Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin en büyük sınavı, en önemli dönüm noktası” dediği 2019’da yapılacak seçimlere iki yıldan az bir zaman kaldı. İktidar partisinin üç kritik hedefi var:
Önce 2019 baharında yapılacak yerel seçimlerde elinde tuttuğu büyük şehirleri kaybetmemek, ardın da sonbaharda yapılacak seçimlerde Erdoğan’ı ilk turda seçtirmek ve aynı zamanda TBMM’de çoğunluğu muhafaza etmek. Özellikle Cumhurbaşkanlığını ilk turda kazanmak, yeni rejimde siyasal gücü tekeline alan yürütmenin otoritesi ve toplumsal meşruluğu açısından hayati öneme sahip.
Oysa bu hedef bıçak sırtında. İster 2014 cumhurbaşkanlığı seçimini, ister 2017 anayasa referandumunu ister son haftaların en lehtar kamuoyu anketlerini dikkate alın iktidar partisine ve liderine olan destek yüzde 52’yi bulmuyor. Birkaç puanlık oy kaybı bile bu büyük sınavın hüsranla sonuçlanması için yeterli. Dahası bazı anketler Meral Akşener’in adaylığının Tayyip Erdoğan’ın ilk tur oylarını yüzde 45’in de altına çekebileceğini söylüyor.
Bu koşullarda açıktır ki iktidar partisinin ideolojik ve siyasal söylem ve manevralarda göstereceği performans kadar ekonomide de başarıya şiddetle ihtiyacı var. Düne kadar ekonomi yönetimi gerek Orta Vadeli Programda gerek söylemlerinde tek hanelere gerilemiş ve düşme eğiliminde bir enflasyon, yüksek büyüme ve buna bağlı olarak azalan işsizlik vadediyor ve sanırım buna kendisi de inanıyordu. Bu vaatler konusundaki şüphelerimi ifade etmiştim (“Orta Vadeli Programın tartışmalı hedefleri”).
Enflasyonda baz etkisiyle sınırlı bir düşüş bekleniyordu ama enflasyon tek haneye inse bile ilan edilen hedeflerin fazlısıyla iyimser kaldığını, teşviklerle ve kamu harcamaları ile desteklenen büyümenin hızını kaybedebileceğini dolayısıyla bu yıl başından itibaren yavaş bir tempoyla da olsa azalmakta olan işsizliğin yeniden artışa geçebileceğini düşünüyordum.
Geçen hafta yaşanan gelişmeler bu ılımlı kötümserliğin pabucunu dama attı. Önce Para Politikası Kurulu mevcut para politikasının, özetle yüzde 12 civarında seyreden fonlama faizinin, döviz kurunu kontrol atında tutmaya yeterli olduğu, bu sayede enflasyonun umulundan daha yavaş olsa da düşmeye başlayacağı umuduyla faizlere dokunmadı. Yatırımcılar bu davranışı tehlikeli bir rehavet olarak değerlendirdi. Döviz kuru yükselmeye başladı. Ardından Ekim ayı enflasyonu beklenenin üzerinde geldi.
Yıllık tüketici fiyat artışı azalarak tek haneye yöneleceğine yüzde 12’ye dayandı. Merkez Bankası’nın rehavet görüntüsü aymazlığa dönüştü. Kur adeta çıldırdı Dolar 3,89’a fırladı. Orta Vadeli Programda 2018 ortalama kuru 3,73 kabul edilmişti. Yüzde 11’lerde dolanan Hazine tahvilinin piyasa faizi rekor kırarak yüzde 13,3’e yükseldi. Bu rakamlar sıcak parada hızlı bir kaçış olduğuna tanıklık ediyor. Çünkü resmi hedeflere güven çökmüş durumda.
Bu gelişmeleri kimse beklemiyordu. Resmi ekonomi programları çöpü boylamakla kalmadı bizlerin ılımlı kötümserliği de boşa düştü. 2018 yılının ekonomik beklenti ve tahminleri köklü bir şekilde yeniden düşünülmek zorunda. Bu noktada en büyük muamma Merkez Bankası’nın ve Hükümet’in ne tür tepkiler vereceği, ne tür politika değişikliklerine başvuracağı; ekonomi yönetimi can sıkıcı açmazlarla karşı karşıya.
Bu yılın ilk yarısında ekonomik büyüme yüzde 5’in üzerinde gerçekleşti. Üçüncü çeyrek (Temmuz-Eylül) büyüme oranı baz etkisiyle yüzde 7 civarında çıkacak. Ama bu performans kimseyi aldatmasın. Bunlar geride kaldı. Ekonomik büyümeyi bu şekilde sürdürmek bundan böyle mümkün değil. Ama en azından Hükümet tahribatı sınırlandırmaya ve GSYH artışlarını hiç olmazsa yüzde 5 civarında tutmaya çalışacaktır. Bu hiç de kolay değil çünkü ekonominin gerçekleri zor tercihler dayatıyor.
Öncelikle döviz kuru kontrol altına alınmak zorunda. Aksi takdirde enflasyonda ipin ucu kaçacak. Bilinen yegâne yol faiz artışı. Mecbur kaldıkça Merkez Bankası bunu hep yaptı. Cumhurbaşkanı’nın aksi yöndeki görüşlerine rağmen yine yapacaktır diye düşünüyorum. Ama kefil de olmam doğrusu. Para politikasında gereği yapılmadığı takdirde ne olacağını sonra tartışırız. Makul senaryoyu izleyelim. Faiz artışı mevduat ve kredi faizlerini de yukarı çekçektir. Bu durumda bir süredir canlanma emareleri gösteren özel yatırımların yeniden rölantiye alınması çok muhtemel.
Bu saatten sonra faiz artışının da yeterli olacağı kuşkulu. Hükümet bunun farkındaydı ve son çıpa olan mali disiplini kurtarmak için kamu harcamalarında frene basılacağını açıkça ilan etmişti. Kamu harcamalarının, özellikle kamu yatırımlarının kısıldığı vergilerin de yükseltildiği bir ortamda iç talep bir tur daha kısıtlanmış olmayacak mı? Elbette olacak. Diğer alternatif yükselen bütçe açığını göze alıp bol kepçe teşviklere ve yüksek kamu harcamalarına seçimleri atlatıncaya kadar devam etmek. Makro dengelerin bıçak sırtında olduğu bir ekonomi gevşek maliye politikasına iki yıl daha tahammül edebilir mi? Ciddi kuşkularım var.
Büyümeyi tahkim etmek için geriye net ihracatın katkısı kalıyor. Bunun için ihracatın ithalattan daha hızlı artması gerekir. Net ihracat katkısı bir süredir negatif. Ancak Türk Lirası’ndaki son değer kaybı net ihracat katkısını pozitife döndürebilir. Ama bu dönüş daha çok ithalat kanalından olacağından bir bedeli var: Bu bedel ithal makine teçhizat ve ara malı üzerinden ödenecek.
Kısacası, ekonomi gemisi fırtınalı sulara ani bir giriş yaptı. Bunu AKP iktidarı da beklemiyordu. Seçim yılı yaklaşırken ekonomide dümeninin nasıl tutulacağı, ne manevralar yapılacağı büyük soru işaretleri içeriyor. Yanıtlar ortaya çıktıkça neler yaşanabileceğini tartışmaya devam ederiz.