Sosyal medya hayatımıza girmeden önce öfkelerimizi, yumruklarımızı nasıl savuruyorduk hatırlayan var mı? İnsanlığın ortak öfkesinin hedef tahtasına oturmak bu kadar kolay değildi, orası kesin. İş sosyal linç noktasına gelmeden önce, kendi mahallelerimizde bağırıp çağırıyorduk. Bir kitap okuyup hayatı değişen neslin çocukları, 'Bir tweet attım hayatım değişti' yaklaşımıyla sınanıyor adeta. Bir kelime, basit bir şaka, öylesine atılan bir tweet hayatı geri döndürülemez biçimde değiştirirken, siber zorbalık sınır tanımıyor. Gözümüzü nereye çevirsek, hangi haberin altını okusak bir çeşit nefret suçuyla, ötekileştirme ile karşılaşır olduğumuz şu günlerde sizi iyi hissettirir mi bilmem ama hiç de 'yalnız' değiliz.
Bizler fark etmeden her gün içimizden birkaç kişiyi seçip çarmıha germeye gönüllü insanlara dönüştük. Öfkemizi, mutsuzluklarımızı ötekine kusarsak daha mutlu, doyumlu olacağımız sanrısıyla yaşıyoruz. Ayrıntısını bilmediğimiz olaylara ahkam kesiyor, tanımadığımız insanlardan ölesiye nefret ediyor, bir şekilde kustukça kusuyoruz. Bitmiyor. Zannetmeyin ki siyasi kutuplaşmanın menteşelerini zorladığı ülkemiz bu konuda 'biricik'. Değil. Ülkede olup bitenden dışarıya bakmaya mecalimiz kalmadığı için bize öyle geliyor olabilir.
So You've Been Publicly Ashamed (Demek Kamuoyu Önünde Utandırıldınız) kitabının yazarı gazeteci Jon Ronson bu tip toplumsal histeri anlarını odağına almış. Ronson, kitabında sosyal linçlere uğrayan insanların linç sonrası hayatlarının neye dönüştüğünün izini sürmüş, kendine yeni bir hayat kuran, kimisi artık sosyal medyadan kaçan bireylere dönüşen kişilerin neler yaşadığını anlatmış. Hikâye bizim için sosyal medyayı kapattığımız anda bitiyor olabilir ama bu korkunç öfkeye maruz kalan insanları ağır sakatlıyor. Birçok defa bu anları izleyen Ronson, "Utanç tetiklendiğinde, inanılmaz güçlü bir silaha dönüşüyor, adeta susturulanların sesi oluyor. Kitleler bu sayede adaletin demokratikleştirilmesini sağladıklarını hissediyorlar" diyor. Gerçekten öyle mi? Ronson iki şeye inanıyor: Birincisi, insanlar internette gerçek hayatta olduklarından çok daha kötüler. İkincisi ise çevrimiçi dünyada hayatta kalmanın en akıllıca yolunun hissiz olmak olduğu bir dünya yaratmış durumdayız. Twitter kullanıcıları her taraftan kelle almak için bilgisayarlarının başına geçerken, Ronson bunu "Diğer insanların kusurlarına karşı savaşan askerlere dönüşüyoruz" diye yorumluyor. Troll çetelerine dönüşen binlerce insan sağduyulu çevrelerden gelen uyarılara kulak asmıyor, vurun abalıya çığırtkanlığıyla kelle avcılığına soyunuyor.
Konunun erişkinleri etkileyen bölümünden bahsettik. Bir de ruhu henüz bu kadar derin bir karanlıkla baş etmeyi bilmeyen, beceremeyen ve bir kelime, bir cümleyle hayatın sonunun geldiğini düşünen gençler var…
Herhalde yaşı müsait olan herkes Monica Lewinsky'i hatırlar. 20'li yaşların başında Beyaz Saray'a stajyer olarak giren, ardından ABD Başkanı Bill Clinton'la olan aşk ilişkisinin ortaya çıkmasıyla dünyanın merkezine oturan Lewinsky bugün sosyal zorbalık ve linçlere karşı özellikle gençleri korumak için çalışan bir aktivist, konuşmacı, yazar konumunda. Yaşadığı ağır sosyal linç sonrasında hayatta kalmasını bir mucize olarak niteleyen Lewinsky, 1998 yılında sosyal medyanın henüz bebek adımlarını attığı için şanslı olduğunu söyleyecek kadar iyimser. 2015 yılında yaptığı epik Ted Talk konuşması 10 milyondan fazla izlenen Lewinsky, geçtiğimiz yıl sonunda reklam ajansı BBDO ile "Salgın" adlı kampanayı hayata geçirdi. Henüz ortada Covid-19 yokken başlatılan kampanya sosyal linci korkunç bir 'salgın' olarak niteliyor. Görmek için iyi bakmak lazım temasını işleyen kampanya, "Bazı salgınların görülmesi zordur. Siber zorbalığın gerçek ve hayati sonuçları var" mesajını veriyor.
İki versiyonu olan film, Hailey adında bir genç kızın hayatından kesit sunuyor. İlk izlediğimizde Hailey'nin film boyunca cep telefonuna her baktığında giderek depresifleşen ruh hallerini izliyoruz, ancak telefona gelen mesajları görmüyoruz. Filmin devamında genç kızın uyku, yeme bozukluğunu artıyor, ailesi ise kızın yaşadıklarını anlamaktan oldukça uzak görünüyor. Son sahne Hailey'nin intiharı ve acil serviste duran kalbinin yeniden çalıştırıldığı sahne oluyor. Filmin sonunda izleyici filmi ikinci kez izlemeye davet ediliyor. Bu versiyonda ise filmi, Hailey'nin giderek bozulan ruh durumunu açıklayan kısa mesajlar eşliğinde izliyoruz. Mesajlar aşağılayıcı, dışlayıcı, utandırıcı… Meraklısı için film şu adresten izlenebilir.
Lewinsky'nin başını çektiği kampanyanın hashtagı ise #clickwithcompassion yani "şefkatle tıklayın". Pew Araştırma Merkezi geçen yıl ABD'de gençlerinin yüzde 59'unun çevrimiçi zorbalık veya tacize uğradığını tespit etti, UNICEF ise 30 ülkedeki üç gençten birinin zorbalık mağduru olduğunu bildirdi. Son günlerde gündemden düşmeyen Z kuşağı yaratılan bu düşmanca, kaba, nefret dünyasından payına düşeni alıyor özetle.
Hayatımızın ve eylemlerimizin sadece izlenmediği, aynı zamanda yakından denetlendiği bir dünyaya doğru adım adım ilerlerken, her birimizin sosyal linçle karşılaşmamızın an meselesi olduğunu akılda tutmak iyi olabilir. Bugün şakayla attığınız bir tweetin yarın işinizi, arkadaşlarınızı, kimliğinizi kaybetmenizin önünü açabileceğini, hayatınızı geri döndürülemez bir noktaya sürükleyebileceğini iyi anlamak gerekiyor. Lince davetiye çıkarmanın, kötücüllüğü ışık hızıyla yaymanın, troll çetelerinin peşinden sürüklenmenin ağır sonuçları var. Sosyal mecralarda birini hedefe oturtan nefret dolu bir mesajı yaymaya başlamadan önce derin bir nefes alıp, bu mesajın neye hizmet edeceğini, hikâyenin ne kadarını bildiğimizi, nerede duracağımızı sorgulamak bizi büyük bir çarkın kör parçası olmaktan kurtarabilir. Herhangi bir kurtarıcıdan medet ummak yerine, önceliğin kendi söküğümüzü dikmekten geçtiğini anlayarak işe başlayabiliriz belki.