Yaklaşık 10 yıllık bir aradan sonra enflasyonun çift hanelere yükselmesi yakıcı bir sorun haline geldi. İki can alıcı soruyla karşı karşıyayız:
1 - Ekonomik büyümeyi acıtacak ölçüde aşağıya çekmeden enflasyon kademe kademe yüzde 5 hedefine ulaştırılabilir mi?
2 - Bu ideal senaryo gerçekçi değilse, enflasyon yüzde 5 hedefine ulaşmasa da ekonomik büyümeden taviz vermeden tek haneli alanda kontrol altında tutulabilir mi?
Bu sorulara Türkiye ekonomisini yakından takip eden makro iktisatçıların verdikleri yanıtlar, kimi nüanslar bir yana, şöyle özetlenebilir:
1 - Enflasyon, bir yandan TCMB’nin siyasal baskı altında para politikasını yeterince sıkı tut(a)maması diğer yandan da güvenilirliğinin büyük ölçüde yıpranması sonucu giderek katılaştı. Bu koşullarda yüzde 5 hedefi ciddiye alınacaksa büyümeden taviz vermeden hedefi tutturmak olanksızdır.
2 - Giderek katılaşan enflasyonun kademe kademe yükselmiş olması, önceki yıllarda olduğu gibi tek haneli alanda kontrol altında tutulmasını güçleştirmiştir. (Bu yanıtın tartışmaya açık olduğunu belirtmeliyim. Aşağıda deyineceğim).
Hükümet ise bu sorulara resmi söylem itibariyle tek bir yanıt veriyor: “Tabi ki ideal senaryo mümkündür, yola devam”. Ancak işi bilen bir kaç bakan ve yüksek ekonomi bürokratının buna gerçekten inandıklarına dair ciddi şüphelerim var. Ama siyaseten alternatif bir politikaya da yönelemediklerinden Nasrettin Hoca misali “ya tutarsa” diyerek seçimlere kadar zaman kazanmaya çalışıyorlar.
Enflasyonla mücadele görevi verilenm TCMB’nin soruna nasıl yaklaştığı daha karmaşık. Her yıl Ocak ayında yaptığı gibi neden başarılı olamadığını, başarlı olmak için nasıl bir politika tasarladığını, tek başına para poltikası yetmeyeceğinden Hükümet’ten nasıl bir destek beklediğini Salı günü Enflasyon Raporu, Başkan Mulrat Çeytinkaya’nın sunumu ve enflasyon hedefi büyük ölçüde ıskalandığında kanun icabı Hükümet’e yazdığı mektup aracılığı ile yanıt vermeye çalışıyor.
TCMB’nin yukarıdaki sorulara verdiği toplu yanıtın kısmen açık, kısmen imalarla bezenmiş yarı açık, kısmen de tamamen örtük taraflarını en iyi yansıtan dokümanın, istisnai durumlarda kaleme alınması gerekirken bizde her yıl tekrarlandığından rutin haline gelen bu mea culpa mektup olduğunu düşünüyorum. Bu metni izleyerek TCMB’nin savunmasını özetleyelim.
Fiyatlar temelde iki etkenle yükselir: Uluslararası girdi fiyatlarında artışlar ve üretim kapasitesinin üzerine çıkan talep artışı. Bizim gibi ülkelerde buna bir de kur etkeni dahildir. Yerli para değer kayberse dövizle alınan girdilerin TL fiyatları artar.
Enflasyonun 2017’yi yüzde 11,9 seviyesinde tamamlamasının nedenleri olarak yukarıdaki etkenlerin tümü mektupta kimi zaman sarih kimi zaman örtük bir şekilde açıklanıyor: Maliyet yönünden “Türk lirasında gözlenen yüksek değer kaybı” (yüzde 22), “ABD Doları bazında ithalat fiyatlarının beklenin üzerinde seyri” (yüzde 25, başta petrol), “gıda ve alkolsüz içecekler grubunda yüzde 13,8’lik fiyat artışı” önde gelen sorumlular. Yüksek faizin maliyetler arasında zikredilmediğini not edelim(!).
TCMB özünde mealen şunu söylemeye çalışıyor: Bu beklenmedik gelişmelerin uyguladığım para politikası ile ilintisi yoktur. Bu iş ne yazık ki bu kadar basit değil. Hadi petrol fiyat artışını yeterince tahmin edilemedi. Ama Türk lirası’nın aşırı değer kaybi faiz politikası ile pek ala önlenebilirdi. Mektupta fonlama faizlerinin nasıl kademe kademe arttırıldığı ve sonunda fonlama maliyetinin yüzde 12,75’e yükseldiği uzun uzun hatırlatılıyr. Ama artışların kur şokları ortaya çıktıktan sonra yapıldığı, yani iş işten geçiktikten sonra mecburen yapıldığı, bu gecikmede de siyasi etkilerin olabileceği ima dahi edilmiyor.
Gıda fiyatlarına gelince. Bu kalemde fiyat artışlarının tarım ürünleri fiyatlarındaki yüzde 17,3’lük artış şokundan kaynaklandığı doğrudur. Ancak büyük vaatlerle kurulan Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme Komitesi’nin neden bir işe yaramadığı mektupta tamamen es geçiliyor. Sadece “maliyet unsurlarındaki gelişmeler, sektörel fiyat şokları ve turizm sektöründeki toparlanma neticesinde gıda grubu yıllık enflasyona tarihsel ortalamaların üzerinde katkı yapmıştır” tesbiti ile yetiniliyor. Bizim de şunu sorma hakkımız doğuyor: Dış şoklar devam eder turizm de arzulandığı gibi toparlanmaya devam ederse gıda enflasyonuna seyirci mi k
TCMB’nin başarısızlığının sorgulanmayı en çok hak eden tarafı talep baskısıyla fiyat artışları karşısında çaresiz kalmasıdır. 2017’ye dek TCMB’nin enflasyon raporlarında yer alan standart enlasyon tahmini grafiği sistematik olarak çıktı açığı gösteriyordu. Son raporda bu grafik ilk kez geçen yıl için çıktı fazlası gösteriyor. Dahası çıktı fazlası 2018’in ilk yarısında da devam ediyor.
Bu sıra dışı durumu açıkça tartışmak yerine mektupta “2017 yılında iktisadi faaliyetteki güçlü seyir enflasyondaki artışı destekleyen bir diğer unsur olmuştur” tespiti ile yetiniliyor. Bol kepçe teşviklerin ve 230 milyar Hazine garantili kredi dağıtımının ekonomiyi fazlasıyla ısıttığından hiç söz edilmiyor. Oysa merkez bankalarının en yakından izledikleri gelişme bu ısınma durumudur. Gidişatı olabildiğince önceden tahmin etmeye çalışırlar ve buna göre politika faizini (haftalık repo faizi) arttırarak enflasyon artışını önlemeye çalışırlar. Üstelik bu ısınma kamunun mali disiplini gevşetmesinden kaynaklanıyorsa faiz artışının gerekçesi olarak bunu açıkça belirtirler. Bu konuda TCMB’nin üç maymunu oynadığı çok açık. Nedenlerini de tahmin etmek güç değil.
Dahası mektupta, hükümetin “sigara ve diğer tütün mamullerinden alınan maktu özel tüketim vergisinde otomatik mekanizma çerçevesinde öngörülen artışın yapılmamasının olumlu etkileri izlenmiştir” deniliyor. Enflasyon daha da yüksek çıkacaktı neyse ki hükümet yapması gereken artışı yapmadığı için müteşekkiriz demeye getiriliyor. Ama daha vahimi mali disipline aykırı bu politikanın “para ve maliye politikası eşgüdümünün güçlenmesi” olarak sunulması. Görevinin bilincinde olan bir merkez bankası teşekkür yerine uyarı yapar ve ileriye ötelenen vergi artışlarının enflasyonla mücadeliyi baltalayacağını söylerdi.
Tabi ki her zaman olduğu gibi TCMB ilerde bir gün yüzde 5 hedefine ulaşılacağını iddia ediyor. Bu iddiayı bir yana bırakıp bu yıl sonu için ilan edilen yüzde 7,9’luk enflasyon hedefine odaklanalım. TCMB enflasyonda 12 ayda tamı tamına 4 yüzde puanlık bir düşüş öngörüyor. Bu son derece iddialı bir hedef.
Bu nasıl olacak? Bir kere meta ve enerji fiyatları artık artmayacak ve baz etksiyle enflasyon düşüşe geçecek. Bu mümkün.
İkinci olarak “belirdgin bir iyileşme ve hedeflere uyum sağlanana kadar para politikasında sıkı duruş kararlılıkla sürdürülecek." Yani fonlama faizi düşürülmeyecek, gerektiğinde kur şoklarına karşı daha da artırılabilecek döviz likiditesi kolaylıkları devam edecek. Geçmiş hatalardan ders alınacaksa bu da mümkün.
Şimdi kritik noktaya geliyoruz. Talep fazlası ne olacak? TCMB 2018’de “iktisadi faaliyet ve kredi büyümesinin daha ılımlı bir seyir izleyeceğini” öngörüyor. Yani hükümet kamu harcamalarında ve teşviklerde frene basacak ve daha düşük bir büyümeye razı olacak beklentisi içinde. Bu beklenti bana fazlasıyla iyimser geliyor. Kritik seçimler yaklaşırken iktidar buna razı olur mu? Hiç sanmıyorum.
Daha söylenecekler var ama bu uzun değerlendirmeye nokta koyma zamanı. Girişte ifade ettiğim can alıcı sorulara dönecek olursak, şahsen yüzde 5 hedefine bir kaç yıl içinde bu anlayışla ve bu politikalarla ulaşılacağına katiyen inanmıyorm. Buna karşılık TCMB döviz kurunda istikrar sağlayıcı faiz ve likidite poltikasını kararlılıkla ve etkinlikle sürdürürse enflasyonn tek haneli alanda ama yüksek düzeyde (yüzde 8-9) bir süre daha kontrol altında tutulabiliceğini ydüşünüyorum.. AKP hükümetinin de daha fazlasını beklemediği kanaatindeyim; yeter ki ekonomik büyüme işsizliği yeniden artışa geçirecek kadar zayıflamasın. Sonrasına seçimlerden sonra bakılır.