"Unutmak suçtur, sürekli hatırlanmalıdır, olanlar uyarıdır, bunun olması mümkündü ve herhangi bir zamanda tekrar gerçekleşmesi mümkündür." Karl Jaspers bu tespiti Nazilerin Yahudilere karşı yaptığı soykırım suçu için kullanmıştır.
"Pogrom; dinsel, etnik veya siyasi nedenlerle bir gruba karşı yapılan şiddet hareketleridir. Bu şiddet hareketleri genellikle evleri, iş yerlerini veya ibadet yerlerini tahrip etmek, insanları dövmek, yaralamak, tecavüz etmek veya öldürmekten oluşur." (Kaynak Wikipedia)
Yazar Abram De Swam'ın deyişiyle "Megapogrom merkezi gücün oynadığı rolün belirgin olmadığı imha türü için en isabetli seçim olacaktır. Burada elebaşları yerli ileri gelenler, politikacılar, haydutlar ve din adamlarıdır. Suçlular rejimin hizmetinde değildir ve yerel eylemcilerdir. Asgari düzeyde örgütlenme ve lojistik desteği sebebiyle bu tür katliamlar belirli mekanlarda sadece birkaç gün yada birkaç hafta sürer."
TDK'da "olay", ortaya çıkan her türlü iş, hadise vaka olarak tanımlanmış, Necati Cumalı'ya ait şu sözle örneklendirilmiştir: "O olaydan sonra bir daha yalnız kalmamıştık onunla."
TDK'da "katliam" Arapça kökenli "kırım" olarak tanımlanmış devamında Yahya Kemal Beyatlı'ya ait şu sözle örneklendirilmiştir: "İlk katliamdan kaçan Müslümanların malı, mülkü, evi Makedonya muhacirlerine verilmiş."
Maraş'ta 1978 Aralık ayında yaşanan birkaç günlük öldürme, yakma, linç, gasp, yaralama, hırsızlık gibi eylemler, o yıllardan beri siyasi iktidar temsilcileri, devletçi-sağcı-muhafazakâr düşünceye sahip taraflarca "olay", katliamın mağdurları demokrat sol çevrelerce "katliam" diye nitelendirilmektedir.
Örnek: Kemal Kılıçdaroğlu: "Maraş Olayları tarihteki en utanç verici olaylardan biridir." (19 Aralık 2017)
İnsanlığa karşı suç terimi ilk defa 28 Mayıs 1915'te İngiltere, Fransa ve Rusya'nın Türkiye'deki Ermenilerin katledildikleri iddiasıyla yayımlamış oldukları deklarasyonda yer almıştır. Daha sonra Nünberg Nazi yargılamalarında Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin yetki alanına giren suçlar kapsamında değerlendirilmiştir. Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin sürekli hale gelmesi 1998 yılında BM tarafından Roma Statüsü'yle kabul edilmiş 2002 yılında daimi görevine başlamıştır. Türkiye statüye taraf olarak imzalamış ancak henüz iç hukukta onay işlemlerini gerçekleştirmemiştir.
En yakın tarihte Hollanda'nın Lahey kentindeki Uluslararası Adalet Divanı, 2007'deki kararında, Srebrenitsa ve civarında yaşananları insanlığa karşı suçlardan "soykırım suçu" olarak nitelendirmiştir.
Amacımız elbette burada anlam bilgisi dersi vermek değil ancak varacağımız nokta için bu tanımlamaları yapmak zorundayız. Yaşananların ne olduğunu siyasal, tarihsel ve hukuksal anlamda doğru tespit etmek bir zorunluluktur.
Örneğin yaşananları "Cumhuriyete karşı kalkışma" olarak nitelendirirseniz hem olgusal gerçeklikle çelişecek hem de uluslararası alanda teşhir-mahkûm etme durumunuz olmayacaktır. Ki nitekim dönemin valisi Tahsin Soylu, mahkemedeki ifadesinde "öldürme ve yangın çıkarma olaylarının kentin çeşitli mahallelerinde ve caddelerinde aynı anda cereyan etmesi nedeniyle güvenlik kuvvetlerinin etkisiz kaldığını, OLAYLARIN SOYKIRIMA YÖNELİK olduğunu" belirtmiştir.
Maraş'a baktığımızda, yargılanmayan ama dönemin tarihinden şunlarla karşılaşırız:
- MHP'li politikacılar ve eşrafın katliamda birinci dereceden rol aldığı
- Cami imamlarının, (ki dava dosyasında en az 5 cami imamının halkı kışkırttığı görülmektedir.)
- Maraş'ın neredeyse Alevi olmayan her köyünden ve mahallesinden sanıkların olması (120 Köy, 51 Mahalle 20 ayrı şehir nüfusüna kayıtlı sanık var.)
- Lojistik destek ile sağlandığı açık olan uzun namlulu silahlar
- 5-6 güne yayılmış bir öldürme şöleni
Tüm bunlar yaşanan vahşetin tam olarak "pogrom" tanımına girdiğini göstermektedir.
Katliam boyunca neredeyse 15-20 bin kişi şehirde sokak sokak gezip Alevi aramışlardır. Peki bu kadar devasa bir vahşet duygusunun ve eyleminin motivasyon kaynağı nedir? Ben bunun en büyük nedeninin Maraş'ın ve ülke tarihinin katliamcı geçmişiyle çok ilgili olduğunu düşünüyorum. Osmanlı'nın ihtişamlı dönemimdeki Alevi katliamlara daha gitmeden yakın tarihteki genç Türk devletinin doğumundaki Ermeni katliamlarının mirası taptazedir.
Saldırganların yaş ortalaması 34'tür. Kaba bir hesapla doğum tarihleri 1943-1944'lü yıllar, babalarının doğum tarihleri ortalama 1920-1925'li yıllar, dedelerinin doğum tarihi ortalama 1900 ve 1905'li yıllara denk geliyor. 1905-1915; ülke genelinde en çok Ermeni'nin katledildiği zamanki Maraş'ta da nüfusun üçte biri gayrimüslimdi.
Yani Ermeni katliamları yada anılarıyla büyümüş çocuklardan oluşan katliamcı kitle ile karşı karşıyayız.
Hükümetlerin şiddette gözlerini kapadığı, suçluların cezalandırılmadığı aksine tahrik edildiği yerlerde günümüzde de pogrom yaşanma ihtimali yüksektir. Orta Avrupa ve Hint yarımadasının tarihsel olarak bu tip olayların yaşanması ihtimalinin yüksek olmasına rağmen yaşanmamasının nedeni, ilgili devletlerin buna izin vermemeleridir.
2018 Aralık ayında Bianet'te çıkan habere göre; ABD Holokost Anma Müzesi desteği ile devam eden Erken Uyarı Projesi, sonucuna göre; 2019 yılına girerken dünyada süren savaşları, savaşın sürdüğü ülkeleri ve geçmişlerini de baz alarak soykırım listesini güncellendi. Araştırma, gelecek yılda binden fazla insanı öldürmeyi hedeflediği belirlenen 30 ülke arasında yapıldı. Buna göre yüzde 30.9 oranı ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti ilk sırada, Türkiye ise 8'inci sırada yer alıyor.
Bu veriler ışığında Türkiye'de buna benzer katliamlar için şartlar var mı? Bunu engelleyebilecek bireysel ahlak var mı? Devlet kurumlarının yada iktidarın konumlanışı bunların önünde engel midir? Yoksa tam tersi teşvik- tahrik edici bir pozisyonda mıdırlar? Toplum ile ahlak arasına yerleşmiş derin yarığın etkisi nasıl olacak?
Ne yazık ki bu soruların tümünün cevabı olumsuzdur.
Toplumsal gerçekle yüzleşme imkanı yakın gelecekte mümkün görülmemektedir.
Cansu Muratoğlu, "Geçmişle Yüzleşme İmkanlar ve İmkansızlıklar" isimli kitabında benzer durumlar ile ilgili olarak "Bu anlamda yapılanların yargılamalar vasıtasıyla bir daha reddedilmeyecek bir biçimde alenileştirilmesi geçmişle yüzleşmenin hedefleri açısından oldukça önemlidir ve birçok araştırmacı bunun geçmişle yüzleşmenin olmazsa olmaz yada en önemli şartlarından biri olduğunu ifade eder." şeklinde bir tespitte bulunur.
Bırakınız yargısal bir süreç ile iyileşme denemesini, Maraş'ta katledilenlerin mezarlarının kayıp edilmiş olması, buna karşı yapılan suç duyurularının işleme dahi konulmaması, Maraş dava dosyasının devlet sırrı gerekçesiyle kamuoyundan saklanması, olası bir yüzleşme meselesinden ne kadar uzak olduğumuzu gösteriyor.
"Olay, katliam, hadise, çatışma, pogrom, soykırım..." Maraş'ta yaşananlar nasıl tanımlanırsa tanımlansın insanlığa karşı işlenmiş suçlardan olduğu tartışmasızdır. Ve bir gün mutlaka uluslararası alanda tartışma konusu yapılıp insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğu tartışmasız olarak kabul edilecektir.
Bitirirken farklı bir tartışma niyetine ekleyeyim: Bu bilgilere rağmen hâlâ Maraş'ta yaşayan Aleviler varsa, hâlâ memleketimiz, çocukluğumuz diye gözümüzde tütüyorsa, sokaklarında yürüyebiliyorsak; komşuları yerine kelime-i şehadet getiren, komşusunu damında saklayan, kara izar giydirip kaçmasına yardımcı olan, arabasıyla kurtaran Maraşlılar da olduğu içindir.
Son söz olarak George Santayana'nın şu sözüyle bitirelim: "Geçmişi unutanlar onu tekrarlamaya mahkûmdur."