Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan şubat ayı başında kuş mu, deve mi bir türlü anlaşılamayan reform paketini müjdelerken, "Belki de Türkiye'nin yeni bir anayasayı tartışmasının vakti gelmiştir" dedi ve ortaya bir bomba bıraktı.
Anayasa değişikliği, geçtiğimiz on beş gün içinde tartışılacakken, Boğaziçi Üniversite'nde protestocu öğrencilere yapılan operasyon, aşı, Türkiye'nin Ay'a seyahati, Gara'ya yapılan askeri operasyon, Gara sonrası HDP'ye yapılan operasyon, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun CHP'yi ziyareti gibi neredeyse her güne bir olay düştüğü için bir türlü gündeme gelemedi. Yine de olaysız geçecek bir zaman geldiğinde bu konu da elbet gündeme gelecektir.
Anayasa değişikliğinin gerekçesi açıktı: "Ne kadar değiştirirsek değiştirelim Anayasa ruhuna derç edilen darbe ve vesayetin izini silmek mümkün olmuyor." Avrupa Birliği mevzuatına uyumlulaştırma da dahil, 1982'den bu yana anayasanın daha önce on dokuz kez değiştirildiği düşünülürse, yapılan temizliklerin kimseyi tatmin etmediği açık.
Cumhur İttifakı ortağı Devlet Bahçeli de ortağıyla aynı fikirde, hatta ondan daha da istekli: "Yürürlükteki 1982 Anayasa'nda bugüne kadar on dokuz defada 184 değişiklik yapılmasına rağmen vesayetin derinlere nüfuz etmiş iz ve kalıntıları bir türlü silinememiştir." Bahçeli'ye göre, "yönetim sistemi yeni esaslara göre reforma bağlanmış bir ülkenin siyasi ve hukuki çelişkilerden kurtulmasının başkaca bir seçeneği yok. Parlamenter sistemin tozu ve tortularıyla Türkiye'nin ufkunun perdelenmesi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni en azından zaafa uğratma riski taşıyor."
Yeni anayasa taslağının kim ya da kimler tarafından hazırlanacağı henüz bilinmiyor. Söylentilere göre, Cumhurbaşkanlığı'nda görevli bir hukuk profesörü ön çalışmanın koordinasyonunu yürütecek. Biz kim oluyoruz zaten, bu kadarını bilmemiz yeterli! Gerçi hazırlanan taslak metnini Cumhur İttifakı'nın bugünkü sayısal çoğunluğuyla bir gecede torba yasalar gibi Meclis'ten geçirmesi mümkün değil ama açılacak ittifak ve transfer borsası ve tarihi başka bir yazının konusu.
Darbe sonralarında tepeden inme anayasaların yapılması konusunda ciddi bir geleneğe sahip Türkiye. Partiler arası ortak komisyonlar hazırlarmış gibi görünse de komisyon tutanakları incelendiğinde hep yüksek mevkideki birilerinin salladığı parmağı görmek mümkün. Sallanan parmaklar ne hikmetse hep temel hak ve özgürlükler maddelerinin görüşülmesi sırasında ortaya çıkıyor.
12 Mart 1971 askeri muhtırasından hemen sonra başlayan ve 1971-73 yılları arasında süren anayasa değişikliği çalışmaları için kurulan Partiler arası Anayasa Komisyonu'nda basın özgürlüğü, üniversite ve TRT'nin özerkliği, memurların sendika hakları, özel yetkili mahkemelerin kurulması gibi konular görüşülürken o günün parmak sallayanı, darbeci Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç'tır mesela.
Cevat Önder (DP), Seyfi Öztürk (AP), Emin Paksüt (MGP) ve İsmail Hakkı Birler'den (CHP) oluşan komisyonun başkanlığını Adalet Bakanı İsmail Arar yapmaktadır. Arar, muhtıradan sonra kurulan Partiler Üstü Reform Hükûmeti'ne CHP tarafından gönderilmiştir. Anayasa'nın 11'inci maddesi görüşülürken (Temel Hak ve Hürriyetlerin Özü, Sınırlanması ve Kötüye Kullanılması) büyük tartışma yaşanır. Askerlerin hazırlattığı taslak Adalet Partisi, Demokratik Parti ve Milli Güven Partisi tarafından tamamen desteklenmektedir.
22 Haziran 1971 tarihli toplantıda basın özgürlüğü ile ilgili 22. madde görüşülür. CHP'nin muhalefet ettiği değişiklikle ilgili tartışma uzayınca Adalet Bakanı Arar, Orgeneral Tağmaç ile yaptığı görüşmeyi anlatır ve beklentileri sıralar: "Milli güvenliğin gerektirdiği gizlilik, askerlerden gelen bir taleptir. Asıl değişiklik beşinci fıkradadır. Mahkeme kararı ile toplama en erken öğleden sonra mümkün olabiliyor. Bu (değişiklik) bir zarurettir!" İstenen, mümkünse gazetelerin daha basılmadan toplatılmasıdır.
Emir, darbeci Tağmaç'tan gelmiştir ve söylenecek fazla bir şey de yoktur. Toplantı şöyle devam eder:
Demir: Toplama kararının mahkemelerden alınarak yetkili mercie verilmesi, son derece tehlikelidir. Mevcut olayların tesirinde kalmayalım.
Paksüt: Yetkileri kullanma merci önemlidir. Bugün tatbikat, böyle bir zaruret doğurmuştur. Yetkiyi suistimal edenler, cezayı görür, eğer kurulu düzen kalırsa…
Korkmazcan: Değişikliklerin ana esprisi, icranın yetkilerinin genişletilmesi ve işleyebilmesini temindir. Taslağın kabulünde mahsur görmüyoruz.
Dinçer: Bu hüküm bir tepkinin değil, bir ihtiyacın sonucudur. Hâkim kararını saat 15.00'ten önce almak mümkün olmuyor. Bu arada da tahkikat yapılıyor. Toplama kararı istenen hâkimlerden bazısı, bilirkişi tahkikatına dahi karar vermişlerdir. Ancak gazete dağıtılmadan toplanırsa maksadı temin eder.
Birler: Savcı-hâkim, gazete basıldığında istirahatte de yetkili merci nerede? Dağıtılmadan toplamanın adı ise sansürdür. Eğer yetkili merci de tetkik ederek toplatacaksa, ancak ertesi gün öğlene doğru mümkün olabilecektir. O takdirde ne fayda sağlanacaktır? Bu fıkra için, yetkili organlarımızdan mutabakat getirebileceğimizi sanmıyorum.
Öztürk: 1950-60 arasında yetkiyi icraya verdik, olmadı. 1960-70 arasında yargıya verdik, yine olmadı. Bu metin bir karma sistem getiriyor. Müessir icraya ihtiyaç var.
Betil: İstenen süratin sağlanması, tetkiksiz toplama ile mümkündür. (…)
Sonra ne mi oldu? 22. Maddeye şöyle bir ifade eklendi ve sonraki yıllarda da ziyadesiyle kullanıldı: "Türkiye'de yayımlanan gazete ve dergiler, kanunun gösterdiği suçların işlenmesi halinde hâkim karariyle; Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, millî güvenliğin, kamu düzeninin veya genel ahlâkın korunması bakımından gecikmede sakınca bulunan hallerde de, kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle toplatılabilir."