl önce, yani 2012 yılında, yüzde 93 düzeyindeydi. Son yıllarda aile içi geçimsizliklerin ve boşanmaların hızla arttığı bilinse de, Türkiye’de aileye duyulan güvenin halen yüksek düzeyde olduğunu düşünebiliriz.
Pekiyi, akraba, hemşeri, komşu, iş arkadaşı gibi birbirini yakından tanıyan kimseler arasındaki bağlar ve güven de, aynı ölçüde güçlü müdür?
Araştırmalar, artan rekabet, eşitsizlik, görüş ayrılıkları gibi nedenlerden dolayı kişiler ve aileler arasındaki bağların zayıfladığını göstermektedir. Yükümlülük altında kalma korkusu, bireyleri kiminle beraber olacakları konusunda aşırı seçici davranmaya zorlamaktadır. Yakınlar arasındaki bağlılıklar gevşemekte ve güven duygusu azalmaktadır. Kaldı ki yakınlar arasındaki bağların güçlü kalıyor olması, modern bir toplum için gerekli olan güven duygusunun var olduğu anlamına gelmez.
Modern bir toplumda önemli olan, yabancılara, kurumlara ve sisteme duyulan güvendir. Günümüzde çoğu kimse apartmanda, iş yerinde, hastanede, adliyede, çarşıda pazarda yabancılarla karşılaşmaktadır. Aynı zamanda çok sayıda kurumla ilişki içindedir ve bir toplumsal, ekonomik ve siyasi sistem içinde yaşamaktadır. O nedenle, yabancılara olduğu kadar, demokrasiye, hukuk devletine, parlamentoya, sosyal adalete, eğitim sistemine vb. güvenmek durumundadır.
Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iddia ettiği gibi “yüksek güvene” sahip bir toplum mudur? Yanıt çok net. Türkiye, dünyada genel güvenin en düşük olduğu ülkelerden biridir. Ülkemizde, on kişiden yalnızca biri başka insanlara güvenilebileceğini düşünmektedir. Dünya Değerler Araştırması’nı Türkiye’de uygulayan Prof. Yılmaz Esmer’in bu konuda ortaya koyduğu veriler çok önemli ve çarpıcıdır. “İnsanların çoğuna güvenilebilirim” diye düşünenler Danimarka’da yüzde 76, Norveç’te yüzde 75 düzeyine ulaşırken Türkiye’de sadece yüzde 12 düzeyinde kalmaktadır. Bu nedenle, Türkiye’de yabancılara ve sisteme güvenin zayıf olmasına yol açan başlıca nedenlerin irdelenmesi gerekir.
Modern toplumda güvenin düşük ya da yüksek olması öncelikle özgürlüklerle ilgilidir. Ülkeleri özgürlük bakımından değerlendiren Freedom House notu, özgürlüğün yanı sıra güvenin de en iyi ölçüsü olarak kabul edilmektedir. Özgürlüklerin kısıtlanması, rejimin giderek daha baskıcı hale gelmesi ve demokrasinin zayıflaması nedeniyle, 2016 yılı Freedom House Raporu’nda Türkiye dünya sıralamasında 53. sıraya gerilemiştir. Türkiye bu yüzden “özgür ülkeler” değil “kısmen özgür ülkeler” kategorisinde yer almaktadır. Türkiye’de rejim otoriterleştikçe bireylerin birbirine, kurumlara ve sisteme duyduğu güven büsbütün azalmakta, ortadan kalkmaktadır.
Eşitlikçi ve güçlü sosyal devlete sahip toplumlarda güven yüksektir. Örneğin, bu özelliklere sahip olan İsveç ve Danimarka’da nüfusun çoğunluğu yabancılara ve sisteme güven duymaktadır.
Buna karşılık eşitsiz, yoksul ve sosyal devletin zayıf olduğu toplumlarda güven düşüktür. Türkiye’de AKP iktidarı güçlü, kapsayıcı ve hak temelli bir sosyal güvenlik ağı kurmaktan özellikle kaçınmıştır. Sosyal devleti güçlendirmek yerine, oy karşılığında, düzensiz, bölük pörçük, gösteriş amaçlı, günü kurtarmaya yönelik sosyal yardım paketlerini tercih etmiştir. Yurttaşların önemli bir bölümünün ekonomik ve sosyal güvenceden mahrum olması, “düşük güvenin” başlıca nedenleri arasındadır.
AKP iktidarında Türkiye bir baskı ve korku topumu haline gelmiştir. Korku ise beraberinde şüpheyi, endişeyi ve güvensizliği getirmektedir. Devlet yurttaşları potansiyel suçlu olarak görmektedir. Siyasi iktidarın teşvik etmesi ve zorlaması sonucu, yurttaşlar kendi aralarında dahi ihbarcılığın yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Yoğunlaşan devlet baskısı yabancılara, kurumlara ve sisteme olan güveni alabildiğine sarsmaktadır.
Bunların sonucunda kişilerin birbirlerine ve sisteme güvenmemesi, kendilerine olan güvenin de kaybolmasına yol açmaktadır. Türkiye’de depresyonun aşırı boyutlara ulaşması ve intiharların artması güven kaybının sonucudur.
AKP iktidarı toplumda var olan ayrışmaları, kutuplaşmaları ve çatışmaları azaltmak ve yumuşatmak yerine yoğunlaştıran bir siyaset yapma tarzını benimsemiştir. Laik-İslamcı, Alevi-Sünni, Türk-Kürt gibi keskin fay hatları siyasi iktidar tarafından, siyasi amaçlarla kışkırtılmaktadır. Son dönemde ise AKP iktidarı “milli”-“gayri milli” gibi yeni ve çok daha tehlikeli bir çatışma/kutuplaşma zemini yaratmaya çalışmaktadır.
Ayrıştırma ve kutuplaştırma, toplum kesimleri arasında hoşgörüyü azaltırken önyargıları artırmaktadır. Ülkede sürekli olarak gerilim, çatışma ve kavga atmosferi hüküm sürmektedir. Türkiye dışlanan ve mağdurlaştırılan toplum kesimlerinin, siyasi iktidarı ve rejimi sorguladığı derin bir meşruiyet bunalımına sürüklenmektedir. Derinleşen meşruiyet bunalımı ve zayıflayan toplumsal dayanışmanın başlıca nedeni de hızla erozyona uğrayan güven duygusudur.
Türkiye’de de gücün giderek tek elde toplanması, iktidarı etkilemek için yarışan güç odakları arasındaki rekabeti kızıştırmaktadır. Nitekim açık tartışma ortamları yasaklandıkça, bu odaklar arasındaki çekişmeler karanlıkta, kulislerde ve entrikalara başvurularak yürütülmektedir. Taraflar rakiplerini bertaraf edip öne çıkmak için birbirini küçük düşürmeye ve “davaya” ihanet içinde göstermeye çalışmaktadır.
İktidar partisinin kendi siyasi kadroları arasındaki güven kaybı dahi öyle bir düzeye ulaşmıştır ki AKP milletvekilleri henüz okumadıkları anayasa değişiklik metnini onayladıklarına dair imza vermeye zorlanmıştır. Genel Kurul’daki oylama sırasında her vekil bir diğerinin gözetleyicisi yapılmış, milletvekilleri açık oy verme durumundan bırakılmıştır. İktidar partisinin kendi içinden başlayarak tüm topluma yayılan dedikodular, karalamalar, ihbarlar ve komplolar siyasetteki ve toplumdaki güven duygusunu yok etmektedir.
Türkiye’de bir yandan yakınlara güven zayıflarken, kurumlara ve sisteme duyulan güven büyük bir erozyona uğramaktadır. Yurttaşlar kurumların işleyişine güvenmemektedir. Eğitimden diplomasiye, ekonomiden demokrasiye, terörden toplumsal çöküntüye kadar altında ezildiğimiz sorunların başlıca nedenlerinden biri bu “düşük güvendir.”
Toplumda güven oluşturmak zor bir süreçtir. Mevcut siyasi iktidar ise güven inşa etmek bir yana, toplumda var olan güveni dahi sarsmakta, tahrip etmektedir. Bu yıkımın başlıca nedeni yolsuzluğa, denetimsizliğe, cezasızlığa ve hukuksuzluğa yol açan otoriterleşme sürecidir. Gücün tek elde toplanması, iktidarın kişiselleşmesi ve keyfileşmesi, tüm sisteme damgasını vurmaktadır. AKP iktidarı bu nedenle iç ve dış dünyada meşruiyetini hızla kaybetmektedir. AKP iktidarının toplumda güven inşa etmesi ve bu sayede demokrasi, istikrar ve refahı getirmesi mümkün değildir.
Güven inşası otoriterleşmeden kaynaklanan ve güven erozyonuna yol açan güçlere karşı verilecek demokrasi mücadelesinden ayrı düşünülemez. Kısaca özetlenecek olursa: Toplum üzerindeki baskının kaldırılması ve özgürlüklerin teminat altına alınması; yurttaşların sosyal ve ekonomik güvencesini sağlayan güçlü bir sosyal devletin oluşturulması; toplumdaki ayrışmaları, kutuplaşmaları ve çatışmaları yumuşatan ve uzlaştıran bir siyaset anlayışı ve; hukuk devletinin sağlam bir zemine oturtulmasıdır. Tüm kurumların dürüst, şeffaf ve etkin hizmet vermesini sağlayacak bir yönetim anlayışının geliştirilmesidir.