Ortada daha baskın seçim yokken ekonomide bir hayli sorun zaten birikmişti. Başkanlık referandumunu kazanmak için çeşit çeşit teşviklerle, sel halinde dağıtılan garantili kredilerle, gaz verilen cari harcamalarla son istikrar çıpası olarak görülen mali disiplinin dizginleri büyük ölçüde gevşetilmişti.
Beklendiği gibi coşan iç talep cari açığı tırmanışa geçirmiş, buna bir de siyasi baskı altında bunalan Merkez Bankası’nın ataleti ve tereddütleri eklenince döviz kuru başını alıp gitmiş, enflasyon talep ve maliyet kıskacı altında çift hanelere demir atmıştı. Nominal faizler o kadar yükselmişti ki, ekonomimizin göz bebeği konut sektöründe ipotekli kerdiler el yakmaya başlamıştı. Bu koşullarda devasa döviz borçlarına sahip büyük kuruluşlar da borçlarını yeniden yapılandırma kuyruğuna girmişlerdi.
Olan biteni yakından izleyen “münafık” reyting kuruluşları da “fırsat bu fırsattır” diyerek Türkiye’nin notunu kırmaya başladılar. Türkiye’nin risk primi, dolayısıyla devlet tahvillerinin piyasa faizleri tırmanıştaydı. Yani Hazinemiz daha pahalı borçlanır olmuştu.
Bu gidişatın sonunu nereye varacağını gayet iyi bilen ekonomi yönetimi gerek söylemde gerek uygulamada mali disiplinin dizginlerine asılmanın, Merkez Bankası da para politikasını elinden geldiğince sıkılaştırmanın çabası içindeydi. Bu çabaların ekonomik büyüme ve işsizlik cephesinde yaratacağı hasarın farkına varılınca zaten gündemde olan erken seçim olabilecek en erken tarihe yani 24 Hazirana alındı.
Makroekonomik dengeler bozulmaya başlamışken ve zaman geçtikçe daha da bozulacakları belliyken baskın seçim ekonomi açısından rasyonel bir karardı. Tabi muhalefete etkili taktikler geliştirmek için yeterli zamanı vermemek için de gerekliydi ama CHP, İyi Parti ve SP iktidarın hesaplarını boşa çıkardılar.
Bunun üzerine AKP iktidarı can havliyle müthiş bir ballı paket açıkladı;.Emeklilere yılda 2000 TL bayram parası, yoksul yaşlı maaşına yüzde 100 zam, aklınıza gelebilecek ne kadar ödenmemiş vergi, sigorta primi, trafik cezası varsa tümüne gecikme cezası ve ekstra faiz affı ile taksitlendirme bir torbaya doldurulup parlamentodan yıldırım hızılya geçirildi. Yetmedi kaçak binalara kayıtlara geçme fırsatı verildi. Bu şekerlemeler yetirli bulunmamış olmalı ki şimdi kamu bankalarına tehlikeli ölçüde biriken konut stokunu eritmek için piyasanın altında (yani maliyetlerin altında) faizle kredi açmaları için talimat gündeme geldi.verilecek.
“Seçim ekonomisi” bilinen ve çokça incelenmiş bir kavarmdır. Ama bu kadarı görülmüşmüdür bilmiyorum. Bu torbanın İlerde siyasal ekonomi ders kitaplarında seçim ekonomisinin mümtaz örnekleri arasında yer alacağından kuşkunuz olmasın. Bu önlemler kamu maliyesine ne getirir ne götürür uzun uzun tartışmaya niyetim yok. Pek çok meslektaş konuylu ilgili yazılarında gereken hesapları yaptı. Sadece finansal piyasada olan bitene bakarak bu saf popülist hamlenin nasıl karşılandığını aktarmak yeterli olacaktır.
Merkez Bankası son PPK’da fonlama fazini 75 baz puan artırmıştı. Piyasa uzmanları herhalde 50 baz puan arttırır ama yetmez diyorlardı. PPK daha atak davrandı. 4.10’lara kadar yükselen dolar kuru gevşemeye başladı ve 4,04’e kadar düştü. Düşüş devam edecek gibi duruyordu. Sonra seçim torbası piyasaya boca edildi. Dolar 4,20’yi geçti. Bir kaç gün sonra da Başabakan konut sektöründeki durgunluğu aşmak için kamu bankalarının düşük faizli kredi vereceklerine dair açıklamayı yaptı. 1990’lı yıllarda büyük tahribata neden olan ve 2001 krizinin önde gelen nedenlerinden olan görev zararlarının kapısı yeniden açılıyordu. Dolar kuru anında 2,30’a dayandı. Bu arada tabi ki 2 ve 10 yıllık devlet tahvilllerin faizleri de rekor üstüne rekor tazeledi.
Artık ne enflasyon ne de bütçe açığı kısa vadede kontrol altına alınabilir. Haklı olarak herkes ekonomik krizin kapıda olup olmadığını soruyor. Önce bardağın az da olsa dolu tarafından başlayalım. 2001 krizinden sonra kurulan sağlam kurumsal zemin (para politikası bağımsızlığı, sağlam banka sistemi, mali disiplin önceliği) halen yerinde ama bir süredir hissedilen sarsıntılar giderek şiddetlenebilir. Kurumsal zemin daha fazla hırpalanmaz, ekonomi politikasında de çılgınlıklar yapılmazsa 1990’lı yıllarda yaşadığımız saf kan yerli yapım krizlerin bir benzerinin tekerrür etmeyeceğini düşünüyorum. Ama açılan gedikleri kapatmak için büyümede ve işsizlikte ağır bedel ödenemesi de kaçınılmaz hale geldi.
Bardağın boş tarafına gelince. Birincisi, Recep Tayyip Erdoğan kazandığı takdirde ekonomi politikasında, özellikle de para politikasında hatalar ihtimal dahilinde. İkincisi, zıvanadan çıkmakta olan enflasyonun kontrol altına alınmas için bu işten anlayanlar artık 250-300 baz puanlık faiz artışından dem vuruyor. Bu nasıl mümkün olacak? Üçüncüsü seçim ekonomisi hovardalığı ile kamu harcama eşiği bir kademe yükseldi. Mali disipline dönüş ya başka harcamalardan kısmayı ya da esaslı vergi artışları gerektirecek. 9 ay sonra (Mart 2019’da) yerel seçimler yapılacağına göre yürütmeden sorumlu cumhurbaşkanlığı böylesine sert bir düzeltmeyi göze alabilecek mi?
Sorular uzatılabilir ama yerim kalmadı. 24 Haziran'dan sonra iktidara kim gelirse gelsin bozulan dengeleri yeniden tesis etmek için büyük bir bedel ödemek zorunda kalacağımız açık. Bu bedeli ödeyerek süreli bir durgunluk ile badireyi atlatabilir miyiz? Felaket tellâllığı yapmakla suçlanmamak için yanıtı size bırakıyorum.