Hafta sonuna doğru içimde tuhaf bir sıkıntı vardı, bir huzursuzluk, bir eksiklik… Perşembe günü sorunun ne olduğunu anladım. Tam dört gündür ne tek parti dönemiyle ne de CA-HA-PE zihniyetiyle ilgili bir şey duymamıştım. Yirmi yıllık alışkanlıklar bir günde geçmiyor. Seçimle iktidar değişecek olursa yeni duruma alışmak için uyum kursları düzenlemek lazım. İşte perşembe günü AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, uçak gazetecilerine elindeki bir belgeyi göstererek, “Bu kart 1946'nın ekmek kartı. CHP dönemini tanımak için ekmek kartına bakacaksın. Bu CHP'nin karnesi. Bundan daha güzel ispat olmaz. Benim milletim bir daha bu karne dönemine dönmeyecektir", dediğinde kendimi bir hafta öncenin mutsuzluğu, güvensizliği içinde buldum da rahatladım.
Türkiye siyasi tarihine baktığımda acaba tek parti dönemi olmasaydı, 1950’den sonra gelen partiler ne kadar iyi olduklarını anlatmak için kendilerini neyle kıyaslarlardı diye düşünüyorum. Gerçi "On yıl öncesinden iyiyiz" demekle, "Yetmiş yıl öncesinden iyiyiz" demek arasında dağlar kadar fark var. Bir santimle bir metre karşılaştırması gibi bir şey, görkemli olan her zaman daha cazip.
Sanırım bu geçmiş kıyaslamasını yapmaya bir tek Demokrat Parti’nin (DP) hakkı olabilir. Her ne kadar ilk DP’lilerin büyük bir bölümü eski CHP’li, hatta eski CHP milletvekili olsa ve sonrasında eleştirdikleri pek çok kanun ve uygulamanın altında onların da imzaları olsa da.
Önceki gün Erzurum’da Et ve Süt Kurumu önünde -5 derecede kuyrukta bekleyenler, DP döneminin ilk icraatlarından birinin hizmetlerinden yararlandıklarının farkında değillerdi muhtemelen.
Diğer KİT’lerden farklı olarak özel kanunla değil, Milli Korunma Kanunu çerçevesinde 1952’de kurulan Et ve Balık Kurumu’nun (şimdinin Et ve Süt Kurumu) ilk kombinası 1953’te Erzurum’da faaliyete geçer. Birbiri ardına kurulan kombinaların açılışlarını da Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes birlikte yaparlar. Üretici memnun, tüketici memnun, siyasiler memnun. Yeni projenin başarılı olmaması için hiçbir neden yoktur. Aslında daha önce böyle bir kurum olmadığı için başarılı ya da başarısız olarak değerlendirilmesi de pek mümkün değildir zaten. DP’nin ilk beş yılında ardı ardına temellerini attığı kombinaların düzenli ve sürekli üretim yapması beklenirken işler pek de düşünüldüğü gibi gitmez. Eş, dost, hamili kart yakınımdır üzerinden yapılan yatırımlar ikinci beş yılında DP’yi epey uğraştırır.
Meydanlarda ve kürsülerde üst perdeden meydan okumalara karşın DP, sıfırlanmış hazine, dış borç ve -varlığını bir türlü kabul etmese de- çift haneli enflasyonla boğuşmaktadır o sırada. Krizden çıkış için ya Uluslararası Para Fonu’na gidecek ve “acı reçete”yi kabul edecek ya da 350 milyon dolar borç bulacaktır. O para bir türlü bulunamaz. Bel bağlanan Amerika’dan 350 milyon dolar borç yerine, 35 milyon dolarlık buğday ağırlıklı bir yardım alınabilir sadece.
1958’de İstanbul’da et sıkıntısı baş gösterince Başbakan Adnan Menderes, tek parti dönemini adres göstererek Türkiye siyasi tarihinde köklü bir geleneği de başlatmış olur.
1958 bütçe konuşmasına Başbakan Menderes bugün çok aşina olduğumuz bir soruyla, “Onların zamanında bakalım et var mıydı, yok muydu?” diye başlar. Tabii CHP sıralarından “Yok, daha neler!” nidaları eşliğinde. “1950’ye nazaran acaba Türkiye kasaplık hayvanların mevcudu bakımından geri mi, yoksa daha ileri mi gitmiştir? Evvelâ, bunu gözden geçirelim: 1950’de kasaplık hayvan mevcudu 51 milyon, 1957’de 66 milyon. Demek ki, 15 milyonluk bir tezayüt (artma, çoğalma) var” diyen Menderes, “onların zamanının” ne kadar korkunç olduğunu kanıtlamak için o günün iktidar destekçisi Vatan, Yeni Sabah ve Hürriyet gazetelerinden haber spotları okur.
O sırada muhalefette olan CHP’nin protestoları arasında Menderes, “1949’da vaziyet işte bu idi. 1957’de daha iyi bir duruma girmiş bulunuyoruz. Takip edilen iktisadî politikanın efkârı umumiyeye doğru ve isabetli şekilde aksettirilmesi, demokratik rejimde büyük ehemmiyet arz eder” diye devam eder konuşmasına.
Sıfırlanmış hazine, dış borç, çift haneli enflasyon da olsa yine de her mahalleye olmasa da yakın çevrelerine epey bir milyoner kazandırmışlardır. Kendilerinden önceki yirmi yedi yıl ise sadece ve sadece “Cumhuriyet'in kaybolan yirmi yedi yılı”dır; hem de etsiz!
Şengün Kılıç kimdir? Şengün Kılıç, Gazi Üniversitesi, Maliye Fakültesi'nden mezun oldu. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera Anasanat Dalı'na devam etti. 1986 yılında gazeteciliğe başladı. Çeşitli gazete, dergi, radyo ve televizyonlarda muhabirlik, editörlük ve haber müdürlüğü yaptı. Biz ve Onlar/Türkiye'de Etnik Ayrımcılık (1992, Metis Yayınları), Beyaz Bir Düş (2004, Epsilon Yayınları), Sinemada Ulusal Tavır/Halit Refiğ Kitabı (2006, İş Kültür Yayınları), Erozyon Dede, Hayrettin Karaca Kitabı (2008, İş Kültür Yayınları), CHP'li Yıllar 1946-1992 (2010, İş Kültür Yayınları), Hayatım Mücadeleyle Geçti/Kemal Kurdaş Kitabı (2010, İş Kültür Yayınları), Çayın 90 Yılı (2014, Kesişim Yayınları), Haberde Yargı/Yargı Haberciliği Elkitabı (2019, bianet), Kadehlerdeki Dudak İzleri (2002, Overteam,) adlı kitapları yayımlandı. |