12 Eylül 1980 askeri darbesi olmuş, bozguncular, başıbozuklar, muhalifler herkes hapishanelerde toplanmış, partiler kapatılmış, darbeci generaller huzur içinde akşam yemeklerini yiyorlar. Masada beş general: Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun. Evren, "Netekim" diyor, "yönetime el koyduk ama halkın beşimizi birden hatırlaması zor, halkın duyar duymaz bize ve sıkıyönetim şartları altında olduğunu hatırlayıp kendine çeki düzen vereceği bir sembole ihtiyacımız var." Kısa bir sessizlikten sonra heykel yapalım diyenler oluyor, Hasan Mutlucan'ın sesinden türküler yeter diyenler oluyor ama hiçbir öneri yeterince parlak bulunmuyor. Evren, "Yeni bir şarkı yaptıralım," diyor, "Şöyle marş gibi söylenecek, televizyondan hapishanelere kadar her yerde duyanın titreyeceği, Türk'ün gücünü gösterecek bir şarkı." Kime yaptıralım tartışmasında ilk akla gelen Barış Manço olsa da Evren duruma el koyuyor, "Paşalar, paşalar… Kıllı kıçlıklı bir adam yerine şöyle hoş bir hanım sanatçımız söylese daha hoş olmaz mı, her şeyi ben mi düşüneceğim, devir imaj devri, çağa uyalım netekim," diyor. Askeri darbenin medya yüzü olarak Müşerref Akay -o zamanlar soyadı Tezcan- seçiliyor ve Ankara'ya çağırılıyor.
Akay, kendi cephesinden seçilmesini ve ülkede derin izler bırakan Türkiyem şarkısını şöyle anlatıyor:
"Türkiyem adlı bir şarkının yapılmasına karar veriyor yedi tane paşa! (Kendime not: Beş cuntacıya eklenen iki cuntacı kim?) İlk etapta seçilen sanatçı rahmetli Barış Manço oluyor. Ama diyorlar ki, 'Bunu genç ve düzgün yaşantısı olan bir hanım sanatçımızın yapması lazım,' ve ben Ankara'ya çağrıldım çocuklarımın babasıyla birlikte. Çok kıymetli bir paşamızla görüştük, 'Müşerref Hanım beste yapabiliyor musunuz?' dedi. 'Evet ama amatörce' dedim. 'Türkiyem adlı bir şarkı istiyoruz sizden' dedi. 'New York New York diye bir şarkı var ama Türkiye'nin bir şarkısı yok. Bunu yapabilir misiniz?' diye rica etti. Ben çok milliyetçi bir çocuktum zaten. Çok duygulandım. 'Paşam beste yapmak enteresan bir şeydir ama bu duyguyla bir haftada mı olur, on günde mi olur bilemem,' dedim. 'Bize bir haftada lazım,' dedi. Çok motive olmuştum. Oradan ayrıldık, biz Ankara'dan Bolu'ya gelene kadar şarkı bitmişti."
Milli ve yerli New York New York'un sözlerinin yazılmasıyla TRT'nin şarkıya klip çekmesi arasında da zaten sadece iki ay vardır. TRT, ana haber bülteninin arasında yayınlar şarkıyı. Yaşı 40'ın üzerindeki herkesin hatırlayacağı gibi, kusturuncaya kadar da yayınlanmaya devam eder radyo ve televizyonda. O güne kadar milli sporcular dışında kimsenin elbisesinde yer almayan ay-yıldız, Müşerref Akay'ın elbisesinde ve şapkasında darbeci Kenan Evren'in özel izniyle kullanılır.
Türkiyem şarkısının ilk kurbanı dönemin en çok satan mizah dergisi GırGır olur. 21 Temmuz 1981'de gazeteler derginin "bayrağa hakaret" gerekçesiyle toplatıldığını duyurur, dergi bir ay da kapalı kalır. "Bu kadın 12 Eylül'ün şarkı-marş simgesiydi. Kocası Mahmut, bunun imaj-maker'ı olmuş. Kafasına bir fes, üstüne kırmızı bir bez, memelerinin üstüne bir ay-yıldız, al sana imaj. Ulan bir baktım, İzmir'de birazcık direnmeye çalışan işçilere karşı bu kadının şarkısı kullanılıyor, işte 'Yurduma düşman girmiş' falan diye. Kim ulan düşman? Düşman bizim İzmir'de direnmeye çalışan işçiler. Kapağa koyduk karikatürü. Onun için ilk kapatılan yayın organı olduk elhamdülillah. Önce dergiyi kapattılar, sonra kapatma gerekçesi aradılar. Kim kapatacak dergiyi, nöbetçi hâkim. Sabahın köründe nöbetçi hâkime gitmişler, derginin kapağını dayamışlar burnuna, bunu kapat demişler. Adamcağız da bir şey bilmeden, bakmış kapağa, kapatma gerekçesini yazmış. GırGır'ın kapatma gerekçesinde aynen, 'Yaşlı, çirkin, menhus bir kadının üzerine bayrak çizerek Türk bayrağına hakaret' ettiğimiz yazıldı." Böyle anlatıyordu 12 Eylül 1980 darbesinden sonra bayrağa hakaretle suçlanıp kapatılan GırGır dergisinin Yayın Yönetmeni Oğuz Aral.
Ee, bayrak önemli tabii.
Türkiyem fırtınası devam ederken Akay bu kez de 1983'te, eski eşi Mahmut Tezcan'ın yapımcılığını üstlendiği Türkiyem filminde başrol oynar. İşte tam o sırada, darbeci generaller de yeni Türk Bayrağı Kanunu'nu hazırlamak üzere çılgın bir çalışma temposu içindedirler.
27 Mayıs 1960 darbesinden sonra yapılan anayasadaki tüm özgürlükçü maddelerin kökünden temizlenmesi gibi zor bir işleri vardır paşaların ama bu arada 1936'da çıkan eski Bayrak Kanunu'nun da bir tozunu almak zorunlu hale gelmiştir. Kadro sağlamdır: Orgeneral Kenan Evren (Cumhurbaşkanı ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı), Orgeneral Nurettin Ersin (Genelkurmay Başkanı ve Milli Güvenlik Konseyi Üyesi), Orgeneral Tahsin Şahinkaya (Hava Kuvvetleri Komutanı ve Millî Güvenlik Konseyi Üyesi), Oramiral Nejat Tümer (Deniz Kuvvetleri Komutanı Milli Güvenlik Konseyi Üyesi), Hâkim Tümgeneral Muzaffer Başıkaynak (Millî Savunma Komisyonu Başkanı), Hâkim Albay İsmet Onur (Millî Savunma Komisyonu Üyesi), Sedat Güneral (Millî Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri), Hâkim Albay Ersin Eserol (Millî Savunma Komisyonu Üyesi).
İlk maddeden başlarlar. Eski yasaya göre, "Türk bayrağı, bu kanuna bağlı örnekte gösterilen şekil ve nispetlerde olmak ve al zemin üzerine beyaz ay – yıldız konmak, şartıyla, yerli şaliden yapılır." Cuntacı generaller bu "yerli şali" işine bir miktar takarlar. Hâkim Başkaynak hemen açıklama getirir: "Sayın Cumhurbaşkanım, eskiden yerli şali denmiş. Biz şaliyi tetkik ettik; Ankara tiftik keçilerinin tüyünden imal edilen bir kumaş." Bu konu Evren'i düşündürür: "Çok, pahalı bir kumaş ve de dayanıklı değil. Yönetmelikte hangi kumaşlardan olacağı gösterilecek. Çünkü zamanla değişebilir; daha güzel bir kumaş çıkar, mesela 5-10 sene sonra bir madde daha çıkar. Burada 'yün' dersek, yarın öbür gün başka bir kumaş çıkar..." İleride Sümerbank'ın da özelleştirileceği düşünülürse, darbeci Evren'in nasıl da öngörülü olduğunu bu örnekten bile anlıyoruz.
İlk madde derinlemesine incelenmesinden sonra oy birliğiyle kabul edilir. Üzerinde en fazla durulan mesele ise bayrak törenleri ve güneşin doğumu ve batımıdır:
"Evren: Esasında askerî müesseseler hariç, bayraklar tatilin bittiği gün indirilemiyor, ertesi günü sabahı indiriliyor. Bu bir zaruretten doğuyor; banka kapanmış, hiç kimse yok. 'Merasimle indirilir' diyoruz, nasıl yapsın; ertesi günü sabaha kalıyor, sabahleyin ilgili personel geldiği zaman indiriyor.
Başıkaynak: Aslında bankanın yeterli önlemi alması lazım.
Evren: Ne önlem alacak, orada bir tane bekçisi var. Ama, 'bittiği günün ertesi sabahı' desek o da olmaz. Çünkü bayramın muayyen bir süresi var. Mecburen böyle kalacak.
Ersin: Efendim, hakikaten bankalar tören yapamıyorlar. Biliyorsunuz, burada Genelkurmay'da İstiklal Marşı çaIar çalmaz herkes çıkıyor, o sırada bayrakları indiriyorlar.
Evren: Buradakiler bayrakları indiriyor ama, kazalarda filan kalıyor.
Ersin: Kazalarda öyle bir şey yok. Yani 'yapılır' diyoruz; ama her yerde tören yapılacağını sanmıyorum.
Evren: Ertesi günü sabaha kalıyor.
Ersin: Evet, onu nihayet bir kişi çekiyor veya indiriyor.
Onur: Sayın Cumhurbaşkanım, bu tören kamu kurum ve kuruluşlarında tatilin bittiği gün batımında yapılacak, özel yerlerde bunu tüzük düzenleyecek.
Onur: Tabiî kamu bankaları da var.
Evren: Mesela PTT idaresi; eğer kapanmışsa, kimseyi bulamazsın orada.
Başıkaynak: Zaten kamu kurum ve kuruluşlarına mecbur tutuyoruz da, onun dışındakileri tüzükte gösteriyoruz."
Bu noktada tek seferliğine Şahinkaya devreye girer, üstelik son derece önemli bir konuda. Çünkü yeni yasada, "Bayrak, kamu kurum ve kuruluşlarıyla yurt dışı temsilciliklerine, yurt içinde ve yurt dışında yetkililerin araçlarına, kamu kuruluşlarıyla gerçek ve tüzel kişilerin deniz vasıtalarına çekilir" dendikten sonra bir ek yapılmıştır: "Bayrak çekilirken ve indirilirken tören yapılır." Yani, mesela otomobile bayrak çekilirken de tören mi yapılacaktır? Şahinkaya bir çözüm de sunar: "Bunu alsak da aşağıya yazsak ne olur efendim? Yani bayrağın araçlara çekileceğini aşağıda yazalım efendim, burada yazmayalım. Bu 'yurt içinde ve yurt dışında yetkililerin araçlarına' cümlesini oradan çıkaralım."
Evren cümle yapısındaki bozukluğu da düzeltir: "Araçlara bayrak çekilmez, takılır. Şöyle demek lazım; 'Bayrak kamu kurum ve kuruluşlarıyla, yurt dışı temsilciliklerine, kamu kuruluşlarının, gerçek ve tüzel kişilerin deniz vasıtalarına çekilir ve yurt içi ve yurt dışındaki yetkililerin araçlarına takılır.' Yani araca çekilmez. Altta 'çekilirken' diyor. Demek ki çekilirken merasim yapılacak; ama takılırken merasim yapılmaz." Şahinkaya yine de tatmin olmamıştır.
"Evren: Şöyle desek; 'Bayrak, kamu kurum ve kuruluşlarıyla yurt dışı temsilciliklerine ve kamu kuruluşlarıyla gerçek ve tüzel kişilerin deniz araçlarına çekilir, yurt içinde ve yurt dışında yetkililerin araçlarına takılır.'
Başkaynak: Evet efendim, o cümleyi sona alalım.
Ersin: Efendim, hepsine mutlaka takılır, diye bir şey yok ki, nereye gerekliyse oraya takılır.
Evren: O sonra gelecek."
Tören konusunda en ciddi soru ise Millî Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Sedat Güneral'dan gelir: Bayrağın indirilme zamanı açıktır, günbatımında. Peki bayrağın çekilme saatindeki karışıklık nasıl halledilecektir?
"Evren: Bayrağın çekilme zamanı tatilin başlangıç saati.
Güneral: Hafta tatilinin başlangıç saati hangi saattir; cumartesi günü sabah saat 08.00 midir,
09.00 mudur?
Ersin: Cuma günü, akşam.
Güneral: Hangi tatilde, akşamleyin, gün batımı...
Evren: Çekilme saatini soruyor.
Güneral: Çekilme saati; sabah saat 07.00'de mi, 08.00'de mi çekelim?
Ersin: Hayır, bir defa çekiliyor, orda kalıyor, ondan sonra indirilmiyor.
Evren: Onu demiyor, bayrağın çekiliş saati kaçtır, diyor.
Ersin: Cuma günü mesainin bittiği saat.
Evren: Hayır, Cumartesi.
Ersin: Cuma günü mesainin bittiği saat, Cuma günü akşam çekiliyor.
Evren: Efendim, mesela 23 Nisan'ı ele alalım öğleyin başlıyor.
Güneral: Saat 13.00'te başlıyorsa o saatte çekilecek. (…)"
Rahmetli Levent Kırca'yı kıskandıracak bu diyalog uzayıp gidiyor. Bayrağın darbeci generaller için de ne kadar önemli olduğunu vurgulamak ve kanunun ne zorluklarla hazırlandığını anlatmak için bu örneklerden bir iki tane daha vermek lazım.
Kanunun onaylanması sırasında darbeci generallerin üzerinde en fazla durduğu madde, yasakları içeren yedinci madde olur. Madde şöyledir: "Türk Bayrağı, yırtık, sökük, yamalı, delik, kirli, soluk, buruşuk veya layık olduğu manevî değeri zedeleyecek herhangi bir şekilde kullanılamaz. Resmî yemin törenleri dışında her ne maksatla olursa olsun, masalara, kürsülere örtü olarak serilemez. Oturulan veya ayakla basılan yerlere konulamaz. Bu yerlere ve benzeri eşyaya Bayrağın şekli yapılamaz. Elbise veya üniforma şeklînde giyilemez.
Hiçbir siyasî parti, teşekkül, dernek, vakıf ve tüzükte belirlenecek kamu kurum ve kuruluşları dışında kalan kurum ve kuruluşun amblem, flama, sembol ve benzerlerinin ön veya arka yüzünde esas veya fon teşkil edecek şekilde kullanılamaz. Türk Bayrağına sözle, yazı veya hareketle veya (herhangi bir şekilde hakaret edilemez, saygısızlıkta bulunulamaz. Bayrak yırtılamaz, yakılamaz, yere atılamaz, özensiz kullanılamaz."
Yeni kanunda, "Elbise veya üniforma şeklînde giyilemez" dense de çalışmalar sırasında kimse Evren'in özel izniyle Müşerref Tezcan (Akay)'a Türkiyem klibi için giydirilen bayraklı elbiseden bahsetmez. Demirel her ne kadar o sırada siyasi yasaklı olsa da "dün dündür, bugün bugündür" iktidardadır.
"Evren: 'Özensiz' yani gerekli ilgi gösterilmeden. Yeni Türkçesi böyle mi şimdi, 'özensiz' mi diyoruz ona?
Ersin: 'Özen gösterilerek kullanılır' falan desek daha iyi olur herhalde. 'Özensiz' kelimesi doğru oluyor mu acaba?
Evren: 'İtinasız' desek; 'özensiz' ifadesi hakikaten yavan geliyor, değil mi?
Başıkaynak: Evet. 'Özen gösterilerek kullanılır' diyelim.
Evren: Hayır, yasak olan şeyler bunlar. 'İtina gösterilmeden kullanılamaz' diyelim, 'İtinasız' da olabilir; itinasız kullanılamaz.
Ersin: 'Özen gösterilmeden kullanılamaz.'
Evren: 'Gerekli özen gösterilmeden kullanılamaz' diyelim. (…)"
Görüşmenin köy yerlerinde düğünlerde kullanılan bayrağa gösterilecek özen bölümüne hiç girmiyorum ama sonucun "istemeyerek de olsa" üç aylık hapis cezasına bağlandığını belirtmeden de geçmeyelim.
Halil Falyalı'nın tabutunun üzerine Türk bayrağı hangi gerekçeyle örtüldü ileride ortaya çıkacaktır mutlaka ama bayrak süslemeli Türkiyem şarkısının nerelerde kullanıldığı yolu askeri hapishanelerden geçen herkes tarafından hemen öğrenildi. 12 Eylül'ün en karanlık günlerinde işkencehane ve hapishanelerde yirmi dört saat tutuklulara manevi işkencenin bir yöntemi olarak kullanıldı Türkiyem, hem de Evren'in özel emriyle.