Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren arada küçük kesintilere uğrasa da Türkiye'de her dönem desteklenen -hatta bazen ormanların talan edilmesi pahasına- zeytin ve zeytinyağı üretimi yaklaşık son on yıldır yoğun bir baskı altında.
1926'da, "Tarım erbabına ait olmayan milli arazi ile devlete ait bağ, bahçe, fındıklık ve zeytinlik gibi taşınmazlar bedeli en fazla on yılda taksitle alınmak üzere artırılarak taliplerine satılabilir," kararı ile ilk yasal düzenleme yapılırken amaç özellikle zeytinyağı üretimin ve ihracatının artırılarak devletin gelir elde etmesidir. Cumhuriyetin kuruluşundan son on yıla kadar her zaman el üstünde tutulan/tutulmaya çalışılan zeytin ağaçları ne oldu da bu duruma geldi?
İlk saldırı 2014'te, Manisa'nın Soma İlçesi'ne bağlı Yırca Mahallesi'nde, Kolin Grubu'nun termik santral inşaatı için 6 bin 666 zeytin ağacını kökünden sökmesiyle başlamıştı. Gerçi İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, sökülen ağaçları muhafaza etmeleri için yediemin olarak köyün muhtarına teslim ederek anlamlı bir jestte bulunmuştu, haklarını yememek lazım. Aynı günlerde sosyal medyada da bir kampanya başlamıştı: "Zeytin Yahudi ağacıdır gördüğümüz yerde kesiyoruz!" Kampanyaya göre, "Türkiye'deki zeytin ağaçlarının tamamının üç yıl içinde kesilmesi planlanıyor, bu sayede İsrail'e büyük bir darbe vurulacak"tı. Kimin, neden başlattığına bir türlü anlam verilemese de bu saçma sapan kampanyadan bugünkü noktaya gelindi.
Bugün birilerinin gözüne batsa da Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren üretimi özendirilen zeytinin 1930'larda tüketiminin artması için de çalışmalar yapılır, hatta talimatnameler bile çıkartılır. Bakanlar Kurulunun 24 Temmuz 1930 tarihli toplantısında kabul edilen hastaneler talimatnamesine göre, hasta, nöbetçi memur ve hizmetlilerin günlük yemek cetvellerinde yiyecek olarak gösterilen ve yemeklerde kullanılan sadeyağ yerine zeytinyağı; et yerine zeytinyağlı balık ve yemeklerin tüketilmesine izin verilir.
İlerleyen yıllar içinde hem hazine arazileri zeytin yetiştiriciliğine açılır hem de ormanlık alan içindeki yabani zeytin ağaçlarının aşılanarak üretime kazandırılır. Bu dönemde ayrıca yerli zeytinyağların korunması için ithal zeytinyağlarına uygulanan vergiler bile arttırılır. Bir taraftan zeytin üreticilerine arazi verilirken bir yandan da eğitim çalışmalarına başlanır. Yine Bakanlar Kurulunun (4 Ekim 1931) kararıyla, zeytin ağaçlarından daha fazla mahsul alabilmek için üreticilere uygulamalı bilgi vermek amacıyla 150 lira ücret ve iki yıl süreyle İtalya'dan Sinyor Nello Pentiti uzman olarak Türkiye'ye davet edilir.
Genel kanının aksine zeytin ve zeytinyağı üretimi Demokrat Parti (DP) döneminde de ciddi bir biçimde desteklenir, hatta üretimin artması için yeni kurumsal hizmetler verilmeye başlanır. Her ne kadar şu ünlü "Marshall Planı doğrultusunda Türkiye'de zeytinyağı kullanımını geriletmek için türkü bile yaptırıldı" dense de veriler pek öyle söylemiyor. Mesela zeytinciliğin geliştirilmesi için tarım bakanlığın ayırdığı bütçe bir önceki dönem 85 bin lirayken, DP'nin birinci döneminde bu bütçe 110 bin liraya çıkartılır, İzmir Bahçe Kültürleri İstasyonu, Zeytincilik Enstitüsü'ne dönüştürülür, Gemlik Fidanlığı bu kurumun bir şubesi halinde getirilir, Güneydoğu zeytin sahaları teşkilât dâhiline alınmaya başlanır.
Zeytinin TBMM gündemine bol bol geldiği 1950-55 döneminde, Amerika ve zeytinyağı ilişkisi konusunda CHP Balıkesir Milletvekili Emilittin Çeliköz'ün konuşmaları ilginçtir. Çeliköz, "Körfez mıntıkasında Zeytincilik Enstitüsü tesisi Edremit'teki tapulu ve tapusuz zeytinliklerin köylüye dağıtılması ve Zeytincilik Kanunu tasarısının ne vakit Meclise getirileceği" hakkında Tarım Bakanı Cavid Oral'a yönelttiği sözlü soru sırasında şu bilgileri verir:
"Amerika, inciri bizden alıp Kaliforniya'da yetiştirmeye başladı. Arkasından ziraatçıları gönderip Amerika'da incir ziraatı öğretmeye çalışıyoruz, aynı Amerikalılar şimdi, bizden alıp zeytin yetiştirmeye başlamışlardır."
Zeytinyağlı yiyemem'in henüz piyasaya çıkmadığı bu dönemde, 1951'in Kasım ayında gazetedeki bir iş ilanına başvuran on yedi yaşındaki Talât Sait Halman, İstanbul Tahtakale'de eski bir binanın birinci katındaki bir ofise görüşme için davet edilir. İçeride iki kişi vardır. İngilizce yapılan görüşmede yetkili Halman'a, "Biz burada fazla kalmayacağız, geçici olarak geldik," derler, "Sadece yeni çıkaracağımız margarinlerin halk tarafından kabul görüp görmeyeceğini anket sonucunda tespit etmek için buradayız. Devlet ile yazışmalarımız oluyor, raporlar var ve bizim kişisel temaslarımız var. Bütün bu işler için hem yazılı hem sözlü tercüme yapacak genç, dinamik, enerjik birisini arıyoruz." İki zatın kafalarında da derin şüpheler vardır bu yeni ürünün Türk halkı tarafından sevilip sevilmeyeceğine dair. Anket için sekiz erkek, dört de kadın öğrenci alınır işe. İlk soru, hangi yağları kullandıkları, ikincisi ise, "İleriye yönelik eğer çok temiz, güzel, besleyici, Avrupa'da ve Amerika'da da çok rağbet görmekte olan yeni yağları, güzel paketler içinde, ucuza temin edebilirseniz, şimdiye kadar kullandığınız yağlar yerine yahut da onların yanı sıra kullanmayı düşür müsünüz?" olur. Üçüncü soru ise, "Bu yağları eğer almayı kabul ederseniz, size şu isimler cazip gelebilir mi: SANA ve VİTA"dır.
İngiliz-Hollanda ortaklığı olan Unilever'in Türkiye İş Bankası Anonim Şirketi ile 15 Mart 1951'de DP hükümetinin izniyle kurduğu ortak şirketin ön çalışmasıdır bu. Kamuoyu çalışmalarının ardından Unilever margarinin Türkiye'de bir pazarı olacağına karar vermiştir. 1953'de sekiz bin ton kapasiteli ilk yağ fabrikasının kurdelesini Cumhurbaşkanı Celal Bayar keserek. Bayar, "Bu fabrika bence iki başlı bir fayda sağlamaktadır. Bunlardan biri, Türk müstahsiline diğeri müstehliğine hizmet etmektir. Bununla beraber asıl beni memnun eden cihet, yerli ve yabancı iş birliğinin şuurlu ve değerli olmasıdır. Alakadarları tebrik ederim," der. Bundan bir yıl sonra da işte o ünlü türkü piyasaya çıkar: Zeytinyağlı Yiyemem Aman… Ancak ilginç olan bu türkünün aslının aşk ve ayrılık anlatan bir rembetiko şarkı olmasına rağmen, Sümerbank Bursa Merinos fabrikasında memurluk yapan İhsan Kaplayan kaynak gösterilerek Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmiş olması. Bu arada Bursa'nın da o yıllarda en fazla zeytin ve zeytinyağı üretilen bölgelerden olması da bir başka garabet.
1926'dan itibaren devlet desteğiyle ormanlık araziler dahil pek çok alanın zeytinciliğe açıldığı Türkiye'de, Maden Yönetmeliği'nde yapılan değişiklik, hükümetin bir zamanlar köylüye dağıtılan arazileri geri alarak yeni sahiplerine vermesi anlamına geliyor. Servet transferi yani ama zeytinsiz ve simsiyah bir servet transferi.