Pandemi başladığından beri altı haftayı geride bıraktık. Çoğumuz hayatında ilk kez bu şiddette ve yaygınlıkta bir durum deneyimledi. Minicik evlerimize kocaman dünyaları sığdırmaya çalıştık. Korktuk korkmuyor gibi, sıkıldık eğleniyor gibi, dağıldık çalışıyor gibi yaptık. Hiç şaşırmamış gibi, çok hazırlıklıymış, hemen uyum sağlamış gibi davrandık. Kayıplarımızın yasını tutamadık, vedalaşamadık. Nereye doğru aktığımızı bilemeden, önümüzü görebiliyor gibi tahminler yaptık. Herkes uzmanmışçasına nasıl bir geleceğimiz olacağını konuştu ve işte böyle konuşuyoruz. Kaygıdan, korkudan konuşanla, bildiğini paylaşanı ayırt edemedik. Hemen her şeye inanma eğilimimiz, hiçbir şeye inanmayan yanımızla sürekli yer değiştiriyor. Aslında virüsü biraz tanıyan bilim insanı ve ön cephede çalışan hekimler dışında kimse pek te bir şey bilmiyor. Belki de ilk kez dünyadaki herkesin gerçekten uzmanı olabileceği bir durumla karşı karşıya kaldık. Her gün yeni akacak bilgilerle, her yeri oynayan, kaygan sırtlı canavarın tepesinde dansa uyandık. Feci alt üst olduk ama, acımadı ki diyen çocuklar ya da iyi ki oldu diyen romantikler gibi davrananlarımız çok oldu.
Peki gerçekten yaşadıklarımızla baş edebiliyor muyuz? Üç ay önce bugün yaşadıklarımız anlatılsa deli saçması derdik, ne oldu da delirmedik, nasıl dayanıyoruz?
Kayıplar karşısındaki psikolojik şok, korku, inkar, öfke, depresyon ve kabullenme gibi yas tepkilerinin uzun zamana yayılıp, şiddetinin hafiflemesini, travma geçti diye yorumlayamayız. Çünkü kriz ya da savaş bitmeden yaranın büyüklüğünü anlayamayız, biz de henüz hasarımızı tam anlayamadık. Salgına evde dayandık, psikolojimizi bozmadık, zaferle atlatıyoruz diyen dijital elit taraflarımız da buzdağının su altındaki kısmını tam göremiyor.
Oysa hizmet ve sağlık sektöründe hayati tehlikeyi göze alan, hayatını kaybeden, hastalanan, işini kaybeden, kırk gündür kapıdan dışarı adımını atamayan, sesini duyuramayan 65 yaş üzeri, yalnız vatandaşlarımız ise kırılan kolumuzun yen içinde kalan geniş kitlesi. Hep birlikte başaracağız diye alkışla cepheye sürdüğümüz sağlıkçılarımızın ihtiyaçlarını da yeterince karşılayabildik mi düşünmeliyiz. Sağlıkta şiddet yasasının çıktığı günlerin ertesinde hekimlerin tekrar şiddet görmesi ve şiddet uygulayanların salıverilmesi, vadedilen ek ödemelerin ulaşmaması güven kırıyor ve samimiyeti sorgulatıyor. Bu sorun dağıyla kim baş ediyor?
Duyarlı grupların, belediyelerin, devlet kurumlarının, iş verenlerin ellerinden geldiğince sosyal sorumluluk girişiminde bulunması, dayanışmayı güçlendirmesi, yardım alan ve yapan her iki tarafı olumlu etkiliyor. Afet zamanında ayağımızın altındaki yer kayarken, ancak sağa sola tutunmak, birbirine sahip çıkmak ve dayanışma kültürü insanı ayakta tutuyor. Türkiye Psikiyatri Derneği ve Sağlık Bakanlığı'nın sağlık çalışanları için oluşturduğu destek hattı çalışmaları sırasında da bunu tekrar deneyimledik. Bu da önemli bir baş etme hareketi.
Kayıplar karşısında depresyon ve kabullenme süreçleri yaşarken topluluklarda, regresyon, yani geri çekilme, daha az gelişmiş, pasifize bir önceki döneme gerileme ve bekleyişin olduğu psikolojik tepkiler de görülebilir. Bir kahramanın, bir bilim insanının gelip, bu felaketten kurtarmasını bekleyenlerimiz gibi. Ya da atmaca gibi gözlerle ileriyi görüp belirsizliği yırtacak, geleceğiniz şu yönde diyecek birini beklemek gibi. Böyle birileri mi çıkarır toplumları bu felaketten? Önce ki salgınlarda ne olmuş, nasıl davranmış insanoğlu?
Salgınlar tarihinde bu yedinci pandemi ve yaşlı dünya milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan şaşırtıcı şiddette salgınlar görmüş. Balık hafızalarımız ya da acıya katlanabilmek için travmatik belleğin bastırılması ile çabucak unutmuş ve koruyucu önleyici tedbirleri göz ardı etmişiz. Teknolojide güç kazandıkça, doğayı küçümseme ve insanda güven artışı olmuş. Virus daha önceki salgınlar gibi insanın açık bıraktığı kapıdan girivermiş. Salgının ayak seslerini insanoğlu daha önce de olduğu gibi duymamış, DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) uyarılarını göz ardı etmiş, tedbir almamış. Mantıksızca ve aniden çıkmadı yani bu salgın, laboratuvarda üretilmedi virüs. Üst üste milyonların yaşadığı metropollerde, yaşam biçimlerimiz sayesinde hızlıca yayıldı. Dünyayı Yönetenler, DSÖ bütçesinin dünyada silahlanmaya ayrılan bütçenin 300 de biri olmasının bu salgının nedeni olabileceğini görmedi.
Daha önceki salgınlarda da dayanışma olmuş, daha önce de en çok kırılgan, dezavantajlı gruplar, yoksullar ölmüş ama sonrasında insanoğlu adil, herkesin ulaşabileceği sağlık sistemi, temiz su, sağlıklı gıda, çevre yaratma konusunda maalesef adım atmamış. Salgınların nasıl yayıldığı ve bitişini, insanın davranışları, paniği, kurallara riayeti ve birbirleriyle uzlaşmaları belirlemiş. Aslında salgınlar dünyayı nasıl yaşadığımıza bir ayna tutuyor. Salgın sırasında ırkçılık, ayrımcılık ve salgının kaynağı olarak birilerini suçlama paranoyaları gibi kötülükler ortaya dökülürken; adanmışlıkla herkesin hayatını kurtarmaya koşan iyiliksever yanlar da çıkıyor. Yani tarihte yaşanan felaketlerden ders almayışımızı da, insanın zor koşullara hızla uyum sağlama becerisini, hayatta kalma içgüdüsünü ve içindeki iyi özü de kabul edelim. Çünkü dünyanın nasıl değişeceği, bizi nelerin beklediği, normal hayatımızın nasıl olacağı bu tarihsel belleğimize ve davranışlarımızı şekillendiren psikolojimize bağlı.
Nasıl olacak geleceğimiz? Ekolojik dengenin salgın sonrası düzeleceği, adil, eşitlikçi, sağlıklı bir dünya ve sürdürülebilir ekonomi beklentisi içinde olan iyimser romantiklere de, doğanın insana feci tokat attığı ve insanın her şeyi kaybettiği, dünyanın sonunun geldiği, hayatın bu biçimiyle yaşanamaz şeklindeki kötücül yorumları da destekleyen bulgumuz yok elde. Virüsün biyolojik tarafı ile ilgili nasıl Her gün yeni bilgiler geliyorsa; salgın karşısındaki insan ve toplum davranışı da dinamik etkileşimlerle şekilleniyor. Varoluşçu kaygılarla ölümden sıyrılmak için, bir kurtarıcının geleceğine inanmak istesek te, geleceğimizi mucizevi kurtarıcı değil, biz bireylerin, yani vücudun hücrelerinin birebir nasıl davranacağı şekillendirecek. Kaldı ki kurtarıcı beklentisi insanı güçsüzleştirip edilgenleştirir.
Tabii ki herkes aynı aydınlanma, hız ve inançla birlikte hareket etmeyecek. Ama sarsıntı hala devam ederken, kimin ne kadar travmatize olduğu bilinmez ve bu yaralar için ne yapılıyor, nasıl sarılacak belirsizken, kehanet açıklamak pek makul değil. İnsanlar artık dünyaya kötülük etmeyelim, gezegen bilinci geliştirelim şeklindeki ideallerle değil, korkuları ya da motivasyon ve güdelenmeleri ile hareket ediyor. Bir de en son yaşadıkları hayal kırıklığı, umut ve istençlerine de bakmak lazım. Attıkları her adımda onların da etkisi var. Tabi önceki salgınlarda olduğu gibi, kitleleri itip savuracak büyük güç, sermaye ve ekonomiyi göz ardı etmeyelim.
Gezegene, doğaya yaptığımız tahribat, gereksizce savurduğumuz kaynaklar, kör olmuşçasına sahip olma, hız ve haz peşinde koştuğumuz, tükettiğimiz manik dönem bitti bu net. Popüler kültürün ben'in amaç ve anlam arayışını köreltmesi, bireylerin boşlukta, başkalarının gözünde beğenilme ve tanımlanma ihtiyacı gibi narsisistik davranışları da salgınla birlikte duvara çarptı. Ders aldık mı, yoksa mani döneminden sonra gelen, içe döndüğümüz şu anki depresyon dönemi mecburiyetten mi henüz bilmiyoruz. Hala önemli bir kısmımız mayıs yerine haziran, o olmadı temmuz ağustosta tatil planlarının hayalini kuruyor. Şu dönme dolap bi dursun, koşarak çarpışan arabalara binmek isteyenlerimiz var. O zaman insanlığın bu manik depresif halleri hep farklı ivmelerle sürecek diyebiliriz.
Sağlıklı bir dünyalı psikolojisi mümkün olmayacak mı peki? Albert Camus'nun Veba romanını hatırlayalım. Ölüm görmekten beteri, başkalarının ölümüne alışmak, onu sıradanlaştırmak ve bunu da fark etmektir. Bu dünyadaki asıl veba, hissizleşmektir der. Acıların arasında hayatta kalabilmek için bazen hissizleşmek zorunda kalsak da, kayıplarımızla yüzleşmek, yas tutmak, acı çekmekten korkmamak ve bunu dayanışma ile yapmak sağlıklı bir yol. Bunu en anlatanlardan biri üç yıldan fazla Nazi toplama kamplarında kalan, tüm ailesini kaybeden varoluşçu akımın önemli ismi Viktor Frankl'dır. "İnsanın özündeki acı, suçluluk ve ölüm korkularına karşın, herhangi bir durumdan en iyiyi çıkarma potansiyelimiz sayesinde yaşama evet diyoruz. Yani her insan, yaşamındaki olumsuzluğu yaratıcı bir şekilde olumlu veya yapıcı bir şeye dönüştürebilir."
Sağlıkla kalın.
Kaynaklar