Seçildiği günden bu yana Ekrem İmamoğlu'nun başına gelmeyen kalmadı. Önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin eski çalışanlarını işten çıkarmakla suçlandı, sonra kadrolaşmakla, sonra belediyenin "çok gizli" bilgilerini dışarıya sızdırmakla, sonra Halk Ekmek'te kanunsuz uygulamalarla, sonra belediyenin taşınmazlarındaki kiracıları tacizle, sonra yine kadrolaşmayla ve son olarak da teröristleri belediyede işe almakla. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun açıklamalarıyla birlikle başlayan bu tartışma, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, MHP Başkanı Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve bilumum siyasetçilerin katılımıyla el artırarak devam ediyor.
2019 yerel seçimleri öncesinde AK Parti'nin, seçimleri CHP kazanırsa elektrik su faturalarını PKK'lıların dağıtacağı propagandasının devamı olduğu anlaşılan bu yeni atağın tutup tutmayacağı henüz belli olmasa da değişen her hükümetle birlikte devlette kadrolaşma iddiaları neredeyse cumhuriyet tarihi kadar eski. Haksız da değil. Fazla derin araştırmaya gerek yok, şöyle kısa bir arşiv taraması bu durumun nadide örneklerini bir çırpıda önümüze seriyor. Ancak kadrolaşmakla suçlanıp hakkında tahkikat yapılması için en fazla çırpınan İstanbul Belediye Başkanı kuşkusuz Ahmet İsvan'dı. 1973 yerel seçimlerinde Ankara, İstanbul ve İzmir'i Adalet Partisi'nden almayı başaran CHP'nin en parlak üyelerinden biriydi İsvan. Gerçi tüm nazik ve parlak insanlar gibi o da kendisini siyasete davet eden arkadaşı tarafından kısa sürede siyasetin dışına itildi ama bu, bir başka yazının konusu.
İsvan 1973-77 arasındaki görev süresinde ikisi partilerüstü -Sadi Irmak ve Naim Talu- olmak üzere CHP ve Birinci Milli Cephe Hükümeti, tam dört hükümetle çalıştı. Tek parti-tek şef "istikrar" döneminde görev yapan İmamoğlu ile karşılaştırıldığında İsvan'ın durumunun şans mı şanssızlık mı olduğu da ayrı bir tartışma konusu. İsvan, CHP döneminde kendi partisine yerel yönetimin önemini anlatmaya çalıştı ama olmadı. Talu ve Irmak hükümetleri ile pek bir sorunu olmadı, çünkü partilerüstü hükümet kavramının tanımsızlığından olsa gerek, iki hükümet de yerel yönetimlerle pek alakadar olmadı. AP Genel Başkanı Süleyman Demirel'in başbakanlığında Milli Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi ile kurulan koalisyon hükümeti ise İsvan'ın bu hayatta cehennemi görmesini sağladı. İlginç biçimde Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti'nin (MC) de İsvan'a yönelttiği ilk suçlama, belediyenin AP döneminde işe alınan personelini işten çıkararak yerlerine kendi yandaşlarını alması olur. İsvan'ın belediyenin tüm çalışanlarını tek tek inceleyerek hazırlattırdığı personel istatistiklerini hükümete ve bizzat Başbakan Demirel'e göndermesi ise hiçbir işe yaramaz.
Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti ile çalıştığı iki yıl zarfında Ahmet İsvan tam dört kez İçişleri bakanlığına başvurarak, kadrolaşma iddialarının incelenmesini ister ama beklediği soruşturma bir türlü açılmaz. Başkent Gölgesinde İstanbul kitabının ikinci baskısı için çalışırken, bakanlığa gönderdiği dosyayı görme şansım oldu. Dosyalara göre, İsvan'ın göreve başladığı 1973 sonunda, belediyenin işçi ve memurlarının toplam sayısı 17 bin 583 iken, MC Hükümeti'nin göreve başladığı 1975 yılının sonu itibariyle bu sayı 76 kişi eksilerek 17 bin 507 olmuştur. Merkezi idareden gelen bütçe sürekli azaltılır, belediye gelirleri sürekli tırpanlanırken bırakın yeni personel alımını, var olan personelin maaşlarının bile ödenmesi mümkün değildir o yıllarda. İsvan, MC ile geçirdiği iki yıl boyunca kadrolaşmayla ilgili çıkan her haber sonrasında bu dosyayı ilgili gazetelere gönderse de gerçek sayılarla ilgili tek satır yazı yayınlatmayı başaramaz.
Ahmet İsvan'la kitap için çalıştığımız aylar boyunca en fazla dikkatimi çeken, belediye başkanlığı boyunca ona kan kusturan siyasilerden hiçbiriyle küs olmamasıydı. Şimdi siyaset magazini geliyor dediğim hiçbir noktada haklı çıkmadım. Belediyenin geçmişten o güne gasp edilen mallarını geri alma savaşında sık sık Demirel ve hükümetle karşı karşıya gelmesine rağmen, Başbakan Demirel dahil, görüşme talepleri ve telefonları her zaman cevaplanmış bakanlar tarafından. Hadi Demirel Başbakan, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından da hiç reddedilmemiş İsvan. Hatta Korutürk'ün yakın arkadaşlarıyla girdiği savaşta bile.
Zeynep Kâmil Hastanesi başhekiminin telefonda İsvan'ı adeta azarlarcasına, "Sayın Başkan, doğum yapan kadınların yatağına çarşaf veremiyorum!" dediği, itfaiye müdürünün, "Yüksek bir binada yangın çıkarsa müdahale edecek merdivenimiz yok!" diye uyardığı, Teknik Üniversite'nin Galata Köprüsü'nün dubaları derhal değiştirilmezse köprünün çökeceği yolundaki raporu, aylardır maaşlarını alamayan temizlik işçilerinin sık sık greve gittiği bu dönemde -şu ünlü, İstanbul çöp dağları içinde kalmıştı söylemi- genel bütçeden alınamayan payın yerine belediye gelirlerini artırıcı yoğun bir çalışmaya başlanır. Öncelikli hedef, piyasaya olan borçların temizlenmesidir. İlk bir yılda bu borçlar temizlenir. Artık belediyeye haciz gelmesi riski kalmamıştır. Geride devlete olan vergi, SSK primleri ve Emekli Sandığı ödemeleri kalmıştır. Sıra belediyenin taşınmazlarına gelmiştir. Piyasadan gelebilecek haciz korkusuyla o güne kadar devlet sırrı gibi korunan belediye taşınmazlarının ince ince listesini çıkartır hesap işleri, emlak istimlâk ve hukuk işleri müdürlükleri. Daha sonra her ilçe için bir komisyon oluşturularak taşınmazlar listelenir, fotoğrafları çekilir. Aslında 1974 yılında hazırlanan bu listelerdeki taşınmazların son durumunu bilsek ne kadar iyi olur. Kaçı duruyor, kaçı gitti acaba?
İsvan, "Sonuç, çok çarpıcıydı. Borçlarımızdan dolayı taşınmazlarımızın, belediye sırrı gibi gizli tutulması mecburiyetinin sürdüğü geçmiş yıllar süresince, pek çok değerli arsamız, varlıklı, güçlü ve itibarlı kişiler tarafından zapt edilmişti. Kimisi, iki arsası arasında kalan yolu kapatıp kendi arsalarına katmış, üstüne fabrika yapmış, kimisi fabrikasını, bitişiğindeki bizim arsamıza açıkça tecavüz ederek inşa etmişti. Durum, fotoğraflarda çok etkileyici biçimde gözükmekteydi," diyordu. Bu çalışmanın sonucunda İstanbul'u bırakın Ankara'yı da bir anda bulandıran "Belediye Mallarına Tecavüz" sergisi düzenlenir. Sergi öncesi belediyenin telefonları tarihinde hiç olmadığı kadar çok çalışır. Tüm siyasi ve eş dost baskılarına rağmen sergi düzenlenir.
Sergiyi ziyaret edenlerden biri de Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'tür. İsvan, "Sayın Cumhurbaşkanım, gördüğünüz gibi, belediyemizin mallarına vaki tecavüzlerin sınıfsal bir kökeni de var," dediğinde Korutürk, yaverine dönüp, "Arabayı hazırlasınlar, ayrılalım," der. İsvan o güne kadar destek gördüğü Korutürk'ün neden böyle bir tepki gösterdiğini anlayamaz. "Cumhurbaşkanı Korutürk, hemen her İstanbul'a gelişinde belediyeye geldi ve sorunlarımızla samimiyet içinde ilgilendi. Bu ilgi benim kendi parti genel merkezimizden bulamadığım önemli bir destekti," diye anlattığı ilişkinin zedelenmesinin nedeninin sergide yer alan Fenerbahçe Yarımadası'nın kulüpler tarafından işgal edildiği iddiası olduğundan neredeyse emindir.
Oysa daha birkaç ay önce Korutürk, Demokrat Parti iktidarında birdenbire kaybolan at üzerinde İnönü heykelinin sular idaresinin bir deposunda bulmalarına çok sevindiğini söylemiş ve uygun bir yer tespit edilip heykelin yeniden dikilmesini İsvan'dan özel olarak istemiştir. Gerçi İsvan, hiç paraları olmadığını, maaş ödemek için hükümetten her ay yardım isterken kendi eski genel başkanının heykeli için harcama yapmayı yanlış bulduğunu, hükümetin bunu istismar edebileceğinden korktuğunu anlatır. Tabii Cumhurbaşkanı olarak kendisi, hükümetten konu için özel bir destek sağlarsa seve seve heykeli dikeceklerdir. Sonraki görüşmelerdeki sessizliğinden İsvan, Korutürk'ün bu konuda başbakanın ağzını aradığını ve olumsuz yanıt aldığı için konuyu kendisiyle bir daha görüşmediğini tahmin eder.
Fenerbahçe'deki spor tesislerinin belediye arazisi üzerine yapıldığının sergi ile ortaya çıkmasından sonra ortalık çok karışır. Korutürk'ün olaydan hemen sonra yaptığı İstanbul gezisinde her zaman olduğu gibi protokol gereği vali, komutan ve İsvan uçağı kapısında karşılar. Korutürk ciddi bir ifadeyle, "Bu gelişimde, İstanbul Belediyesi ile Yelken Kulübü arasındaki anlaşmazlığı inceleyeceğim," der. Yelken Kulübü'nün kurucuları ve yöneticilerinin, emekli amiraller olması İsvan'ı fena halde tedirgin eder. Korutürk de emekli amiraldir neticede. İsvan'ı şikâyet ettikleri ve Cumhurbaşkanı'ndan yardım istedikleri açıktır. İsvan'ın en korktuğu şey ise, Korutürk'ün tarafları bir araya getirmesi ve el sıkışmaya zorlayarak konuyu halletmelerini istemesidir. Birkaç gün sonra Cumhurbaşkanı'nın belediyeyi ziyaret edeceği bilgisi gelince korkusu daha da artar. Ziyaret günü Korutürk yanında Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fuat Bayramoğlu, Vali Namık Kemal Şentürk ile gelir. İsvan Korutürk'e, kulüplerle ilgili dosyalarını verir, meseleyi olabildiğince ayrıntılı olarak açıklamaya çalışır. Korutürk hiç soru sormaz, yorum da yapmaz. Bir saatlik toplantı böylece sona erer.
Birkaç gün sonra Yelken Kulübü'nden bir davetiye gelir, yapılan bir yelken yarışını kazananlara kupalarını Cumhurbaşkanı verecektir. İsvan uğradığı hakaretlerden sonra törene gitmemekte kararlıdır ancak, Cumhurbaşkanlığı özel kaleminden, Korutürk'ün, İsvan'ın katılımını özellikle istediğini belirten bir çağrı aldığında kaçacak yeri kalmamıştır, "tamam, şimdi başına geleceklere hazır ol!" der ve törene katılır. Kokteyl ve ödül töreninden sonra verilen yemekte isim kartının yazılı olduğu masaya doğru yürürken Korutürk, İsvan'ın kolundan tutar ve yanına oturtur. Emekli amiraller de haliyle birer kayarak yerlerine geçerler. Yemek yenir, olağan sohbetler yapılır, İsvan geceyi kazasız belasız, anlaşmaya zorlanmadan bitirdiği için rahatlamıştır.
Belediyede işler olağan akışında devam ederken, iki gün sonra Cumhurbaşkanlığı protokolünden, Cumhurbaşkanı'nın Ankara'ya döneceği, mutat şekilde bildirilir. Her seferinde olduğu gibi, önce tören kıtası selamlanır, sonra vali, komutan ve İsvan, uçağın kapısına kadar gider, Korutürk her birinin elini sıkarak uçağa biner. Biner ama önce İsvan'a döner ve "Bu gelişimde İstanbul Belediyesi ile Yelken Kulübü arasındaki anlaşmazlığı inceleyecektim. İncelemeyi yaptım ve belediyenin yerden göğe kadar haklı olduğunu gördüm. Huzur-ı kalp ile Ankara'ya dönüyorum," der.
Sistem değiştiği için, İmamoğlu-Erdoğan ilişkisinin geldiği noktayı bugüne kadar hiçbir cumhurbaşkanı/başbakan-belediye başkanı ilişkisiyle kıyaslamak mümkün değil. Yine de en tepedeki seçilmişle yerelin en tepesindeki seçilmiş arasındaki ilişki hiç bu kadar kötü olmamıştı. İmamoğlu ile Erdoğan'ın tek yüz yüze karşılaşma ve konuşmalarının eski belediye başkanının cenazesi olduğu düşünülürse gelecek hiç parlak görünmüyor.