T24'teki yazılarıma ilk başladığımda babamın öğütleri ile köşe yazarlığının ilkeleri arasındaki bir detaya dikkat çekmek istemiştim.
Köşe yazarı tutarlı olmalıydı.
Bunu da benzer konulardaki geçmiş yazılarıyla güncel yazılarının mukayesesini yapan ve uyumlu olmalarını bu ifadeyle değerlendiren İlhan Selçuk'un köşesinde okuduğumu hatırlıyorum diye yazmıştım. (Hâlâ öyle hatırlıyorum.)
Siyasetçi de tutarlı olmalıdır.
"Dün dündür, bugün bugündür"...
Ne kadar Süleyman Demirel'i hatırlatıyor ve yüzümüzde tebessüm bırakıyor olsa da, bugünlerde tekrar gündemde olması ülkenin siyaset günlüğüne; tutarsızlığın, çaresizliğin ve yalan siyasetin geldiği vahim durum olarak yazılacaktır.
Cumhurbaşkanı uzun zamandır, keyfiyetle aklına gelen her şeyi söylemekten çekinmiyor.
Bizi şaşırtan; bu da mı olur, dedirten ne varsa hem de... Vallahi, yirmi yaşın altındaki kuşak, Sayın Erdoğan'dan önce bizi mağara döneminde filan yaşıyor sanacak diye korkmaya başladım.
Siyasi rakiplerine küfre varan salvolarını ya da kendisiyle aynı düşünmeyen, bunu ifade eden neredeyse herkesi terörist ilan edebilecek kadar ileri gitmeyi günlük ritüeli haline getirmiş olduğunu bir kenara bırakıyorum.
Bunu neden yaptığını az çok öğrendik artık.
Sorum şu: "Ekonomistim çıkışıyla (hele de diploma tartışmaları bitmemişken) ekonomimizin yokuş aşağıya inişi arasındaki ters orantıya ne diyorsunuz?"
Evet, haklısınız... Ben de böyle düşünüyorum.
Hamasetle seçmeni etkileyebilir, istediğiniz sonucu elde edebilirsiniz, ancak diplomasını isteyenlere şak! diye gösterebilecek bir iktisatçı olarak hemen yanıtlayayım: Piyasada lafla peynir gemisi yürümüyor.
Ülke idaresi de lafla yürümez ve tabii iç ve dış siyaset de öyle...
Piyasanın kendi kuralları ve dengesi vardır. Bu nedenle lafazanlık değil, kendi dinamikleri ekonominin işleyişinde söz sahibidir.
Maalesef, ülkelerin demokratik kurum ve kuralları devletin işleyişinin ana eksenini oluşturabilecek bir gelişmişliğe sahip olmadığı sürece belagat geçerli akçe gibi görünmeye devam edecektir.
Tıpkı şu an ülkemizde yaşandığı gibi. Fakat bu durumun ne kadar sürdürülebilir olduğunu yakında anlayacağız.
Tam bu noktada bir şey daha sorayım:
"Dışişleri Bakanı'nı bu ara gören oldu mu?"
Mesela, Taksim'deki patlamayı sıcağı sıcağına İçişleri Bakanı hemen Amerika'ya ve PKK'ya bağlarken, dış odakların adresi konusunda Cumhurbaşkanı ile çelişen açıklamalar yapıldığı sırada Dışişleri Bakanı'ndan önemli bir yorum geldi mi?
Ya da saldırıyı izleyen birkaç gün içinde yapılan sınır ötesi hava harekâtı konusunda kayda değer bir şey dediğini duyan var mı?
Ama madalyonun öbür tarafında Erdoğan'ın Amerika'nın taziyesini kabulünde kapı ardında rolü olması nedeniyle Soylu ile Çavuşoğlu arasında ciddi anlamda gerilim yaşandığı şeklinde bilgiler kamuoyuna yansıdı.
Hatta Soylu'nun benzer gerilimi MİT Başkanı ve Milli Savunma Bakanı ile de yaşadığına yönelik duyumlar kulağınızı fazlasıyla çınlatmıştır.
Bir devletin iç, dış, savunma ve güvenlik konularını yürüten en tepe noktadaki sorumluların kesin bir uyum ve güven ilişkisi içinde olması gerekmez mi?
Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı arasındaki İstiklal bombacısının ifadesinin sızdırılması polemiği de konuşulmayan şey değil...
Yine abimi örnek vereceğim ama hükümetin ve Cumhurbaşkanının geldiği noktayı bundan daha iyi bir örnekle açıklayamam.
Kendi iş yerinde çalışanlarıyla yaptığı bir iş toplantısında sözünü sakınmaması ile bilinen abimi, bu şekilde yapma, senden korkuyorlar diyerek uyarmaya çalıştığımda: "Hem korkuyorlar hem de akıllarına ne gelirse yapıyorlar Serdar, bu nasıl korkmak anlamıyorum?" demişti.
Şimdi baksanız, bakanlar dahil devletin her kademesindeki yöneticiler Sayın Erdoğan'dan korkuyor.
Peşin peşin söylüyorum, uzun zamandır bu korkunun yerini, ekonomiden eğitime, iç ve dış siyasetten sınırlarımızdaki güvenlik zafiyetine kadar; bir denilenin diğerini tutmadığı politikasızlık olarak da adlandırabileceğimiz bir tutarsızlık almış durumda.
Devlet tutarlı olmalıdır.
Ne zaman İstanbul'a gitsem mutlaka yürürüm İstiklal caddesinde. Sadece İstanbul'u değil, Türkiye'yi de soluyormuş gibi hissederim attığım her adımda.
Yazımı yazdığım saatlerde valiliğin sokak müzisyenlerini yasakladığı haberleri gelmeye başladı.
Her zaman konuşulan bir konuydu. Demek ki sonunda yapmışlardı bunu da...
Son bomba, cumhurbaşkanı, bakanlar ve istihbarat teşkilatı düzeyinde tehditin nereden geldiği konusunda çelişkilerin olduğunu net olarak ortaya koydu.
İktidarın bir kez daha bu ülkeyi artık yönetmekte büyük problemler yaşadığı gerçeğini de...
Cuma günleri biliyorsunuz mübarek gündür.
Ve her mübarek Cuma günü sorularını yineler Mehmet Y. Yılmaz.
Bu soruların muhatabı ise ülkenin İçişleri Bakanıdır. Hemen her konuda konuşan Süleyman Soylu, nedense bu sorulara bugüne kadar hiç yanıt veremedi.
Eğer iktidar Soylu ile devam etmek istiyorsa bu soruları yanıtlamadan bunu yapamayacağını bilmeli...
Eğer muhalefet iktidar olmak istiyorsa bu gibi yanıtların en az sevgili Yılmaz kadar peşine düşmeli.
Muhalefet de tutarlı olmalı.
Bir ara sol için 'sizde mi birleşelim bizde mi birleşelim' açmazı çok tartışılmıştı.
Altılı Masa da benzer bir; aday şöyle mi olsa böyle mi olsa çıkmazına girmeden, yani adayı hamama götürüp görücü olmadan daha somut adımlar atma konusunda dişe dokunur bir şeyler bulmalı.
Ha bir de unutmadan; liderler birbiriyle konuşmadıkları ya da söyleyemediklerini üçüncü şahıslar üzerinden tartışmaya açmaya başladı sanki.
Bu alışkanlık haline gelirse Altılı Masa'yı tutarsızlık içine sokacak ve epeydir bir yere oturmayan algısı olumsuz olarak etkilenecektir.
Gelelim sona...
Önce Erbakan ile yolları ayırdı. Hemen sonra Milli Görüş gömleğini çıkardık filan dedi.
Ağam paşam dediği kim varsa kurtuldu ve başına ne geldiyse kandırıldım dedi.
Yarattığı mağduriyetler ona iktidarının 20. yılını yaşatıyor.
Benden söylemesi; seçime en fazla 7 ay kalmışken Erdoğan, kendisini kandırdığını ilan edeceği ve mağduriyetinden bir iktidar daha çıkarabileceği o kandırıkçıyı bulmadan, muhalefet bulmazsa geçmiş olsun...
En iyisi işi gücü bırakıp Bodrum Şehir Tiyatrosunun 'Yalancı Aranıyor' kervanına katılalım ve bulalım şu yalancıyı...
Belki bu arada 'Mübarek Cuma Soruları' da yanıt bulmuş olur. Ne dersiniz?
Eyvallah.
Serdar Gündoğ kimdir? Serdar Gündoğ, Pınarbaşı / Kayseri doğumlu. İlk ve Orta Okulu Ankara'da, Liseyi ise Aydın'da tamamladı. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümünü İzmir'de bitirdi. Türkiye'nin ilk haber portallarından Bodrumhaber.com ve aynı adla yayımlanan günlük gazetenin genel yayın yönetmenliğinin ardından çeşitli yerel haber portallarında ve Posta ve Milliyet gazetelerinin eklerinde haftalık yazılar yazdı. 2009 yılından itibaren yerel ve genel seçimlerde kampanya yöneticiliği ve danışmanlıklar yaptı. Çevre ve insan temalı farkındalık projeleri için fikir ve senaryolarına da katkı sağladığı kısa filmler ve belgesellerin yapımcılığına devam ediyor. Marka ve siyasi danışmanlıkları bulunan Serdar Gündoğ, Frame Bodrum Kültür ve Sanat Merkezi yöneticiliği yapmaktadır. |