Elinde yalnızca çekiç olduğu için tüm sorunları çivi olarak gören zihniyetin en nadide örneklerinden, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, partisinin MKYK toplantısında, Sedat Selim Ay’ın atamasını “doğru ve insani bulmadıklarını” söyleyen Ayşenur Bahçekapılı ve Ayşe Böhürler’e. “O kadın, bir arkadaşı ile bunu tezgâhladı. Daha önce itirafçı idi, sonra iftiracı oldu,” demiş.
‘O kadın’ işkence ve tecavüz mağduru Asiye Güzel Zeybek.
Toplantıda, İşişleri Bakanı’nı savunarak konunun on beş yıl sonra gündeme taşınmasının ‘manidar’ olduğu söyleyen Başbakan Erdoğan, “Gündem Özel” adlı programda konuya son noktayı koymuş: “Arkadaşımızı yedirtmeyiz!”
Sayın Başbakan Erdoğan ve yol arkadaşları.
Sayın Başbakana, Asiye’nin 2000 yılında basılmış ‘İşkencede Bir Tecavüz Öyküsü’ adlı kitabını hatırlatmak isterim. “Bir takım ciddi tezgâhlar, kumpaslar, organizasyonlar var” şeklindeki beyanatını yeniden düşünmesi için. “Hezeyan” diyemiyorum çünkü başbakan neyin ne olduğunu çok iyi biliyor, kanımca.
Bu inkârın ve yok saymanın gerisinde, işkencenin ve zulmün ‘hak edilmiş’ bir şey olduğunu düşünen artık her nasılsa öyle bir ruh hali var işte.
Ama Asiye’nin kitabı ile başlamışken yine o yıllara denk gelen önemli bir çalışmayı daha Başbakanımıza hatırlatalım:Sema Pişkinsüt’ün ‘Filistin Askısından Fezlekeye’ adlı kitabı. Meclis kütüphanesinde mutlaka vardır ama muhtemelen göz atma ihtiyacı duyulmamıştır.
İçinde bulunduğumuz dönemde, Asiye’nin kitabıyla birlikte okunmasında büyük yarar var. Zira olası yeni atamalarınız için eşsiz bir kaynak teşkil edebilir.
Bu çalışmanın kaynağı -belki çok itibar etmeyeceksiniz ama- gayet resmi.
TBMM’de 20. ve 21. dönemlerde milletvekilliği yapmış ve İnsan Hakları Komisyonu Başkanlığı yaptığı ekiple birlikte TBMM tarihindeki en kapsamlı ‘insan hakları ihlalleri’ çalışmasına imza atmış Sema Pişkinsüt tarafından hazırlanmış.
Kendisi, bu çalışmaları karşılığında DSP ve şürekası tarafından çarçabuk derdest edilmişti. Hatırlarsınız.
Aralarında, yardımcısı FP'li Mehmet Bekaroğlu ile ANAP'lı Emre Kocaoğlu gibi isimlerin bulunduğu ekip 1999 Eylül’ündeUlucanlar Cezaevi’nde yaşanan ve on mahkumun ölümüyle sonuçlanan olayları inceleyen raporun da o dönem TBMM’de görüşülmesini sağlamıştı.
Bütün bunların öncesinde Sema Pişkinsüt’ün ‘Susurluk Komisyonu’nda da yoğun emek harcadığınıhatırlayalım.
12 Eylül askeri darbesinden sonra çığırından çıkan devlet şiddetinin 90’lı yıllarda daha da hız kazanarak cezaevlerinin uluorta mezbahalara dönüştürüldüğü bir dönemde, 1998-2000 yılları arasında,başkanlığını yaptığı İnsan Hakları Komisyonu, TBMM tarihinde belki de ilk defa -hâlâ bu ülkenin en büyük sorunlarından biri olan- devlet eliyle uygulanan ‘işkence ve şiddetin’ üzerine cesaretle gidebilmişti.
Yaklaşık 4 bin 200 mahkumla yapılan görüşmeler, 980 mağdurun tanıklığı ve suç duyurusu ile sonuçlanan 9 ciltlik bir araştırma. Ve o araştırmalardan derlenen bir kitap. Kitabı okuduğumda benim aklımda yer eden -dehşete düşüren- en önemli beyan dönemin İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ahmet Pek’in “Emir verirsek kötü muameleyi önleriz ama o zaman da müthiş suç patlaması olur,” sözleri olmuştu.
Ahmet Pek dün yapılan açıklamalardan öğrendiğimiz kadarıyla Iğdır Valiliğine atanmış...
Sema Pişkinsüt, 2000 yılı mart ayında Küçükköy Karakolu’nda ‘bulunan’ Filistin askısını meclise kadar taşımıştı hani, hatırlarsınız.
Dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır, teşhir edilen işkence aletiyle ilgili, “Birileri bir sopa bulmuş büyütmeye gerek yok. Dış kaynaklı bu tür çalışmaları önemsememek lazım,” diye görüş bildirmişti.
Yine dönemin Kayseri Valisi Nihat Canpolat, ''İnsan hakları insan olana gösterilir!'' çıkışını yapmıştı.
Aynı yıllarda Denizli Valisi, Yusuf Ziya Göksu polislere, ''Huzursuzluk çıkartanın bacaklarının kırılması için sizlere tam yetki veriyorum!'' demişti.
Ne kadar tanıdık değil mi?
Ama asıl hatırlamamız gereken kişi dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk. Çünkü ‘fezleke’ kısmı onun eseri. Zaten kendisi de bildiğimiz gibi Türkiye Cumhuriyeti tarihine ‘Hayata Dönüş’ operasyonlarının baş mimarı olarak adını altın harflerle yazdırmış bir zat. Operasyonlar sonrasında açıklama yaparken mahkumları ‘etkisiz’ hale getirdiklerini müjdeleyen ve kayıplarla ilgili “beklediğimizin çok altında” diye savunma yapan değerli devlet adamı.
Kendisinin takdiri ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Pişkinsüt hakkında ‘adli soruşturma konusundaki bilgi ve belgeyi soruşturma makamına vermediği’ gerekçesiyle, dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle fezleke hazırlamıştı.
Bütün baskılara cesaretle göğüs geren Sema Pişkinsüt raporda işkence gördükleri ve kötü muameleye maruz kaldıkları konusunda ayrıntılı ifade veren mağdurların isimlerini ifşa etmemişti. “Komisyon aracılığı ile ve komisyona güven duyarak gördükleri kötü muamele ve işkencelerle ilgili yer, zaman, eşkal tanımlamaları yaparak suç duyurusunda bulunmuşlardır, bu bilgi soruşturma açılması için yeterlidir,” diyerek ‘koltuğunu’ tehlikeye atmış ama geri adım atmamıştı.
Hikmet Sami Türk, “Komisyon Başkanı’nın sözünü ettiği hükümlü ve tutukluların kimliğinin saklı tutulacağı yolundaki taahhüdün hiçbir hukuki geçerliliği yoktur,” demiş ve bize bugün de hiç yabancı gelmeyen o eşsiz tespitini eklemişti.
“Sayın Pişkinsüt’ün, yasa dışı örgütler ve onların sözcüleri ile aynı doğrultuda görüş açıklaması son derece ilginçtir. Kendisi terör örgütlerinin ağzıyla konuşmakta ve şov yapmaktadır.”
Nihayetinde haklarında suç duyurusunda bulunulan ‘devlet görevlileri’ hakkında ‘takipsizlik, delil yetersizliği, zaman aşımı, inandırıcılıktan uzak olma, ceza tayinine mahal yoktur’ vb. gerekçelerle herhangi bir ceza uygulamasına gidilmemişti.
Şimdilerde terfi ettiklerine tanıklık ediyoruz. Ve etmeye de devam edeceğiz. Öyle görünüyor.
Hazırlanılan raporları Genel Kurulda tartışılması için Meclis Başkanlığı'na sunan, ancak karşılığında İnsan Hakları Komisyonu Başkanlığı görevine son verilen Pişkinsüt’ün yerine MHP’li Hüseyin Akgül komisyon başkanlığına getirilince meclis büyük bir nefes almıştı.
Kendisine defalarca iletilen faili meçhul raporlarını meclis genel kurulundan uzak tutan Çiller gibi, Ecevit’in başbakanlığındaki koalisyon hükümeti de bu raporları Genel Kurul’a taşımaya yanaşmamış, bizzat temsil ettiği DSP, görevinden azledilen Pişkinsüt’e sahip çıkmamıştı.
Daha sonra Ecevit’e karşı aday olduğu DSP kongresinde, konuşma hakkı delegelerin oylaması ile engellenen, hakkında cadı avı başlatılan, ‘hain’likle suçlanan Sema Pişkinsüt,‘demokrat ve sol’ bir parti tarafından bir an bile tereddüt edilmeden kurban edilmişti.
Tarihler, isimler, ideolojiler, yetkeler değişiyor ama iktidarın ruhu ve dili değişmiyor.
Ölüm listeleri, operasyonlar, infazlarda kullanılan devlet silahları, faili meçhul cinayetler, ifşa edilemeyen uyuşturucu ağları ve aklanamayan kara paralar, politik ve ekonomik rant amaçlı organizasyonlar.
‘Kazara’ ortaya çıkmış bir büyük skandallaortalığa saçılan ancak hiç bir şekilde dokunamayacağınız, her şeyi devlet adına, ‘vatanseverlik’ bilinciyle yapmış olan adamlar ve onların ördüğü duvar.
Hani şu ‘adaletin’ lastik bir top gibi çarparak her seferinde geri sektiği duvar. Ve o duvarın arkasındaki, konforlu, korunaklı, ulaşılmaz hayatlarıyla ölümsüzler...
Başına gelen her olayda Sema Pişkinsüt’ün ısrarla altını çizdiği -benim dikkatimi çeken- bir inancı var. “Kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Kamuoyu anlayacaktır. Kamuoyu karar verecektir. Kamuoyu her şeyi görüyor...” diyor.
Bunca yıl ve bunca tecrübeden sonra hâlâ “kamuoyuna güveniyorum” inancını koruyabilmiş midir merak ediyorum.
Tüm zamanların en iyi duvarcı ustası Mehmet Ağar, şimdi cezaevinde Kürt sorunu üzerine çalışıyormuş. Ziyaretçilerinden vakit buldukça. Kendisinden canhıraş bir iç hesaplaşma beklemiyoruz elbette.
Ama kendisine cezaevinde de gösterilen ilgi, alâka ve hürmet üzerine Sema Pişkinsüt’ün hayat anlayışında ne gibi değişiklikler olmuştur?
O çalıştığı hastanede bir doktor olarak hâlâ kamuya hizmet ederken, Mehmet Ağar’ın kapısını aşındıran ‘kamu’ hakkındaki güven duygusunu muhafaza edebiliyor mudur?
Son tahlilde Başbakanımız araştırmış, ikna olmuş ve karar vermiş: “Polis müdürümü yemeye kalkıyorlar. Kusura bakmasınlar yedirmeyiz. ''
Şiddetin devlet eliyle meşrulaştırılması, kutsanması, koruma altına alınması.Biz bunu nasıl anlayalım istersiniz? Nasıl açıklayalım? Şiddet karşısında sessiz kalmak, zalimle sessiz mutabakat.
Siz bu kapanı üstümüze kapatarak bizden kendi dramlarımızı ‘sessizce’ kendi kendimize yaşayıp tüketmemizi bekliyorsunuz Başbakanım. Biliyoruz.
Yol arkadaşlarınız ve siz.
Şemdinli’deki operasyonlar ikinci haftasını bitirirken Beşir Atalay
“Bir yerlerde önemli bir şey, bir tespit olursa çalışma yapılır. TSK orada operasyon yapıyor. Şu anda o bölgede o manada tespitler var. Operasyonlar verimli bir şekilde devam ediyor,” diyor.
Son derece‘verimli’ bir açıklama.
Kendisine “Şemdinli’de pek çok ölüm olduğu iddia ediliyor” deme gafletinde bulunan Ayşe Böhürler’i “Yok öyle bir şey! Kaynağın Fırat Haber Ajansı mı?” diye azarlayanbir Başbakan. Ve milletin vekili de olsalar bir çırpıda paylanarak susturulmak gibi bir kadere mahkûm olan kadınlar.
Başbakanın “Yok öyle bir şey!” çıkışı bana 2011 Haziranında basına yansıyan o ‘vahim’ karşılaşmayı hatırlattı.
Geçtiğimiz seçimlerde Çankaya'da seçim çalışması yapan DSP milletvekili adayı Hikmet Sami Türk’ün ‘rastlantı eseri’ karşısına çıkan Veli Saçılık ile aralarında geçen diyalog:
- Beni hatırladınız mı? Adım Veli Saçılık. - Yok hatırlayamadım. - Nasıl hatırlamazsınız? Benim kolumu kopardınız. - Yok öyle birşey! Olmadı… - 2000 yılındaki hayata dönüş operasyonunda cezaevlerine operasyon düzenlediniz. O operasyonda kepçeyle kolumu koparttınız. - Öyle bir şey olmadı. Cezaevlerinde isyan vardı, isyanı bastırmak için operasyon oldu. - Sizce çok mu tehlikeli görünüyorum? - Niye öyle olsun tabii ki görünmüyorsunuz. Ama sorumlular cezalandırılmıştır. - Kepçe operatörü dahil kimse ceza almadı bende AİHM’e başvurdum. - Umarım kazanırsınız hakkınızı alırsınız…
...
Benim Fırat Haber Ajansı kaynaklı herhangi bir bilgim, argümanım ya da iddiam yok Sayın Başbakan. Benim kaynağım insan. İleride bir gün sizin de ‘rastlantı eseri’ karşınıza çıkabilecek olan ‘insan’.