Ismarlama gazeteciler önceki gece ekranlarda yine Başbakan’ın ‘yanıtlarını soruladı.'
Müsamere tadında izledik biz de.
Başbakan konuşuyor:
"Montajın nerelere vardığını halkımın görmesi bakımından bunu çok önemsiyorum. Hiç istemediğiniz bir şeyle, sizi montajla vururlar. Bunu bir gösterirseniz, çok isabetli olur. Montajla neler yapılabileceğini göstermesi bakımından önemli…"
Gösterdiler. Hakikaten de ‘yapmış’ adamlar! İçimizde en ufak bir şüphe kalmadı.
Basit montaj hileleri ile parti liderlerine ‘iftira’ atmanın ne kadar kolay bir şey olduğunu gözlerimizle gördük, kulaklarımızla duyduk ve rahatladık.
Başbakan’ın ses kayıtları olduğu öne sürülen tapelerin ‘sahte’ olduklarının kanıtlanmasına da gerek kalmadı böylelikle.
Hepsi hepsi bir ‘zırva projesi’nin (Usta gazeteci M. Barlas sağolsun, biz bunu nasıl düşünemedik) ürünleriymiş.
Üstelik kriptolu telefonları da dinlemiş bu zalimler.
“Güvenli hat denilen telefonları bile zalimler dinlediler. Bir Başbakan'ın telefonunu dinleyemezsin!..” diyor Başbakan.
Evet dinleyemezsiniz.
’Güvenli hat’ dediğin kimde olur? Bir düşünün bakalım.
Bu ‘paralel’lerin yaptıkları en hafif deyimi ile ayıp. Siz, bu iktidar ile onca yıl koyun koyuna yatıp kalktınız, daha kimi dinleyeceğinizi öğrenememişsiniz?
Başbakan, her seçim öncesi hiç bir fedakârlık ve zahmetten kaçınmadan o ilden bu ile koşturarak, memleketin meydanlarında her şeyi bağıra bağıra, açık açık konuşmuyor mu?
On iki yıldır her hafta grup toplantılarında bu halka icraatlarını anlatmıyor mu?
Daha neyi ve kimi dinliyorsunuz?
“Bunlarda dürüstlük diye birşey yok. Bunlar medyayı bugüne kadar böyle kullandılar. Eğer yüreğiniz varsa, mertseniz, gerçekleri aynen yansıtın. Öyle bir yerlerden kontrollerle, talimatlarla bunları değiştiremezsiniz.''
Yapamazsınız efendiler. Çünkü eğer yaparsanız, telefonları dinlemekle kalmayıp bir de ortalığa saçarsanız; Başbakan’ın meydanlarda, ekranlarda bunca esip gürlemesinin üstüne, hep birlikte duyacağımız şey şudur:
“Benim senden isteyeceğim, bu namussuzların hepsine ne yapacaksan yapman lazım, bu başlığı nasıl atarsınız demen lazım. … Size kim sızdırdıysa onu söyleyin, acil onun hakkından gelelim…” (Başbakan, medya patronu Erdoğan Demirören’e…)
Şimdi bir halkın akıl ve ruh sağlığı böyle bir çelişkiyi nasıl kaldırsın?
Günlerdir huzur içinde uyku uyuyamıyoruz. Hep bu ‘paraleller’ yüzünden. İnsaf!
Ne diyor Başbakan?
''Bu ülkeyi halk yönetecek. Manşetler değil, işadamları değil, paralel örgüt değil, mafyalar değil. Milletin iradesini çalmaya çalışanlara asla göz yummayız…''
Böyle düşünen bir Başbakan’ın “dilediği zaman, dilediği kişinin davasıyla ilgili Adalet Bakanı‘nı aramasından” daha doğal ne olabilir?
Gerisi, komplo ve zırva projesinden ibaret.
“Şantajla para topluyorlar, medyaya istediklerini söyletip, yazdırıyorlar” diyor Başbakan.
Ne diyor montajlanmış ‘tape’de?
“Hayır hayır alma! Kendisi bize ne söz verdiyse onu getirecekse getirsin. Getirmeyecekse gerek yok. Başkaları getiriyor da o niye getiremiyor. Laf mı? Bunlar ne zannediyorlar bu işi ya? Ama şimdi düşüyorlar, kucağımıza düşecekler merak etme…” (Başbakan, oğlu Bilal Erdoğan’a)
Eğer Başbakan ve tarafsız gazeteciler bize, ‘montajın nerelere vardığını’ göstermemiş olsaydı maazallah kendi kendimize; “Yoksa bu ülkeyi mafya mı yönetiyor? diye sormak zorunda kalabilirdik.
Malum, ‘mafya’ gücünü bütünüyle bastırma, sindirme ve şiddet kullanabilme yeteneğinden alır. Mafyözler, çevrelerine korku yayamadıkları zaman çaresiz kalacaklarını bilir.
Yukarıdaki kayıt bir başbakana değil, olsa olsa bir mafya babasına ait olabilir.
O yüzden, alanen yalan, dolan, dublaj ve montaj. Hiç şüpheniz olmasın.
Aksi halde iktidarın gaflet ve delaletle yıllar yılı koynunda beslediği paralellerin ‘iddia ettikleri’ şöyle bir tablo ile yüzleşmek zorunda kalabiliriz:
On iki yıldır, seçilmiş bir ‘hükümet’ tarafından değil, seçilmiş bir ‘organize suç örgütü’ tarafından yönetiliyoruz.
75 milyonluk koskoca bir ülkeyi yönetmeye talip olan, milyonlarca oy alarak seçilen, üstüne bir de güvenoyu alarak kabine kuran, kendi aralarında iş bölümü yapan; kimi asayişi sağlamaya, kimi sanayi ve ticareti geliştirmeye, kimi şehirleri imar etmeye ya da Avrupa Birliği ile ilişkileri tanzim etmeye talip olanlar… bir sabah uyanıyor ve öğreniyoruz ki çalıyorlar, rüşvet alıp-veriyorlar, koskaca bir ülke halkının kaynaklarını ve haklarını yağmalıyorlar. Ve bunu yıllardır yapıyorlar…
Sıfırlayamayacakları kadar çok paraları olsun diye halkı aldatmaktan, vatanlarına ihanet etmekten, hileye başvurmaktan çekinmiyorlar.
Hiç bir bedel ödemeden, herhangi bir cezaya çarptırılmadan gayrı meşru işler yapabileceklerine öyle inanıyorlar ki adeta doğal hakları olarak görüyorlar.
Malum, iktidar partisi yolsuzluk yapma ve ‘günah işleme özgürlüğüne’ sahip tek merci.
Dünya’da da, ahirette de onlar bütün yaptırımlardan muaf.
Ne diyor Başbakan?
“Özellikle vurgulamak isterim bunlarda yalan, dolan, iftira aman yarabbim çok fazla. Bunlarda amaç için her şey mübahtır, her şey uygundur. Bunlar örgüt oldular, çete oldular. Bu nasıl müslümanlık ya?..”
Başbakan ve yol arkadaşlarının bugün bizlere öğrettiği ‘müslümanlık’ dışında bir müslümanlık anlayışı, ahlakı tahayyül edilebilir mi?
Onlar ‘davası’ kutsanmış olanlar. Diğerleri kafir, münafık, hain, terörist ve düşman olanlar.
Paralel hainlere sorsan, Türkiye’de ‘hükümet’ dediğin yasa dışı bir çetenin üyelerinden ibaret. Hükümete yakın medya ve gazetecilerin, bu çetenin tetikçiliğini yapmaktan başka görevleri yok.
Çünkü hepsi ‘satın alınmış’. Çünkü kaybetmekten korktukları -korkutuldukları- her ne ise hepsini birbirine bağlıyor.
Bütün bir ülkenin geleceği, Başbakanın hanedanının geleceğine endekslenmiş.
Aman yarabbim, bu kadarı gerçekten de çok fazla!
Her şey ne kadar ‘açık seçik’ ve bu kadar açık seçikliğe tahammül etmek ne kadar güç.
O yüzden size tavsiyem Başbakan ne diyorsa ona inanın.
Ne diyor Başbakan?
Yüreğini ortaya koyacak bakan ve milletvekilleri arıyorum, diyor.
İşadamı ve medya patronlarından, yiğitlik bekliyorum, diyor.
Çünkü korunması gereken çok ama çok önemli şeyler var. Bu yürekli adamların, bu yiğit kahramanların, Başbakan ile birlikte vermeleri gereken bir ‘istiklal’ mücadesi var.
Öne çıkın. Yüreğinizi ortaya koyun. Rasim Ozan Kütahyalı’lara, Mehmet Barlas’lara, Mehmet Metiner’lere, Melih Gökçek’lere, Yiğit Bulut’lara bakın ve ‘yiğitlik’ dersi alın.
Korkmayın, lideriniz gerçekten de çok güçlü. İradesi çok sağlam.
Böyle bir ‘dünya lideri’ bu oyunun sonunda, insanlık tarihine gerçekten de önemli izler bırakabilir, Tarihe ‘sarsıcı’ kayıtlar düşürebilir.
Misal, ‘yolsuzluğu’ bir devlet sanatı olarak uzun yıllar başarıyla icra eden, hatta bu sanatın duayeni olarak anılmayı hakeden bir büyük usta olarak siyaset bilimi tarihine adını altın harflerle yazdırabilir.
“Bembayaz, süt kadar ak bir sicille yürüyoruz… Milletin kasasından yiyen varsa hesabını biz sorarız!”
Buyrun beyler, süt kadar ak bir sicil ile yürüyen Başbakan’ın yanında yürümeye devam edin.
Ekranda, Başbakan’ın karşısına sıralanmış, tedirginlikleri yüzlerinden okunan ‘embedded’ gazetecilere bakıyorum.
‘Rahat’ pozisyonda görünebilmek için aşırı çaba sarfeden, ‘hazır ol’ kontenjanından gazetecilere.
Kimbilir ne zaman, nerede, ne uğruna ‘sisteme transfer’ olmuşlar?
Başbakan’ın huzuruna alınma ayrıcalığına erişmişler ya, kıvranıyorlar:
Neyi, nasıl sorsam Başbakanın hoşuna gider?.. Başbakan’ın suratı mı asıldı ne, yoksa sorumu beğenmedi mi?..
Eminim, Başbakan bu soruya bayılacak… Az sonra…
Başbakan’a bakıyorum.
Orada değil gibi. Dünya ile arasında camdan bir duvar var gibi.
Gerçeklikle tüm bağlarını kopartmış, yukarılarda bir yerlerde süzülüyor gibi.
Yere inmek, ayaklarını sağlam bir zemine basmak için gerçekten de çok büyük çaba harcıyor gibi.
Ama nafile.
Yüksek bir uçurumdan aşağı atlayan her insan gibi, onun kaderi de artık fizik kurallarına tabi.
Tüm varlığını aşağı çeken yer çekimi kuvvetine…
@SibelYerdeniz