İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 24 TV'de katıldığı programda içki yasağından İmamoğlu hakkındaki soruşturmaya kadar pek çok konuda görüşlerini açıkladı. Söyleşiden, elleri arkada ziyaretin suç olduğunu, alkollü içeceklerin Covid 19'u coşturduğunu, toplumsal olaylarda cep telefonlarıyla çekim yapılmasının yasaklanmasının nedenlerini, birtakım medyanın hainliğini anlattı. Yaklaşık bir buçuk saatlik yayında olağan şüphelilerde bir değişiklik yoktu yani: CHP, İyi Parti, HDP ve birtakım medya!
Konu medyaya gelmişken son gelişmenin, Anayasa Mahkemesi'nin (AYM), internet üzerinden yapılan radyo ve televizyon yayınlarının, yönetmelikle RTÜK iznine bağlanması ve RTÜK tarafından denetlenmesine ilişkin olarak yapılan itirazı reddetmesi oluğunu hatırlatalım. AYM Başkanı dahil beş üyeden 'basın özgürlüğü' itirazı gelse de karar, oy çokluğu ile alınmış. Karar uygulamada bir şey değiştirmeyecek, açılmaması gereken davalar bugüne kadar nasıl açılıdıysa, bugünden sonra da açılmaya devam edecek.
Yerli ama milli olmayan medyanın başına gelecekler belli olsa da Türkiye sınırları içinden -mesela Mısır'a- yayın yapacak haber kanalları bu işten nasıl etkilenecek?
Son dönemde Mısır ve Türkiye arasında yaşanan yakınlaşmalar nedeniyle yapılan görüşmelerde Mısır'ın, Türkiye'den yayın yapan Müslüman Kardeşler'le bağlantılı kanalların kapatılmasını istediği biliniyor. Geçtiğimiz aylarda Türkiye'den yayın yapan Sharq TV'sinin program sunucularından Sami Kemaleddin, sosyal medya hesabından, "Vatan, Sharq ve Mekameleen TV'lerine, siyasi programları durdurma, Sisi'ye yönelik eleştirilere son verme ve Mısır içişlerine karışmama talimatları verildi" açıklamasını yapmıştı.
Türkiye'nin dış politika tercihleri nedeniyle medyaya uyguladığı sansürün en absürt örneklerinden biri herhalde ünlü sinema sanatçısı Charlie Chaplin'in 6 Aralık 1942'de Amerika'nın Sesi radyosuna verdiği röportajı yayınladığı için Vatan gazetesine verilen iki aylık kapatma cezasıdır. Gazete söyleşiye fotoğraf olarak Chaplin'in Diktatör filminden sahneler kullanmıştır. İkinci Dünya Savaşı'nın tüm hızıyla sürdüğü bu dönemde Chaplin, muhabirin bir sorusuna karşılık, Nasreddin Hoca'nın, "Bana mı inanıyorsun yoksa ahırdaki eşeğin anırmasına mı?" diye biten fıkrasını anlatır. Ünlü sanatçının, "Beni Türkiye'den dinleyen hayranlarıma söylemek istediğim şey şudur; İnsanlar artık bir karara varsın! İnsanlığın sesini mi dinleyeceksiniz, yoksa eşeklerin anırmasını mı?" mesajı, Alman Büyükelçiliği'ni çok kızdırmıştır. Ahmed Emin Yalman anılarında, "Hükümete gelince, Almanları kızdırmayı kendince doğru bulmamış, böyle birkaç günlük değil, iki aylık bir tatille üzerimize yürümüş, devamlı tenkitlerimizden zaten şikayetçi olduğundan. Bizi ezmek için de bu vesileden yararlanmıştı" diye değerlendirir bu olayı.
İkinci Dünya Savaşı yılları boyunca savaş dışında kalmaya özel bir gayret sarf eden Türkiye'de, basın zorlu bir savaş verir. Teorik olarak bir sansür heyeti olmasa da daha savaş başlamadan hükümet sert tedbirler alarak basını denetim altına alır. Dönemin önde gelen gazetecilerinden Nadir Nadi, Zekeriya Sertel, Ahmed Emin Yalman hatıratlarında, bu dönemde gazetelerin genel tutumlarını Matbuat Umum Müdürlüğü'nün ayarladığını ve zaman zaman da başbakanın basın toplantısı görünümünde toplantılar düzenleyip gazete sahiplerine ve yayın yönetmenlerine ayar verdiğini anlatırlar. Neyse ki artık böylesi otoriter uygulamalar yok da rahat rahat çalışıyoruz.
Her ne kadar zapturapt altında tutulmaya çalışılsa da Alman Nazi hükümeti kurulduğu tarihten itibaren Türkiye basınından duyduğu rahatsızlığı, iki ülke diplomatik görüşmelerinde sürekli gündeme getirir. Alman Dışişleri Bakanı Joachim von Ribbentrop'un Türkiye ile ikili görüşmelerle çözemediği sorunu çözmek için son kertede önerisi ise rüşvet dağıtmak olur. Ribbentrop, 5 Aralık 1942'de, Almanya'nın Türkiye Büyükelçisi Franz von Papen'e bir telgraf çeker:
"Türkiye'deki dostlarımızın yaşadıkları ekonomik zorlukta ayakta kalmalarını sağlamak üzere derhal size 5 milyon altın markın gönderilmesini emrettim. Bu meblağı cömertçe kullanmanızı ve bu konuda bana bilgi vermenizi rica ederim."
Cömertlik kime, ne kadar gösterildi o da başka bir yazının konusu.
İlk yayımlanma tarihi 1926 olsa da İkinci Dünya Savaşı boyunca Nazi propagandası yapan ve Nazilerin yenilgisiyle de kapatılan Türkische Post basın tarihinde özel bir örnek. İstanbul'da, Almanca olarak yayınlanan gazete, Almanya'nın ilk Ankara Büyükelçisi Rudolf Nadolny tarafından yarı resmi bir nitelikte çıkartılır. Gazetenin yayını için bir de matbaa satın alınır. 1930'da gazete, Türkiye, Balkanlar ve Ortadoğu ile ilgili Der Nahe Osten (Yakındoğu) adlı ekonomik bir ek yayınlamaya başlar. Gazete genel olarak ekonomik sorunlar ve pazarlar hakkında bilgi vermektedir.
1933 yılına kadar Almanya'dan haberler vermek ve Almanya'nın çıkarlarını korumakla yetinen Türkische Post, 1933 yılından sonra Nasyonal Sosyalizm yanlısı bir çizgi izlemeye başlar ve özellikle savaş yıllarında Hitler Almanya'sının yayın organı haline gelir. Hatta Nasyonal Sosyalist Parti'nin ve Alman istihbarat servisinin resmi basın kurumu olur. Gazetenin kapanmadan önceki sorumlu müdürü eski bir asker, Ali İhsan Paşa'dır (Sabis).
İkinci Dünya Savaşı yıllarında, gazetelere askeri konularda ama özellikle de Alman ordusunun ilerleyişi konusunda övücü yazılar yazmaktadır. Ali İhsan Paşa, savaşın sonuna doğru Türkiye'nin Almanya'ya karşı daha belirgin bir çizgiye geçmesiyle ciddi eleştiriler yazmaya başlar. Kızgınlığı o kadar artar ki başta Cumhurbaşkanı İsmet İnönü olmak üzere devlet ve hükûmet erkânına, suçlayıcı imzasız mektuplar göndermeye başlar. Ali İhsan Paşa'nın aslında İsmet İnönü'ye kızgınlığı geçmişe dayanmaktadır. Paşa'ya göre, 1922'de emekliye ayrılmasındaki en önemli rolü İnönü oynamıştır. Mektuplar bir anlamda, dolaylı da olsa bir intikam yoludur. Kısa bir araştırmadan sonra mektupları Ali İhsan Paşa'nın yazdığı tespit edilir ve 24 Şubat 1944'te tutuklanır. 10 Şubat 1947'de sıkıyönetim mahkemesince 15 ay ağır hapis cezasına çarptırılan Ali İhsan Sabis, 1950'de Demokrat Parti'nin iktidara gelmesinden sonra çıkartılan afla siyasi haklarına yeniden kavuşur. Bu arada İkinci Dünya Savaşı bitmiş, Türkische Post da devreni tamamlayıp kapatılmıştır. 1954'te Demokrat Parti'den Afyonkarahisar milletvekili seçilen Sabis, dönemini tamamlayamadan, 1957'de vefat eder.
Ahmed Emin Yalman anılarında Ali İhsan Paşa'yı şöyle anlatıyor:
"Türkische Post adıyla Nazilerin İstanbul'da çıkardıkları bir gazeteye mesul müdür olan Nazi davasını kökünden benimseyerek ona göre kalem kullanan eski Birinci Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşa, bir taraftan da hatıralarını neşrediyor, sağa sola çatıyordu. Tanin gazetesinde Hüseyin Cahit, Ulus'da Falih Rıfkı kendisine karşı şiddetli bir mücadele açtılar. Karşılıklı hücumlar epeyce zaman sürdü. Ben bunlara karışmadım. Yalnızca Falih Rıfkı'nın mahkeme için hazırladığı savunmanın bir suretini haber diye neşrettim. İki taraf da davalar açtılar. Neticede mahkeme suçları müsavi (eşit) bularak takas yaptı. Benim, taraflardan birinin savunmasını özetlemem hakaret sayıldı, bir sene hapse, 200 lira para cezasına mahkûm edildim. Bütün ilgililer uzun zaman atışmışlar, fakat takas sayesinde yakayı kurtarmışlardı, belalar yalnız benim üzerime yıkılmıştı. Bereket Ali İhsan Paşa boşta bulunarak, hatıralarının yeni bir cildinde bana da sataştı, derhal dava açtım, ben de takas usulünden yararlandım."
Sözün özü, otoriter dönemlerde sadece iç politika değil, dış politika haberleri yapmak da ciddi sonuçlar doğurabiliyor.