"1920’de Malatya Arguvan’da, Çavuş Köyü’nde dünyaya geldim. Köyümüz Malatya’ya 60 km uzaklıkta Fırat’ın bir kolu üzerinde, üç tepe arasında dar bir vadiye kurulmuş.
Dedem Mehmet Naim, 17. yy sonlarında, Divriği kadısı iken emekliye ayrılıp Malatya civarında bir çiftlik kurmak için yola çıkmış. Bu dar vadiden geçerken doğanın güzelliği onu büyülemiş ve yerleşmeye karar vermiş. Daha sonra amcalarım da gelerek ona katılmışlar. Ve altı kuşak boyunca bu vadide yerleşik hayat sürmüşler.
Benim doğduğum yıllar 1. Dünya ve Kurtuluş Savaşı’mızın açlık, yoksulluk, yıkım yılları. Cumhuriyetle birlikte doğup büyüdüm. Arguvan’da evlendim, çocuklarım burada doğdu.
Babam her yıl kaldırdığı mahsulün bir kısmını ikinci yılın harmanına kadar saklardı, çünkü çok fazla yokluk görmüştü. 1943 ve 53 yıllarındaki korkunç kuraklık dönemlerini ben de hatırlıyorum. Ekinler başak vermeden kuruyordu. Çaresizlik, umutsuzluk ve yoksulluk yörenin üstüne kabus gibi çökünce, halk umutsuzluk içinde, dağlardan topladığı otlarla karnını doyurmaya çalışıyordu.
O dönemde bir teneke buğday on beş mecidiyeye çıkmıştı. Babam vicdansız bir adam değildi; ne zaman komşularımızın çocukları yanlışlıkla toplanan zehirli otlardan yatağa düşse, harmanda geri almak üzere bir iki teneke buğday ödünç verirdi. Bu, benim hayatımı neredeyse tümüyle etkilemiştir. Gereksiz masraftan, boşa harcanan emekten, aşırır israftan günahtan kaçar gibi kaçtım daima.”
Babamın babası, dedem Yusuf Kadıoğlu, anılarını yazdığı kitabında böyle anlatıyor Arguvan yıllarını.
Aynı Arguvan için bugün, “Yerel seçimlerde bir tek orayı alamadık; Alevi aday gösterdiğimiz halde! Mahalle baskısı işte...” diye sitem ediyor AKP Malatya İl Başkanı.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, Bağımsız gazetecilik platformu P24’ün seçim gezisi dahilinde Malatya’dayız.
Malatya’da herkes bir şeyden emin: “Bu seçim Türkiye için çok önemli. Cumhurbaşkanını ilk olarak halk seçecek. Türkiye demokrasisinin geldiği nokta açısından önemli...”
Politikacıların ve halkın ortak cümlesi ise ‘mahalle baskısı’. Hepsi kendine göre farklı tarif etse de sonuç aynı; burada mahalle baskısı yoğun.
Öte yandan ortak bir tespit de şu: Malatya’nın demografik yapısı 12 Eylül’den sonra tamamen değişmiş. “Nitelikli nüfus göç etti. Doğu’dan niteliksiz göç aldı.” Bu, nitelikli-niteliksiz tanımı kulaklarımızı tırmalasa da ortak ‘durum tespiti’ bu.
“Gerçek Malatyalı oranı yüzde 25’lerde. Bingöl, Muş, Adıyaman gibi şehirlerden çok fazla göç aldı. Batıya; İstanbul, İzmir gibi şehirlere nitelikli göç verdi. Bir ara Malatyalılar Derneği kurulmuştu burada azınlığa düşme psikolojisi ile. Türkiye’de ilk kez bu kentte yaşandı böyle bir şey. Yerleşik kent kültürü artık yok. 12 Eylül sonrası, Malatya’nın siyasi kültüründe de merkezden sağa doğru radikal kayma yaşadı. Sırasıyla Anavatan Partisi, Saadet Partisi, MHP ve on iki yıldır da AKP iktidarı... Kömüre, oduna, barınmaya kısacası yardıma bağımlı bir niteliksiz nüfus oluşturuldu. Hem hükümet baskısı hem mahalle baskısı çok yoğun...” diye anlatıyor bir yerel gazeteci.
Baba tarafından ailem, 80’li yıllarda Malatya’dan göç edenlerden. En sevdiği, ilk göz ağrısı torununu 80’li yıllarda kendi deyimi ile ‘teröre’ kurban verince o çok sevdiği Arguvan’ı terk etmeye karar vermiş dedem. Aynı kitabında şöyle dile getirmiş acı ve öfkesini:
“Beydağı’nın kara yılanı,
Gelir dolanı dolanı,
Bin yıl hapis yatsam oğul,
Bulurum seni vuranı...”
Bu seçim gezisinde görüştüğümüz AKP İl Başkanı, Malatya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı ve diğer AKP’li cenahın görüşleri tek elden çıkmış, ezber bir metini andırdığı için özetle şöyle:
“Malatya’nın toplumsal kimliği ‘muhafazakar demokrat’ O yüzden Başbakan’ın halka söyledikleri halkın idealleri ile örtüşüyor. Buradaki halk Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı olarak görmek istiyor.
Cumhurbaşkanı vatandaştan yana taraf olmalı, işçiden emekçiden yana olmalı, sadece tasdik makamı olmamalı. Türkiye’nin işini, aşını, ekmeğini büyüten biri olmalı. Erdoğan Türkiye’nin ve Malatya’nın sorunlarına vakıf. Yıllardır bunun siyasi mücadelesini yapmış; sorunlarımızı ve çözümlerini biliyor.
Biz halktan ve haktan çekiniriz. Gelir düzeyi düşük, ötekileştirilmiş ve ezilmiş insanlardan daha çok oy alıyoruz çünkü biz onları daha çok düşünüyoruz. Demokrasiye ve özgürlüğe sonuna kadar inanıyoruz ve bunun aynı zamanda bir özgürlük mücadelesi olduğunu biliyoruz...
Anayasanın mutlaka değişmesi lazım. AKP çoğunluğu yakalayıp anayasayı yapmalı. Aksi takdirde çatışma çıkar. Hükümet güçlü olmalı. Biz bunu da halka anlattık ve anlatmaya devam edeceğiz.
Malatya 12 yılda çok değişti; altyapı, sağlık, işsizlik gibi konularda önemli gelişmeler sağlandı. Kırsala hizmet götürülüyor.
Evet, nitelikli nüfusu elimizde tutabilmek için daha atılacak çok adımımız var: Daha cazip bir şehir için çalışıyoruz; modern beş yıldızlı oteller, eğlence ve yeme içme mekânları ve AVM’lerin artması halinde Malatya’daki insanlar buradan ayrılmak istemeyecekler.
AKP ile muhafazakârlık anlayışı değişti. Bizler bu değişime dönüşüme açığız. Eskiyi muhafaza edeceğiz diye kendimizi dünyadan soyutlayamayız.
Gezi Parkı olaylarına Malatya halkı hiç itibar etmedi. Sosyal ve siyasal gerginlik istemiyor halk. Türkiye’de, ekonomik ve siyasi istikrarın ve demokratik kazanımların bozulmaması için Tayyip Erdoğan’ın dik duruşuna sahip çıkmak lazım; biz burada bunu halka çok iyi anlattık. 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonlarının; AK Parti üzerinden halka yapılan bir saldırı olduğunu, bunun bir algı operasyonu olduğunu anlattık ve Malatya halkı da bunu çok iyi kavradı. Başbakanımızın dik duruşundan çok etkilendi.
Soma olayında başka bir hükümet olsaydı, Somalılara o şekilde hızlıca yardım edemezlerdi. Bu noktada müthiş bir refleks gösterdi Ak Parti. Takdir ediyoruz.
Ak Parti’ye kadar hiç bir siyasi otorite ‘çözüm süreci’ ile ilgili siyasi risk alarak yerli bir çözüm üretmemişti.
AKP çok büyük bir parti, aralarından hırsızlar çıksa bile bu AKP’ye mal edilmemeli.
Malatya genelinde yerel seçim sonuçlarını da aşarak (yüzde 62) çok yüksek bir oy alacak Tayyip Bey...
Benim bu görüşmelerden aklımda kalan tek dikkat çekici tespiti AKP il başkanı yaptı:
“Türkiye’de daha güçlü bir muhalefet olduğunda, muhalefet kendi gücünü ortaya koyduğunda demokrasiye bir parça daha yaklaşacağız...”
MHP’nin buradaki tavrı İl Başkanlarının ağzından kısa ve net:
“Ekmeleddin İhsanoğlu’nu sonuna kadar destekliyoruz. Başbakanın söyledikleri ile yaptıkları çok farklı. MHP’den tek bir oy bile alamayacak...”
BDP, diğer Kürt nüfusunun yoğun olduğu illerle kıyaslandığında (buradaki Kürt nüfusu %55 civarında) ilginç bir şekilde oylarını ağırlıklı olarak AKP’ye kaptıran parti konumunda.
BDP Malatya İl Başkanı bu duruma şöyle açıklık getiriyor:
“Devletin özel politikaları neticesinde bu atmosfer oluştu. Önce Kemalist ideoloji burada Kürtleri ve Alevileri asimile etmek ve kontrol altında tutabilmek için yoğun olarak ‘din propagandası’ yaptı. Zaten 12 Eylül’den sonra dinin en çok kullanıldığı ve istismar edildiği kesim Kürt coğrafyası oldu. Etnik kimliği baskı altında tutmak için dindarlığı kullandılar.
1969 yılında öğrenciydim. Derin devlet operasyonları vardı. Aleviler büyük bir korku yaşadı. Malatya’daki nüfusun %40’ı alevi idi. Onları çeşitli operasyon ve katliamlarla uzaklaştırdılar Malatya’dan ve sokakları ‘paramiliterlere’ teslim ettiler.
Kürt meselesi Türkiye demokrasisinin yumuşak karnı ve turnusol kağıdıdır. Türkiye’de şu ana kadar bu toprakların doğal gerçekliklerine çok aykırı dayatmalar vardı. Çözüm süreci bizim sahip çıkmamız ile buraya kadar geldi. En zor zamanlarda en kötü vuruşları AKP’den yedik. Kürtler kendi mücadeleleri sonucu bir takım halklar elde ettiler. Artık çekinmeden ‘ben Kürdüm’ diyebiliyor insanlar. Ancak yeterli değil. Türkiye’de yeni bir yaşam kurulmak zorunda. Ve biz bu ‘yeni yaşam’ için onlara değil kendimize güveniyoruz.
Ancak buradaki Kürt nüfus daha dindar-muhafazakâr, ekonomik açıdan AKP'ye bağımlı ve Kürt coğrafyasına oranla daha sıkışmış durumda. Batıda on bir ay içki içer, bir ay oruç tutar insanlar. Bunu da açıktan yaparlar. Ama burada bunu yapamaz. Hem iktidar, hem mahalle baskısı var. Dinin bu kadar siyasi yaşama hakim olmasın nedeni o günden bu güne -bugün de aynı şekilde AKP’lilerin sürdürdüğü- devlet politikaları.
CHP’ye gelince... Onu da bir yerel gazeteci arkadaşımız şöyle özetliyor:
“Yerel seçimlerde CHP’nin aldığı 78 bin oyun 60 bini Alevilere aitti. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığından sonra bu oranın yüzde 50 düşeceğini düşünüyorum. Alevilerin, insan haklarından özgürlüğe her zaman demokrasi dertleri oldu. Çünkü burada çok ağır bedeller ödediler. Tıpış tıpış sandığa gitseler bile bu CHP’nin ‘muhafazakâr İslamcı’ adayına oy verecekleri anlamına gelmiyor. Bu seçimde Selahattin Demirtaş duruşu ve söylemleri ile onlara daha yakın bir aday gibi duruyor...”
“Ekonomimizin %80’i ‘kayısı’ üzerinden yürüyor. Geri kalanı ağırlıklı olarak tekstil. Bu sene ‘don vurdu’ ve fiyatlar yüzde dört yüz arttı. Üretici ve ihracatçıların sadece %10’u bu krizde ayakta kalabilecek kapasitede. Herhangi bir şekilde devlet desteği almadık. Yapabildikleri tek şey ‘borçları ertelemek’ Oysa bu kadar ağır bir mağduriyetin ‘doğal afet’ kapsamında değerlendirilmesi gerekiyordu.”
“Malatya’da, 10 yıldır ‘tarım ve hayvancılık’ geriye gidiyor. Mera ve yaylaların hepsini TOKİ’ye sattılar. Kaos, krize yol açar, aç kalırsınız diye sürekli baskı yapıyorlar bize...”
“ ’AKP giderse siyasi ve ekonomik istikrar bozulur. Borçlarınız üç katına çıkar’ diye baskı kuruyorlar üzerimizde. Aslında hiç bir alanda istikrar yok ki! Benim babam Sümerbank’ta işçiydi. Biz altı kardeştik ve babamın işçi maaşı ile hepimiz okuduk. Ben de işçiyim, iki çocuğum var ama ev kiramı zor ödüyorum... Şimdi Sümerbank’ın yeri AVM oldu!”
“Yolsuzluk yapıldığına inanmıyor değiliz ama hep şu kaygı var: Ya bu bir darbeye neden olursa? Bu ülke darbelerden çok çekti. Darbe korkusu da bir yana, ‘Tayyip Erdoğan istifa bile etse yine ekonomi çöker ve bundan da siz zararlı çıkarsınız’ diyorlar bize. O yüzden susuyoruz çünkü karşısında ne güçlü bir muhalefet var ne de yerine koyabileceğimiz bir otorite...”
“Bizim demokrasi beklentimiz yok. Devletin hukuku keyfi olarak kullanması, hırsızlıklar filan... tamam huzurlu değiliz. Ama kaos, kriz olursa, aç kalırız. Zaten burası Türkiye değil mi? Zengine bol bol ver fakire az az ver; zengin sesini kesmiş olursun, fakir zaten ses çıkarmaz, çünkü fakir zaten ‘ya bunu da bulamazsak?’ derdinde. Bizim durumumuz budur.”
Zirve Yayınevi katliamının yaşandığı caddedeki iş yeri sahiplerinde biri, yabancı gazetecinin “Sizin için de bir travma olmadı mı?” sorusunu şöyle yanıtlıyor:
“Bir hafta etkilendik, sonra geçti. Çünkü ülkede çok alışığız böyle şeylere. Sadece bu olay değil ki. Yıllardır bu tip olaylarla iç içe yaşıyoruz biz...”
@SibelYerdeniz