Tek parti dönemini saymazsak, 1974 ekonomik krizi, CHP tarihinin en kara dönemi olmuştur. Kıbrıs harekâtı her ne kadar hafızalarda olumlu puan olarak yer alsa bile bugün de başına kakılan, "Yağ bulunmuyordu, yağ… Kuyruklar uzayıp gidiyordu… İşte CA-HA-PE zihniyeti!" sözü işte bu dönemden kalmadır.
Ekim 1973'te yapılan genel seçimlerden sonra bir türlü kurulamayan hükümet, Cumhuriyet Halk Partisi ile Milli Selamet Partisi'nin anlaşmaya varmasıyla ancak 6 Şubat 1974'te kurulabilmişti. Bugünkü 436 milyar dolarlık dış borçla karşılaştırıp küçümsemeyin, 1974 şartlarında hiç de yabana atılmayacak 4 milyar 600 milyon dolarlık bir dış borçla CHP-MSP koalisyonu göreve başlamıştı. Borç yetmezmiş gibi bir de birinci petrol krizinin patlaması, onu da Kıbrıs kriziyle Amerikan Ambargosu izlemesi ne hükümete ne de ülkede nefes alacak hâl bırakmamıştı.
Türkiye'nin 1961'de aldığı ilk kredi ile başlayan IMF macerasında 1974'e kadar sadece, 1965 yılında kredi kullanılmamıştı. En son Süleyman Demirel başkanlığında kurulan Adalet Partisi hükümeti tarafından 1970 yılında 125 milyon dolarlık bir kredi kullanılmıştı ve ödemeleri de hâlâ duruyordu. Özellikle Amerikan ambargosuyla birlikte Türkiye için kredi bulmak ciddi bir sorundu. Ülkeye tek döviz girişi, yurtdışında çalışan işçilerin getirdiği kadardı. Yüzde 19'luk enflasyon, başta akaryakıt olmak üzere tüm tüketim mallarına erişim güçlüğü ve döviz rezervleri neredeyse sıfırlanmış bir hazine; evlat olsa sevilmez!
Bu arada bir parantez açalım, 74 krizinin ekonomi öğrencileri açısından da özel bir anlamı olduğunu belirtelim: Derslerde satır aralarında "pratikte görülmemiştir ama…" diye öğretilen stagflasyonun, tarihte ilk kez pratiğe geçtiği yıldır 1974. 74'ten sonra da tekrar teorideki yerine döner bu kavram, ta ki son yıllara kadar.
Tam bu kara günlerde, Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan, Başbakan Bülent Ecevit'i müjdeli bir haberle arar: Dış borç bulunmuştur, hem de milyar dolarlık!
İthal ikameci politikalara geçiş yapılmaya çalışılan bu dönemin ekonomik analizi başka yazıların konusu, biz milyar dolarlık dış krediye dönelim.
21 Nisan öğleden sonra Ecevit'in özel kalem müdürü, Devlet Bakanı İsmail Hakkı Birler'i görüşme için çağırır. Odada Ecevit dışında yüzünde bıyıkaltı bir gülüşle Dışişleri Bakanı Turan Güneş vardır. Ecevit, Birler'e, "Hazırlan, Suudi Arabistan'a gideceksiniz. Erbakan, Suudi Arabistan Büyükelçisi ile görüşmüş, oraya üst düzey bir heyet giderse, yardım sözü vermişler. Onun için çok kısa sürede muhakkak gideceksiniz," der. Kabinede Erbakan ile yıldızı en az barışık bakanlardan olan Birler itiraz edecek olur, "Ben niye gideyim, dışişleri, maliye bakanı gitsin, ben ne anlarım bu işlerden," der, Güneş'ten yardım isteyerek. Ecevit, "Senin gitmeni Turan Bey istedi zaten," der tebessüm ederek, "Hoca ile gideceksin, eee, onun dilinden de sen anlarsın!"
22 Nisan'da başbakanlıkta, Ecevit, Erbakan, Birler, Güneş, Abdülkerim Doğru, Fehim Adak, Cahit Kayra ve bakanlık temsilcilerinin katıldığı bir toplantı düzenlenir ve yardımın şartları ve talepler konusunda bir toplantı yapılır. Birler'in toplantı notları şöyledir:
"1) Kral Hazretlerinin davetlisi olarak Suudi Arabistan'a gidiyoruz.
2) Hedeflerimizden birisi kredi temin etmektir. Bu kredi nakit olabileceği gibi, petrol bedellerinin ödenmesinin otuz-kırk sene gibi bir süreye yayılması şeklinde da olabilir.
3) Suudi Arabistan'da yatırım yapmak istiyoruz. Başka ülkeler bizim ülkemizden geçerek mal götürüp satıyorlar, bunları biz satalım veya orada yapalım.
4) Onların da Türkiye'de yatırımlar yapmasını, ortak yatırımlar yapılmasını istiyoruz.
5) Petrol konusunda uzun vadeli işbirliği sağlamalıyız. Bunları sağlamak üzere bir çerçeve anlaşma yapmak istiyoruz. Hazırlanan taslak elçi tarafından Kral Hazretlerine sunuldu ve muvafakatı alındı. Buna uygun olarak protokoller yapılmalıdır.
6) Kültür anlaşması.
7) Askeri alanda özellikle askeri eğitim alanında yardımcı olabiliriz. Kredi ve askeri konuları açıklamak sakıncalıdır. Program basılı olarak burada verilecek. Kral topluca bizi kabul edecek, bunun dışında altı panel yapılacak: Maliyecilerle, hariciyecilerle, ticari, planlama, harp silah ve vasıtaları, Kültürel konular."
Almak iyi de bir de verilecek tavizler var. Toplantıda verilmeyecek tavizler başlığı altında da kararlar alınır. Yine Birler'in notlarında bu kararlar da şöyle sıralanır:
"1) İslam Konferansı sekretaryasına üye olmak veya anayasasını imza etmek.
2) İsrail'le münasebet kesme veya kendisini Siyonizm ile suçlama.
3) İki ülkenin Müslümanlığın inkişafı veya Müslüman olmaktan ötürü İslam üzerine müesses politika.
4) Herhangi bir ülkeyle ittifak sistemini kötülemek.
5) Herhangi bir ülkeyi methetmek."
26 Nisan akşamı, Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı olarak baş müzakereci Necmettin Erbakan ile Birler Riyad'a doğru yola çıkarlar. Erbakan uçakta, "Kral Faysal bize hazinesini açmaya hazır, milyar dolar alacağız," der Birler'e sık sık. Heyet Amerika'dan sürekli reddedilen kredi taleplerinden sonra Erbakan'ın verdiği moralle neşelidir. Suudi Arabistan'da onları Büyükelçisi Necdet Özmen karşılar. Üç günlük ziyaretin programı dakikası dakikasına bellidir.
27 Nisan'da ziyaret programını ve toplantı ayrıntılarını görüşmek üzere Nezaret-ül Ticaret-ül Sanayi, yani Sanayi ve Ticaret Bakanı Şeyh Awadi ile bir araya gelirler. Awadi son derece misafirperver, "Sizlere ülkemizde değil, ülkenizde hoş geldiniz diyorum," diyerek karşılar konuklarını. Önce Maliye Bakanı Sakkaf, ardından Petrol Bakanı Zeki Yamani -ancak, Petrol Bakanı burada olmadığı için Bakan Muavini ve Kral Hazretleri'nin oğlu Prens Suud ile- görüşecekler, akşam saatlerinden de Awadi'nin heyet onuruna vereceği yemeğe katılacaklardır. Bu arada Awadi, "Sayın Erbakan elçimize bir ticaret anlaşmasından bahsetmiş, henüz okuyamadım, ama onu da görüşürüz," dediğinde gidişatla ilgili ilk şüpheler de doğar. Türk heyetinin asıl görüşmek üzere geldiği konu, Suudiler için pek de öncelikli değildir.
Erbakan, "Biz Suudi Arabistan'a geldik, kardeşlik hislerimizi teyit ettik şeklinde dönmeye mezun değiliz. Fiili bir durum yaratmaya mecburuz, mesela yarın yemekten önce ticaret anlaşmasını imzalamamız kardeşliğin teyidi olur. Petrol, kredi anlaşmalarını da burada imzalamak ve öyle dönmek istiyoruz. Ayrıca vezirden yatırımlar konusunda karşılıklı alaka duyduklarının teyidini de götürmek istiyoruz," dese de daha ilk günden hayaller kanat açıp uçmaya başlamıştır.
Awadi'nin, "Suudi Arabistan'da ticaret ve sanayi serbesttir, tamamen özel sektördür. Ancak biz hükümet olarak teşvik ederiz, kolaylık gösteririz. Tafsilatı sayın bakanlarla görüşeceğiz," cevabı ilk günün de finali olur.
Bakanlar düzeyinde başlayıp müzakereci ekiplere bırakılan toplantıların ardından Erbakan ve Birler, gelmişken umremizi de yapalım, deyip Mekke'ye giderler. Kâbe'nin giriş kapısında iki rekât namaz kılıp tavaflarını yaptıktan sonra geri dönüş için yola çıkarken saray nazırı koşarak yanlarına gelir, "Kral hazretlerinin izni ile dilerseniz, Kâbe'nin içini de ziyaret edebilirsiniz," der. "Kâbe'nin dışında ne yapacağımızı biliyoruz da içinde ne yapacağımızı bilmiyoruz, nazır anlattı neyse ki. Orda da kapıya arkanızı dönüp iki rekât namaz kılacaksınız, sonra yine tavafınızı yapıp, duanızı edip çıkacaksınız, dediler.'" diye anlatıyor anılarında Kâbe ziyaretini. İbadetin ardından Erbakan, "Aziz kardeşim, benim buraya üçüncü gelişim bu. Bir kere umreye bir kere de hacca geldim, ama Kâbe'nin içine girmek ilk defa nasip oldu bana!" der. Birler'in, "Tabii yanında kim var!" esprisi Erbakan'ın tüm gezi boyunca ve hatta Türkiye'ye döndükten sonra da Birler'le hiç konuşmamasına neden olur.
Milyar dolarlık dış kredi için yapılan Suudi Arabistan ziyaretinin en kritik görüşmeleri Maliye Bakanı Sakkaf'la yapılır. Birler, birkaç kez terk ettiği toplantılara her seferinde Büyükelçi Özmen'in zoruyla geri döner: "Aman efendim, büyük skandal olur!"
Birler kabir azabına döndüğünü söylediği Sakkaf görüşmesini şöyle anlatıyor: "Sakkaf öyle laflar ediyordu ki, dayanmak mümkün değil! Hani biz oraya milyar dolar almaya gitmişiz ya, ine ine yüz binle ifade edilecek miktara düştü verecekleri kredi. Söyledikleri rakamları kabul etmemiz mümkün değil, ama bizim büyükelçi de 'Efendim eli boş dönmeniz daha kötüdür!' diyor. Dedikleri miktarı kabul ettiğimizde bu sefer de Sakkaf diyor ki, 'Yalnız bir şartım var, benim kabul edeceğim bir Avrupa devletinin kefaletini isterim!' Türkiye'nin imzasına güvenmiyor, kefil istiyor! Bunun üzerine artık dayanacak halim kalmadı, önümde duran dosyaları kaldırdım ve Sakkaf'ın suratına fırlattım, toplantı odasından çıktım. Necmettin Hoca durumu öğrenince, benim adıma özür dilemiş; biz bu toplantıyı yaparken o sırada kim bilir o hangi camideydi!"
Her ne kadar Birler o gün bulduğu ilk uçakla Ankara'ya geri dönmek istese de Kral Faysal'ın o gece onurlarına vereceği yemeğe katılmamaları büyük bir diplomatik skandal olacaktır. Birler'in yemeğe katılmak için tek şartı vardır, Sakkaf'ın davete katılmaması. Özmen ile saray nazırı arasında süren müzakerelerden sonra, Sakkaf'ın o gece yemeğini evinde yemesine karar verilir de skandal daha da büyümez.
Kredi beklentilerinin yerle yeksan olduğu görüşmelerin ardından Kral Faysal sarayında verdiği yemekte Necmettin Erbakan ve İsmail Hakkı Birler'e, üzerinde kendi imzası ve Suudi Arabistan'ın amblemi olan, krokodil kayışlı Rolex marka altın birer kol saati hediye eder. Böylece, milyar dolar almaya gidip, bir kol saatiyle dönülen ilk gezi de tarihe geçmiş olur.
Türkiye'nin kredi macerasıyla ilgili değil ama yeri gelmişken Birler'in saatine ne olduğunu da anlatalım. 1980'de Birler, İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı olarak New York'a Dünya Bankası toplantına gittiğinde saatinin de yıpranan köprüsünü değiştirmek ister. Sadece köprü değişimi için 500 dolar istenince Birler, "boşver" diyip çıkar ama saati otelin lobisinde düşürmek suretiyle kaybeder.