Geçmişe baktığımda bazı insanların yanlış çağda yaşadığını düşünmüşümdür hep. Mesela Eski İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay. O, tam da bugün yaşamalı, olup bitenlerde etki ve yetki sahibi olmalıydı.
Meslek hayatına doktor olarak başlayan Gökay'ın bakanlığa kadar -ki kendisi 1 ay 20 günlük sağlık bakanlığı ile Cumhuriyet tarihinin üçüncü en kısa süre görevde kalan bakanıdır- giden bürokrasi ve siyaset hayatı bugünün esintilerini taşıyor.
Geçtiğimiz ay mesela Cumhurbaşkanlığı'ndan, "Alkol ve tütün satışı yapıldığını gösteren reklam niteliğindeki tabela ve ayaklı panoların kullanımı ile 'meyhane, tobacco shop, nargile cafe' gibi isimlerin dükkân ismi olarak verilmesinin önüne geçilecek," bilgisi gelmişti. Tam da Gökay'ın kalemi bir açıklama. Yeşilay Cemiyeti'nin kurucularından olan Gökay, 1949–1957 yılları arasında görev yaptığı İstanbul'da alkolle karşı uygulamalarıyla tarihe geçer. Alkolizm, toksikomani, eroinomani, haşişomani, marazi asklar, sinir frengisi, cüzam ve kalıtım, intiharlar, sosyal psikoloji ve tıp tarihi ile ilgili çok sayıda yayını olan Gökay, Beyoğlu'nda sarhoşlara savaş açar, "onları bir yerde toplayarak tedavi edilmelerini sağlar" daha da olmazsa, sarhoşları İstanbul dışına çıkarır.
"Tecrübi Ruhiyat Laboratuvarı" şefliğine (1924) atandığı dönemde Bakırköy Akıl Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Mazhar Osman'la tanışır, hem politika ham da alkol karşıtlığı konusunda çok iyi anlaşırlar. Bu arada bir parantez açalım. Mazhar Osman'ı merak edenlere okumalarını, Zen'in Bakırköy Akıl Hastanesi'nde (1999) albümü eşliğinde yapmalarını öneririm.
Gökay'ın, 1926'da Türk Kadın Yolu dergisine (sayı: 20, 1 Teşrin-i Evvel) yazdığı, "İçki Düşmanlığı ve Hanımlarımız" başlıklı yazısı sonraki yıllardaki pek çok yayına ve kanun teklifine de kaynaklı eder:
"Analık hakkını taşıyan kadınlar, hiç şüphesiz bir çocuğun ne kadar müşkilâtla dünyaya geldiğini ve yetiştirmek için ne kadar kalb ve huzur tüketildiğini erkeklerden fazla takdir etmektedirler. Bir kadın için dokuz ay on gün ıztırabını çektiği mahsul-i hayatının içki zehriyle kör, topal, sağır yahud alîlü'r-ruh bir mütereddi saralı olarak doğduğunu görmek ne felaket, ne tahammülsüz bir acıdır. İşte hanımlar yalnız hisleriyle değil, fen ve ilmin verdiği şuurlu muhâkeme ve mütalâalarla erkeklerden fazla içki düşmanı oluyorlar. Yetiştirdiği çocuğun hayırlı bir evlât olmasını kim istemez. Fakat işte bu basit hakikatı içki buharıyla tütsülenen, uyuşan dimağlar görmüyorlar. Onların basiret gözleri kapanık, muhâkemeleri bozuluyor. Mütereddi bir nesil yetiştirmek suretiyle cemiyet-i beşeriyyeye ve o çocuğun şahsına karşı yaptıkları cinayetin derecesini idrak edemiyorlar. Bugün bu yüzden alîl bir surette omuzlarımızda ağır birer yük teşkil eden zavallı çocuklar ne kadar çoktur? Hapishaneleri dolduran mücrimlerin ekseriyet-i azimesi alkolik babaların mahsülü değil midir? İsviçre kralı be-nâm yapılan istatistiklerde; mücrim çocukların, alîl ervâhlıların ekseriyet-i muazzamasının, bağ bozumu veya karnaval zamanlarında rahm-i madere düştüğü anlaşılmaktadır."
İçkinin bütün kötülüklerin anası olduğu, ananın da kadın olması nedeniyle Gökay, kaynağının ne olduğunu bir türlü açıklamadığı araştırmalardan örnekler verir yazılarında. Nitekim 1984'te TBMM'de bira reklamlarının başta TRT olmak üzere çeşitli mecralarda yasaklanması için verilen kanun teklifi görüşülürken, Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) Diyarbakır Milletvekili Mahmut Altunakar, "Gençliğin ve gelecek nesillerin beden ve ruh sağlığını, millî, ahlakî, aileyi ve toplumu, iktisadî ve millî savunma gücümüzü büyük ölçüde tehdit eden, aynı zamanda dış düşmanların soğuk savaş silahı olarak kullandıkları alkolizm karşısında ilgisiz kalmak alkolizm afetinden daha korkunç bir felakettir," diyordu. Yine bir parantez açalım, MDP, 12 Eylül darbesinden sonra 1983'te darbeci generallerin siyasal partilerin yeniden kurulmasına izin vermesinden sonra emekli orgeneral Turgut Sunalp ve 40 arkadaşı tarafından büyük umutlarla kurulmuştu. Paşaların bekledikleri başarı genel seçimlerde sağlanamayınca parti, 1986'da feshedildi. MDP'li 71 milletvekilinin bir bölümü Hür Demokrat Parti'ye, bir bölümü Anavatan Partisi'ne, bir bölümü de Doğru Yol Partisi'ne katıldılar. Turgut Sunalp ve birkaç milletvekili ise bağımsız kaldı.
Aktif dernekçilik faaliyetleri nedeniyle daha öğrencilik yıllarından politikacılarla yakın ilişki kuran Gökay, 1949'da Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün imzası ile Lütfi Kırdar'dan sonra İstanbul Valiliği'ne atansa da Demokrat Parti ile çok daha iyi anlaşır ve sekiz yıl, bir ay ve iki gün görevde kalır. Gökay'ın vali olarak göreve geldiğinde yaptığı ilk iş, makam odasını yeniden düzenlemek olur. Odanın kapısı ile masası arasındaki mesafeyi tam olabildiğince açar -tam bir kara film sahnesi. Gerekçesi ise, ziyaretçisini kendisine ulaşana kadar baştan aşağı süzmek, kişilik profilini çıkarmaktır. Ne de olsa kendisi ordinaryüs payesine ulaşmış bir psikiyatristtir. Bu gözlemden sonra gözünün tutmadığı ziyaretçisine nasıl davrandığını bilemiyoruz ama hakkında böyle bir kayıt mevcut.
Göreve gelişinin yedinci ayında yapılan genel seçimlerden Demokrat Parti'nin ezici bir zaferle çıkmasından sonra hükümetin takdirini ilk olarak, Mareşal Fevzi Çakmak'ın cenaze töreninde olayların çıkmasını önleyerek kazanır. Gökay özellikle Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın gözdesi olur.
Her konuşmasında Kuran'dan bir ayet ya da bir hadisi önce Arapça okuyup sonra manasını açıklayıp konuya bağlayan Gökay, İstanbul'un imar sorunları konusunda yasalara çok takılmaz, duruma göre pratik çözümler bulur. Kendisini "Ben İstanbul'un prensiydim" diye tarif eden Gökay'ın Karaköy'deki trafik sorununu çözmek için uyguladığı yöntem bunun en iyi örneklerinden.
Gökay, Karaköy meydanındaki trafik sıkışıklığını çözmek için Borsa Han'ı yıkmaya karar verir. Han belediyenindir ama kiracıların hanı boşaltmak gibi bir niyetleri yoktur. İşin mahkemelerde uzamasının, kiracıların haklarını korumasının önüne, hanın yıkılma tehlikesi olduğu yolunda bir karar alıp, kararın uygulanmasını da hafta sonuna denk getirerek geçer. Kiracılar mahkemeye ulaşamadan hanın yıkımı yapılır ve meydan açılır. Geçen hafta Gezi Parkı'nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden alınıp bir gün içinde Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı'na devri gibi düşünün bunu.
Ancak 1950'lerin ortasından itibaren Gökay'ın bağımsız çalışma dönemi biter.
Artık Başbakan Adnan Menderes İstanbul'un imar faaliyetleriyle bizzat ilgilenmektedir. Tartışmalı Barbaros Bulvarı bu dönemin ürünüdür mesela. Gerçi sonrasında benzer bir uygulama, İBB Belediye Başkanı Bedrettin Dalan tarafından, 1986'da 350 tarihi bina yıkılarak açılan Tarlabaşı Bulvarı'nda da yapıldı.
6-7 Eylül pogromu sırasında görevde olan Gökay, bu faciayla iyisiyle kötüsüyle o güne kadar edindiği yıldızları kaybeder. İddialar, Gökay'ın polis ve itfaiyenin olaylara zamanında müdahalesini sağlamadığı yönünde. Fevzi Çakmak'ın cenazesinde gösterdiği refleksi, 6-7 Eylül pogromunda gösterememiştir Gökay! 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra tutuklanıp Yassıada'ya götürülen Gökay hukuk garabeti mahkemelerde iyi ayrı davada yargılanır ancak olaylarla ilgili sorumluluğunu hiç kabul etmez. Siyasi yasak almayan Fahrettin Kerim Gökay, 1961'de Ekrem Alican'ın kurduğu Yeni Türkiye Partisi'nden İstanbul Milletvekili olarak TBMM'ye girer. 1965'te tekrar CHP'ye geçen Gökay, 69 seçimlerinde 17'nci sıradan aday gösterilince siyasi hayattan çekilir.
Gökay meslek hayatı boyunca çalışıp didinip edindiği 630 adet gayrimenkulü kendi adına kurulan vakfa bağışlayarak 22 Temmuz 1987'da vefat eder. Erken bir ölüm. Tam da bu dönem, tam da ona göreydi.