Bu soruyu hem yakın çevrem hem de yabancı gazeteciler uzunca süredir sorar olmuşlardı. Fazla tereddüt etmeden özetle şu yanıtı veriyordum: “Hatalı para politikası izleme riski mevcut. Cari açıkta azalma da sonbahardan itibaren yerini artışa bırakacak. En önemlisi iç siyasal gelişmeler nedeniyle AB çıpası sallantıda. Ancak kriz işaretleri bana göre mevcut değil.”
Oysa son dönemde ekonomik görünüm hızla değişti. Geçtiğimiz hafta, bir yabancı gazeteci, “konuştuğum yabancı yatırımcılar Türkiye’de ekonomik krizin kapıda olduğunu söylüyorlar siz ne düşünüyorsunuz” diye sorunca doğrusu ezberimi tekrarlamakta tereddüt ettim. Türkiye ekonomisinde makroekonomik dengelerin halen bıçak sırtında olduğunu, buna bir de AB ile müzakerelerin askıya alınması eklenirse ekonomik krizin o zaman gündeme gireceğini söyledim.
AB ile ilişkilerde çok kritik bir aşamaya geldik. Uzun uzun açıklamalarda bulunmama gerek yok. Türkiye’nin insan haklarına ve temel özgürlüklere dayanan Kopehag kriterlerinden büyük ölçüde uzaklaştığı ortada. Son AB “ilerleme” raporu da bu gerçeği teyit etti. AB üyesi ülkelerin bazı yöneticileri bu koşullarda üyelik müzakerelerinin askıya alınmasının gerektiğini açık açık söylemeye başladılar. Mevcut olumsuzluklara bir de idam cezasına dönüş eklendiğinde ki öyle görünüyor, iyice incelmiş olan AB ipinin kopması kaçınılmaz olabilir.
Peki, bu durumda ekonomi nasıl etkilenir? Yöneticilerimiz “inceldiği yerden kopsun” havasındalar. Bu restin ne ölçüde aşırı ve temelsiz özgüvenden kaynaklandığını ne ölçüde Suriyeli mülteciler üzerinden oynanmakta olan poker partisinin son elinin bir çıkışı olduğunu kestiremiyorum. Ama olur da ipler koparsa neler olacağına ilişkin girişi ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı Mehmet Şimşek’in ağzından yapalım.
Geçen perşembe Şimşek ASKON’un “Türkiye Ekonomisi ve Güncel Gelişmeler” konulu toplantısının basına kapalı bölümünde bugüne dek şahit olduğum en açık uyarılarını yapmış. Hürriyet‘ten Ceyhan Kuburlu içerden edindiği bilgilere dayanarak Şimşek’in AB ile iplerin kopma noktasına gelmesinden duyduğu endişeyi şöyle aktarıyor:
“Bana ister katılın ister katılmayın, AB’den kopmuş bir Türkiye’nin dünya algısı 3’üncü dünya ülkesidir… Japonya’ya gittim en çok gelen soru ‘Türkiye AB’den kopacak mı? Koparsanız biz uğramayız’ diyorlar… AB konusu çok net. Kendi menfaatimiz gereği AB ile ilişkileri götürmemiz lazım.”
Bakan Şimşek endişelenmekte çok haklı. Her ne kadar sonu belirsiz de olsa AB ile üyelik müzakereleri Türkiye ekonomisi için bugüne dek çok kritik bir istikrar çıpası oluşturdu. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları 2005’ten itibaren 5-6 kat artarak 15 milyar doları aştı. Bu yıl ciddi bir gerileme söz konusu olsa da 2005 öncesine kıyasla halen çok daha yüksek düzeydeler. Bu arada yabancı yatırımların yüzde 75’inin Avrupa’dan geldiğini de not edelim. Büyük bir tasarruf açığı dolayısıyla dış açığı olan bir ekonomi için bu büyük bir nimet. Çünkü dış borcu arttırmadan dış açığın finansmanına katkı yapıyor, yatırımları destekliyor ve teknoloji transferi sağlıyor. Dahası müzakereler ilerledikçe Avrupa hukuk normları Türkiye hukuk sistemi tarafından benimsendiğinden, süreç demokratik sistemin ve işleyen bir piyasa ekonomisinin garantisi olarak görülüyor. Bugüne dek yerli bankaların ve firmaların uluslararası piyasadan kolayca borçlanabilmeleri de bu garanti sayesinde gerçekleşti.
Türkiye ekonomisi rekabet gücü sayesinde dış fazla veren, döviz kuru istikrarlı, enflasyonu ve faizleri düşük bir ekonomi olsa AB şokunu nispeten sınırlı bir bedelle atlatabilirdi. Ama mevcut durumda gerçekten bıçak sırtında duruyor. Sepet kur 3,40’a dayandı. 15 Temmuz öncesine kıyasla yüzde 11 kadar değer kaybı söz konusu. Merkez Bankası etkili olamıyor. Dahası kur artışı enflasyonda umulan düşüşü başka bir bahara erteleyecek. Bu durumda faiz politikasında nasıl bir yol izleneceği belirsiz. Haftalardır cari açığın yükselişe geçmek üzere olduğunu iddia ediyordum. Eylül ayı cari açık rakamları bu öngörüyü doğruladı. Cari açık geçen yılın Eylül ayına kıyasla ilk kez arttı. Artış güçlenerek devam edecek.
AB ile iplerin kopması makroekonomik dengeleri daha da bozacaktır. Bu bozulma büyük bir kriz yaratmasa bile durgunluğa neden olabilir. İki çeyrek üst üste GSYH küçüldüğünde durgunluğa girildiği kabul edilir. Üçüncü çeyrekte böyle bir küçülmenin yaşanmış olduğu tahmini giderek yaygınlık kazanıyor. AB çıpasının kaybedilmesi içinde bulunduğumuz dördüncü çeyrekte de küçülmeye yol açabilir.
Sanırım bu noktada siz de benim gibi meşum soruyu soruyorsunuz: AB üyelik müzakerelerini askıya alır mı? AB anlaşmasının bu konuda ne öngördüğünü merak ettim. Bu konularda uzman bir dostuma danıştım. Müzakerelerin askıya alınmasında şöyle bir yol izleniyormuş.
Birliğin temelini oluşturan özgürlük, demokrasi, insan haklarına ve temel özgürlüklere tam saygı ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin Türkiye’de ciddi ve ısrarlı bir şekilde ihlal edilmesi durumunda, Komisyon, kendi inisiyatifiyle veya üye Devletlerin üçte birinin talebi üzerine, müzakerelerin askıya alınmasını önerebiliyor ve müzakerelerin tekrar başlaması için karşılanması gereken koşullara yönelik tekliflerde bulunabiliyor. Karar alıcı merci olan Konsey, Türkiye’yi dinledikten sonra, müzakerelerin askıya alınıp alınmaması veya müzakerelerin yeniden başlaması için aranacak koşullarla ilgili bu tür bir öneriyi nitelikli çoğunluk esasına göre kararlaştırıyor.
Bu hafta AB bu konuyu tartışmaya başlayacak. Tartışmaların ne kadar süreceği ve nasıl sonuçlanacağı hakkında kesin fikrim yok. AB ile ipler kopmasa bile iyice kangren olabilir. Bu gidişattan ekonomiye hayır gelmeyeceği kesin.