Bugüne benzetmek gibi olmasın, 1955'te Hazine tamtakır, Merkez Bankası döviz rezervleri sıfırlanmış, Demokrat Parti (DP) hükümeti fellik fellik dış borç arayışında. 1950'de iktidara geldiklerinde her ne kadar 450 milyon doların üzerinde döviz ve altın rezervi, buna karşılık 100 milyon dolar dolayında bir dış borçla Hazine'yi devralmış olsalar da hazıra dağ dayanmamış, döviz rezervleri uçup gitmiş, "Her mahalleye bir milyoner" projesi dağları bitirmişti.
DP'nin daha birinci döneminde ekonomik kriz kendini ciddi bir biçimde hissettirmeye başlamıştı aslında. Bu dönemde Marshall yardımları kısa süreli olarak krizin etkilerini azaltmaya epey yardım etmişti.
TIKLAYIN | Bir Aşk-ı Memnu öyküsü: IMF (I)
Amerika Dış İktisadi Politika Komisyonu Başkanı C.B. Randall 1953'te Ankara'ya ziyarete geldiğinde, bütün gazetelerin birinci sayfalarında günlerce bu iyiliksever insandan bahsediliyordu: "Randall geldi… Randall yürüdü… Randall oturdu…" Her yardımın bir karşılığı vardır tabii, nitekim Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu da Marshall yardımlarının kilidini elinde tutan Randall'ın dürtmesiyle, yardım karşılığında 1954'te çıkar. IMF'nin yapısal değişiklik önerileri yerine, DP'nin daha kolay yerine getirilebilir bulduğu Amerikan şartlarını tercih etmesi çok da şaşırtıcı değildi. Ta ki, 1955'te ekonomik krizin tepe noktasına çıkmasına kadar. Amerika'dan 350 milyon dolarlık bir yardım alınırsa, her şey yoluna girecektir; böylece IMF'nin "acı reçete"sine gerek kalmayacaktır.
Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu başkanlığında bir heyet hazırlanır ve Amerika'ya doğru yola çıkar. Amerika'daki görüşmeleri, ekipte bulunan Hazine Genel Müdür Yardımcısı Kemal Kurdaş şöyle anlatıyor: "Karşımıza geçtiler, Türkiye'nin ekonomisini bize tahlil ettiler. 'Bir taraftan enflasyon yapıyorsunuz, bir taraftan da döviz kurunu sabit tutuyorsunuz, ithal talebini kısıtlıyorsunuz, çok zalim bir kambiyo rejiminiz var, kalkınamazsınız,' diyorlar. Dinliyoruz. Fatin sürekli bana, cevap ver, diyor, madem iktisatçısın, enflasyon olmadığını ispat et… İktisatçıyım, yalancı değilim, dedim…" Amerika gezisi pek başarılı geçmez, 350 milyon dolar talebine karşı, 35 milyon dolarlık buğday ağırlıklı bir yardım alınabilir ancak. Artık IMF ve acı reçeteleri dışında pek bir yol kalmamış gibi görünmektedir.
Hükümetlerin, kriz dönemlerinde özellikle enflasyon konusundaki tutumlarının benzer olması bir devlet geleneği sanki; "Türkiye'de enflasyon yok!" Günümüzle kıyaslandığında belki de tek değişiklik, kullanılan inkâr yöntemleri; geçmişte, enflasyon rakamları görmezden gelinirken, günümüzde enflasyon hesaplama kriterleri değiştiriliyor.
Türkiye, çift haneli enflasyonla İkinci Dünya Savaşı yıllarında tanıştı; 1939'dan başlayarak 1944'e kadar yüzde 350'ye ulaşan enflasyon rakamlarıyla Türkiye, Latin Amerika ülkelerini aratmaz bir dönem yaşamıştı. Savaş sonrası dönemde ise enflasyon hızla kontrol altına alınır, hatta eksiye bile düşürülür. Halkın enflasyon dönemine ait kötü hatıraları nedeniyle olsa gerek, DP döneminin tabu sözcüklerinin başında enflasyon gelir. 1955'te çift haneli enflasyon rakamları yine gündemdedir ama başta Başbakan Adnan Menderes olmak üzere hükümet yetkilileri, bürokratların enflasyon uyarılarına karşı hop oturup hop kalkarlar. Enflasyon var diyen bürokratlar, önce Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur'un odasının yanındaki loşla karanlık arası ışıklandırılmış odada bekletilir, sonra da fırçalanmak üzere görüşmeye alınırlar. Karanlık odanın müdavimlerinin başında Hazine Genel Müdür Yardımcıları Bülent Yazıcı ve Kemal Kurdaş ile Bayındırlık Bakanlığı üst düzey yöneticisi Daniş Koper vardır.
DP döneminde "enflasyon var," diyen bürokratlarla hükümet arasındaki ilişkiler anlaşılır gibi değildir. Türkiye'nin son yirmi yılıyla karşılaştırmak ise mümkün değil, çünkü ortak bir nokta yok. DP'den başlayarak sonraki dönemlerde tercih edilen yöntem, alınan kararlara muhalefet eden bürokratları kabule zorlamak, olmazsa kızağa çekmek, daha da olmazsa görev yerini değiştirmektir. Yürütmenin durdurulması için Danıştay'a dava açıp görevine dönen çok sayıda bürokrat örneğiyle doludur devlet tarihi; hey gidi günler!
Enflasyon var diyen bürokratlarla ilgili en uç örnek, Kurdaş'ın yurtdışına kaçışıyla sonuçlanan süreç kuşkusuz. Kurdaş, enflasyonun varlığı ve çözüm yöntemleriyle ilgili olarak Hazine adına yazdığı 150 sayfalık raporu kısaltıp Mülkiye dergisinde yayımlandığında kızılca kıyamet kopar. Acilen, karanlık bekleme odasında bir süre kendi kendiyle kalıp hatasını anlaması için bekletildikten sonra toplantıya alınır. Odada Başbakan Adnan Menderes, Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur, Sınai Kalkınma Bankası Genel Müdürü Haydar Gök ve Maliye Bakanı Nedim Ökmen vardır.
Kurdaş, Menderes'le aralarında geçen konuşmayı şöyle anlatıyor:
Haydar Gök: Kemal Bey gibi maliyeci arkadaşların söylediği şekilde, Türkiye'de enflasyon yok!
Menderes: Tabii efendim, yok Türkiye'de enflasyon. Bunlar yapıyorlar! Bunun dediklerini yapsaydık, ölüler mezara kefensiz girerdi!
Kurdaş: Beyefendi, bu arkadaş nerede enflasyon yok diyor, siz nerede yok diyorsunuz?
Menderes: Şimdi, sen öyle yemeğini Karpiç'te kaç liraya yiyorsun?
Kurdaş: Valla efendim, ben memur adamım Karpiç'te yemek yiyemem, bir davet oluyor, onlar ödüyorlar, ancak o zaman giderim Karpiç'e.
Gök: Efendim, geçen sene 2,5 liraydı, şimdi 5 lira.
Menderes: Şükran'da kaçtı, kaç oldu?
Kurdaş: Şükran kim efendim?
Menderes: Şükran'da kaça yeniyor öğle yemeği?
Kurdaş: Bilmiyorum efendim.
Gök: Geçen sene 1,5 liraydı, bu sene 2,5 lira.
Menderes: Ağzını açmış konuşuyorsun, ama hiçbir şey bilmiyorsun! Nerede enflasyon var? Karpiç'te 5, Şükran'da da 2,5 liraya yemek yiyorsun, nerede enflasyon?
Kurdaş: Aman efendim, enflasyon böyle ölçülmez. Geçen sene Karpiç'te 2,5 liraymış, bu sene 5 olmuş. Şükran'da 1,5'muş, 2,5 olmuş. İşte, bakın her iki tarafta yürümüş fiyatlar. Ama fiyat farkları, istihsal bölgesinde olup olmamakla değişir. Bana küfretmeyin, söylemeyin bu lafları. Bakın, kaç senedir karşınıza geliyoruz. Siz benim bir tane elbisemin olduğunun farkındasınız, değil mi? Ciddi yerlere onu giyiyorum. Bir elbisem daha var, bir tane de gömleğim var, bakın, burasını hanım ördü. Siz kime hücum ediyorsunuz? Affedersiniz, devlete saygımdan burayı terk edeceğim, yoksa çok ağır konuşacağım.
Bu konuşmadan sonra Kurdaş toplantıyı terk eder. Ökmen, arkasından polis gönderip tekrar başbakanlığa geri getirtir ama Kurdaş, toplantıya girmeyi reddeder.
Bu tartışmadan sonra Kurdaş, görevinden alınmasa da kızağa çekilir. Yine de hazırladığı Merkez Bankası politikalarını kontrol altına alınacağı, politikacıların Merkez Bankası politikalarına karışmayacağı, gerçekçi döviz politikaları izleneceği, kambiyo kontrollerinin Hazine kontrolü altında olacağı teminatını içeren memorandumu Amerikan Yardım Heyeti ve IMF'ye verilir. Amerika'dan 125 milyon dolarlık kredi alınır, IMF ile de ilk stand by anlaşması imzalanır. Gerçi stand by anlaşması, devalüasyon ve enflasyon ile ilgili maddeleri nedeniyle kısa süre sonra iptal edilse de Türkiye'nin IMF ile olan borç ilişkisi resmi olarak başlamış olur.
Kurdaş'a ve siyasetçi-politikacı ilişkisine dönersek, 1956 yılı bütçesinin Meclis'ten geçmesinden sonra gözler, ısrarla Türkiye'de enflasyon var diyen Kurdaş'a döner. IMF ile imzalanacak anlaşmanın sorumlusu olarak Kurdaş seçilir ama vitrindeki yüz, Maliye Bakanı Nedim Ökmen görevinden alınır. Bugüne göre bir fark da bu sayılabilir; bugün, önce bürokratlar sonra maliye bakanları gidiyor.
Artık Kurdaş için geçmişteki bir iş teklifine evet deme zamanı gelmiştir. 1955'te İstanbul'da yapılan IMF toplantısında Kurdaş'a, IMF'de iş teklif edilmiştir. Plan şöyledir: 1956 Mart ayında IMF yıllık toplantısı için Türkiye'ye gelecek olan Umum Müdür Yardımcısı Cocran, Başbakan Menderes'le görüşüp Kurdaş'ı isteyecektir. Görüşme çok iyi geçer, hatta Kurdaş, Menderes'in kendisini övmesi karşısında şaşkınlığa düşer. Görüşme Menderes'in, "Kemal Kurdaş'ın IMF'de iktisat müşaviri olarak çalışmasından şeref duyarız!" sözleriyle biter.
Kurdaş, Hazine'deki pozisyonu için Memduh Aytür'ü önerir ve yolculuk hazırlıklarına başlar. Ankara'da evlerini boşaltıp ailesini İstanbul'a gönderir. Raporlarını hazırlar, IMF için gerekli belgelerini gönderir ve beklemeye başlar. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra Mumduh Aytür, Kurdaş'ı eski bakan Öktem'in odasına çağırır. Odada müsteşar Ahmet Salih Korur da vardır. "Sen beyefendiye karşı çok haksız davrandın," der Aytür, "Artık bardak taşmış ama o sana karşı âlicenap davranıyor…" Sonra bir tebligat uzatır Kurdaş'a; Ankara dışına çıkmayacak, iki günde bir de Kızılay Emniyet Amirliği'ne uğrayıp tekmil verecektir! Tebligatın hükümsüz kılınmasının tek koşulu ise hazırladıkları özür mektubunun Kurdaş tarafından imzalanmasıdır. Hazine'de çaycı dışında Kurdaş'ın çevresinde kimse kalmaz. Yaklaşık bir hafta boyunca Kurdaş her gün karanlık odada bekletildikten sonra, Türkiye'de enflasyon olmadığı ve Menderes'ten özür dilediğinin yazıldığı mektubu imzalaması için baskı görür. Sonunda Kurdaş mektubu alır ve kendisinin başka bir mektup yazacağını söyler.
Mektubu özetle şöyledir; "Mr. Cochran'a lütfedip beni, müsaade etmiştiniz. IMF'ye tayinim çıktı. Bırakın gideyim veya eğer bırakmayacaksanız, artık Hazine'de, hükümetinizle iç içe olması gereken bir mevkide çalışamam, müsaade edin, müfettişliğe geri döneyim." Menderes mektubu İstanbul, Florya'da alır, bir süre düşündükten sonra, "Tamam maliye müfettişliğine geri dönsün ama Ağrı'ya yollasınlar!" talimatını verir.
Yıldırım hızıyla Kurdaş'ın tayini teftiş kuruluna çıkartılır ve Ağrı turnesiyle görevlendirilir. Kurdaş ailesini görmek için bir haftalık izin ister. Artık Ankara'da ikamet ve iki günde bir karakola imza zorunluluğu kalkmıştır. O gece İstanbul'a doğru yola çıkar. Önceden haber verdiği iki Mülkiyeli arkadaşı, Selahattin Özmen ve Orhan Giray onu karşılar. Durumu değerlendirirler. En mantıklı işin, İstanbul'dan pasaportunu alıp Amerika'ya doğru yola çıkması olduğuna karar verirler. Pasaport konusunda yine bir Mülkiyeli olan, pasaport şube müdürü Muzaffer Erman yardım eder. Kurdaş'ın İstanbul'a gelişiyle pasaportunu ve IMF'den gelen yazıyla Amerikan vizesini alması sadece iki gün sürer. Kurdaş, üçüncü gün Amerika yolculuğuna çıkar.
Gidişinin ardından Cumhurbaşkanı Celal Bayar, "Onu Amerikan gizli servisi kaçırdı!" der.