Başbakan konuşuyor:
“Bir kaç çapulcunun halkı tahrik etmesine seyirci kalmayız!”
Haklı olma duygusu, zehirli sarmaşıklar gibi büyüyor Başbakanın yüreğinde.
Başka hiç bir duygunun yaşamasına izin vermeden.
Yazık ki Sayın Başbakan, biz de bu zehirli sarmaşıkların geleceğimizi tahrip etmesine seyirci kalmayız.
Halkını, ‘benim milletim’ -bana oy verenler- ve ‘çapulcular’ -diğerleri- olarak ayrıştıran, tahrik ederek birbirine kırdırmaya çalışan bir Başbakana da itibar etmeyiz.
Seçilmiş bir Başbakan bile olsa bu denli öfkeyi, hoyratlığı, nefreti ve baskıyı hoş görmeyiz.
Bu ülkede yalnızca seçilmişlerin ve seçicilerin hikâyeleri yok.
Çapulcuların da var. Yüksek müsadelerinizle…
“Millet bize reyini verirken, tarihimize sahip çık diye de verdi."
Size oy vermemiş olmamız, bizlerin ‘millet’ olmadığımız anlamına gelmez. Tarihine sahip çıkmaktan kastınız, olanı da yağmalamaktan ibaretse, siz zahmet etmeyin.
Biz tarihimize sahip çıkarız.
“Biz şimdi Taksim’de üç projeyi iç içe yapıyoruz. Orada çevre var, orada tarih var kültür var.”
Eksik kalmış, tamamlayalım; orada ‘kentsel dönüşüm’ adı altında ‘rantsal dönüşüm’e ikâme edilmiş sokaklarımız, alışveriş merkezi yapmaya doyamadığımız tarihi eserlerimiz, iş yerlerinden zorla tahliye edilen esnafımız, yerle bir edilmiş sinemalarımız, evlerinden edilmiş roman vatandaşlarımız, yerinden sökülmüş ağaçlarımız, sokaklarda bir lokma ekmek parası için avuç açtırılan çocuklarımız, kazayla içine girdiğinde dahi sağ salim çıkabilmenin şans olduğu ‘emniyet’ merkezlerimiz, onlarca kişinin gözü önünde darp edilerek kaçırılan kadınlarımız… yani, var da var.
“Evet, cami de yapacağız. Ben bunun iznini birkaç çapulcudan alacak değilim. Bize oy verenler bunun yetkisini verdi zaten.”
İyi de, biz oy vermeyen çapulcular, yetki vermedik bu durumda. O meydan, sadece size oy verenlere değil, aynı zamanda biz çapulculara da ait.
Bizim de öyle ihtişamlı projelere, mega köprülere, yedi yıldızlı otellere, içine hiç adım atamayacağımız rezidanslara, devasa camilere ihtiyacımız yok.
İçkimizi nasıl evimizde, sigaramızı nasıl gaz odalarında içeceksek, ibadetimizi de evimizde yaparız. Siz daha iyi bilirsiniz, ibadetin açıkta yapılmayanı makbuldür. İnancımızı ispatlamaya, şov yapmaya ihtiyacımız yok.
İhtiyacımız olan bir parça huzur, güvenli bir ülkede barış içinde ve gelecek kaygısı olmadan, sömürülmeden, şiddetten uzakta, korkusuzca yaşamak.
İç içe geçmiş projeler, rantsal dönüşümler sizin; bir parça gökyüzü, biraz yeşillik, bir kaç çiçek ve bir ağaç gölgesi hepsi hepsi, bizim…
Mega AVM’lerden alışveriş yapmaya ihtiyacımız yok.
Yanlış, tek yanlı ve yetersiz politikalarınız yüzünden bakamayacağımız, sefil edeceğimiz, dünyaya geldiğine bin pişman olacak çocuklara da ihtiyacımız yok.
Taksim’de -ve diğer her yerde- bu ülkeyi yöneten seçilmişler olarak her ne yapmak istiyorsanız ancak biz de ikna olduğumuzda yapabilirsiniz.
Başka türlü yapamazsınız. Izin vermeyiz.
“Hakikatleri, gerçekleri ters yüz etmeye kimsenin gücü yetmez.”
Bu kadar manipülasyona, baskıya, tehdite, fütursuzca kullandığınız yetkiye, kişisel çıkarlarınıza ve hırslarınıza seferber ettiğiniz imkânlara rağmen sizin bile gücünüz yetmiyorsa Sayın Başbakan, gerçekleri ters yüz etmeye…
Evet, gerçektende başka kimsenin yetmez...
“Ben milletin hizmetkârıyım ama siz diktatör diyorsanız, ne diyeyim?”
Biz size diktatör demiyoruz. Çünkü burası otokratik bir diktatörlük değil. Size sadece ‘diktatörlük’ hevesiniz var diyoruz.
Ama dert etmeyin. Biz çapulcular ‘diktatör’ olmanıza izin vermeyiz. Aynı şekilde ‘hizmetkâr’ olmanıza da izin vermeyiz.
Halkınızla eşit koşullarda, demokrasi ve insan haklarını, herkes için adaleti gözeten bir lider olmanız, yeterli.
“Şimdi biz bu adımları atıyoruz. Bir taraftan da Taksim Meydanı’nı yayalaştırıyoruz. Niye? Benim halkım istediği gibi yürüsün gezsin diye.”
Öncelikle ‘senin halkın’ değiliz. Bu coğrafyanın halkıyız.
Taksim Meydanı’nda yürümek istiyoruz ama parklarımızı, sinemalarımızı, tiyatrolarımızı, caddelerimizi zorbalıkla başımıza yıkmanızı istemiyoruz.
Yürümek istiyoruz ama can güvenliğimiz de olsun istiyoruz.
“Tutturmuşlar bir AVM. Bizim burada kast ettiğimiz uluslararası çapta bir AVM’yi zaten buraya yapamazsınız.”
Biz tutturmadık, siz tutturdunuz.
Yapamazsınız evet. Çünkü yaptırmıyoruz.
“Bunların ufku filan yok. Bakın nereden nereye geldik?”
Ufkumuz var; bu sabah o ufka bir de baktık ki hep birlikte bir ‘meydana’ gelmişiz…
Her zamankinden farklı bir ‘meydan’a.
Çok değil bir kaç gün önce o meydanda, o parkta, piknik yapıyorduk, uzanıyorduk, çocuklarımız resim yapıyordu, biz kitap okuyorduk, şarkılar söylüyorduk, mütevazı çadırlarımızda uyuyorduk.
Ama sizin hırçınlığınız, kibriniz ve zalimliğiniz yüzünden gaz bombaları, ateş, cop ve tekmelerle uyandırıldık.
Bizi siz uyandırdınız.
Bir parça ağaç gölgesini bize dar ettiniz.
Ama korkmadık Sayın Başbakan.
Hiç kaçmadık, hiç saklanmadık, hiç vazgeçmedik.
Sokaktayız. Meydandayız. Hep buradaydık.
Biz çapulcular hep meydanlardaydık.
Biz bu meydanlarda doğduk. Bu meydanlarda öldük.
Dünyanın bütün meydanlarında ölen, ölüp ölüp dirilen bizlerdik.
1989’da Tiananmen’de ölen bizdik.
2011’de Tahrir Meydanı’nda ölen bizdik.
1 Mayıs 1977’de bu meydanda ölen bizdik.
Siz kimin meydanını kimden esirgiyorsunuz Sayın Başbakan?
Siz bir avuç gökyüzünü, bir ağacın gölgesini, hangi halka, hangi hakla dar ediyorsunuz?
Biz bu toprakların, bu coğrafyanın halkıyız. Bu meydan bizim.
Hiç bir diktanın, hiç bir ideolojinin, hiç bir muktedirin, hiç bir partinin değil.
Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Ermenisiyle, Romanıyla Müslümanı, Hıristiyanı, Alevisi, ateisti, Ezidisi, Zerdüştü, kadını, erkeği, eşcinseli, yaşlısı, genci, çoluğu çocuğuyla ve kökleri burada, bu coğrafyada olan diğer herkesle, bütün bu meydanlar bizim.
Gökyüzü bizim. Sokaklar bizim. Ağaçların gölgeleri, çiçekler, çimenler bizim.
Ama bugün bu meydanda, bu sokaklarda gördüğünüz tahribat sizin.
Sizin öfkenizin, sizin nefretinizin, sizin kibrinizin, sizin aymazlığınızın eseri.
Biz bugün, kendi ülkemizin meydanlarında, kendi ağaçlarımızın gölgesinde -sizden izin almadan- uzanıp, o sahip olmadığımızı düşündüğünüz ufka bakıyoruz.
Başka bir dünyanın mümkün olduğu, başka bir ufka.
Kimseyle paylaşamadığımız bir şey yok. Polissiz, askersiz, jopsuz, postalsız, gazsız, kasksız, maskesiz, silahsız, korumasız, korkusuz, öfkesiz, kibirsiz ve hesapsız… kısacası yanına insanlığından başka hiç bir yük olmadan gelen herkese yanımızda yer açar, bekleriz.
Buradayız. Bir yere gitmiyoruz. Korkmuyoruz.
Gerektiğinde omuz omuza direniyoruz. Düştüğümüzde birbirimize el uzatıyoruz.
Ümit ediyoruz. Gülüyoruz. Şarkı söylüyoruz.
Meydana bakıyoruz ve “Ey Meydan! Bunca zamandır neredeydin?” diyoruz.
Size bakıyoruz ve evet “nereden, nereye…” geldiğinizi görebiliyoruz.
“Bereber yürüdük biz bu yollarda…” unuttunuz mu?
Beraber uyandık biz bu sabaha!
Size de günaydın, Sayın Başbakan.
Size de günaydın…
Ey Meydan!
Bunca zamandır neredeydin?
Seninle şarkı söyledik, seninle ümit ettik, savaştık, korktuk, dua ettik...
Tek yumruk olduk gece ve gündüz ve artık seninle hiç bir şey imkânsız değil.
Özgürlüğün sesidir bizi birleştiren, hayatımız anlamını buldu, artık geri dönüşü yok.
Sesimiz duyuluyor, artık yasak değil rüya görmek...
Ey meydan!
Bunca zamandır neredeydin?
Duvarları yıktın, nurunla aydınlattın, yorgun halkını etrafında topladın.
Yeniden doğduk... ve yeniden doğdu vazgeçemediğimiz rüyamız.
Bizler farklı olsak da niyetlerimiz aynı; temiz
Pusluydu görünen manzara, fakat biz, sahip çıkacağız ülkemize ve torunlarımıza
Yitirdiğimiz gençlerin anısına...
Ey meydan!
Bunca zamandır neredeydin?
Seninle hissettik ve yeniden başladık, uzaklaşıp, tükendikten sonra.
Önce kendimizden başlamalı değişim, sen bize çok şey verdin, bundan sonrası bizim...
Bazen korkuyorum yalnızca bir anı olacaksın diye sen, ölür fikrimiz uzaklaşırsa senden.
İşte o zaman geçmişe dönecek ve hatırlayacağız.
Masallarımızda senin hikâyeni anlatacağız...
Ey meydan!
Bunca zamandır neredeydin?
O meydan ki türlü insanla dolu; işte adanmış biri ve işte cesur olan...
İşte tutkulu biri ve şurada bisikletiyle dolaşan...
Fakat sesimiz bir, hepimiz biriz.
Toplanıp çay içeriz orada ve biliriz adaleti nasıl getireceğimizi.
Komşularımız kulak kesildi bizi dinliyor dünya...
Ey meydan!
Bunca zamandır neredeydin?
Gücümüz fikrimizdir ve silahımız birlikteliğimiz...
Meydan diyor ki: Burada zalimlere yer yok!
Meydan bir dalga gibidir, kimi içindedir, kimi onun büyüsüyle büyülenir
Dışarıdakiler der ki bu bir kargaşadır; fakat orada tarih yazılmaktadır...
Ey meydan!
Bunca zamandır neredeydin? **
http://www.youtube.com/watch?v=thvAyJfeeyk
** CairoKee ve Ayda El Eyyubi (Kahire Tahrir Meydanı’nda ölenlerin anısına...)