Pınar Selek davası, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 22 Kasım'da sürpriz bir manevrayla Yargıtay'da bozulan beraat kararında direnmemesi üzerine bir kez daha gündemde. Karar o kadar sürprizdi ki, duruşma savcısı Nuri Ahmet Saraç bile, şaşkınlığını "Yeni bir durum oluştu. Ben de şoke oldum" sözleriyle dile getirdi. Şimdi gözler, 13 Aralık Perşembe günü bir kez daha toplanacak mahkeme heyetinin vereceği kararda.
Mahkeme yaklaşık üç hafta sonra neden bir kez daha karar değiştirsin, diye sorabilirsiniz. Haklısınız da. Ancak soru, mahkeme heyetinin üyeleri dikkate alındığında önemli bir cevap buluyor. Zira Yargıtay'ın bozduğu kararda beraat yönünde oy kullanan İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Vedat Yılmazabdurrahmanoğlu ile üye hâkim Mehmet Karababa 22 Kasım'daki celsede yoktu. Bir kalp rahatsızlığı nedeniyle son celseye katılamayan Yılmazabdurrahmanoğlu, savcıyı da şoke eden son kararın ardından Vatan gazetesinden Burak Bilge'ye 13 Aralık'taki duruşmaya katılabileceğini söyledi. "Şüphenin sanık lehine olduğunu" vurgulayan Yılmazabdurrahmanoğlu, "İyi olursam 45 günlük raporumun bitmesine gerek yok. Gelir başlarım görevime” dedi ve ekledi:
“Böyle kararlar da olabilir. Hakimlerin kendine göre takdir hakları var. Saygı duymak lazım. Bunlar hep hukukta var. Biz daha önce direnme kararı verdik. Benim görüşüm belli. Ancak karar çıkmadı daha dosyada. Ben göreve geri dönersem o zamanki heyetin durumuna göre karar verilir..."
Evet, Yaklaşık 15 yıl oldu. 9 Temmuz 1998 günü, Mısır Çarşısı'nda meydana gelen patlama sonucu 7 kişi hayatını kaybetti. İki gün sonra, Pınar Selek, farklı bir gerekçeyle İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi tarafından gözaltına alındı. Yaklaşık 2,5 yıl cezaevinde tutulan Pınar Selek hakkında bugüne kadar iki kez beraat kararı verildi. Çünkü patlamanın bombadan kaynaklandığı yolunda delile ulaşılamamış, önce Selek aleyhine ifade veren ve beraat eden Abdülmecit Öztürk de, bu ifadenin işkence altında imzalatıldığını açıklamıştı.
Ancak Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun aleyhte bozma kararı ve 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nin beraat kararında direnmemesi üzerine yaklaşık 15 yıllık süreçte bir kez daha aynı noktaya dönüldü. Dava sürecini Avukat Akın Atalay'ın T24'e yazdığı "A'dan Z'ye Pınar Selek davası" yazısından okuyabilirsiniz.
13 Aralık Perşembe günü yapılacak duruşma öncesinde Pınar Selek'in babası ve avukatı Alp Selek ile konuştuk. Buyrun.
- 15 yıldır süren bir dava, onlarca duruşma, avukat bir baba, dava sürecinde sağlığı bozulan bir anne, ablasını savunabilmek için ikinci üniversiteyi okuyarak avukat olan bir kız kardeş... Bunca yıl bıkıp usanmadan bu "Kafkaesk" durumla nasıl mücadele ettiniz?
Ben Pınar’ın babası olarak başından beri kendimi hiç bırakmadım. Üzüntü elbette oluyor, ama "uğraşabiliriz" dedik. Çünkü haksızlığı gördük. Türkiye’de en sonunda "hukuk olacak" dedik. Tabii annesi farklı yapıdaydı; onun üzüntüsü daha başka oldu, sağlığı bozuldu. Ama ben hukuka hep inandığımdan sonunda ortaya çıkacak bu, diyordum.
Bir de hiç kimse inanmadı. Hiçbir akrabamız, komşumuz, tanıyan tanımayan herkes büyük bir destek oldu ve "Burada büyük bir haksızlık var" dediler. Görebildiler. Mısır Çarşısı davasının ilk duruşmasında 200’e yakın avukat vekillik için örgütlenmişti. Biz örgütlemedik onları. İnsanlar buradaki büyük haksızlığı gördükleri için kendileri destek oldular ve olmaya devam ediyorlar.
- Hukuka inandığınızı söylüyorsunuz, ancak geçen yıllar boyunca her duruşmaya katılmak, savunma hazırlamak, karşınıza çıkan hukuksal sorunlara karşı mücadele etmek durumunda kaldınız. Bugün, bütün bu sürecin yeniden başlama ihtimâli var mı?
Buna inanmıyorum çünkü, dünyanın her tarafında ve Türkiye’den binlerce insan bu hukuksuzluğa karşı ayağa kalkmış durumda. Benim kadar bu davaya sahip çıkan bir avukat kadrosu var.
Küçük kızım Seyda da ablasını savunabilmek için avukat oldu. Yıllardır o da bu mücadelenin içinde. İşletmeyi bitirmişti ama “Ben avukat olmak istiyorum, hukuk okuyacağım, bu davada ben de ablama ve sana destek olacağım,” dedi. İlk girdiği dava da ablasının davasıydı... Perşembe günü ruhsatını verdiler. Pazartesi günü Pınar’ın davası vardı ve ilk duruşmasına denk geldi, o duruşmaya avukat cüppesiyle girdi.
Türkiye’de ve uluslararası camiada yüzlerce hukukçu, “Bu artık seni de aştı, hepimizin davası oldu” dediler. Gerçekten de gelinen noktada bu artık sadece Pınar’ın davası değil, Türkiye’nin adalet sisteminin davası, Türkiye’deki düşünce ve ifade özgürlüğün davası.
- “Yurt dışına çıkma nedenim, biraz uzak kalmaktı. Şimdi durum değişti. Sanki zorunlu hale geldi. Bunu da kimsenin kabul etmemesi gerek. Ne olur ülkeme dönmem için herkes bir şey yapsın. Bir çağrıda bulunmak istiyorum: 13 Aralık'ta, kararın açıklanacağı bu saçmalığa herkes gitmeli. Uzakta olan da gelmeli, işi olan işten izin almalı” diyor Pınar ve bunca yıl karşısına çıkarılanlara rağmen hâlâ ülkesine dönmek istiyor. Anlatır mısınız, neden?
Çoğu kişi bana da “Alp Abi, bu kız gelmesin artık Türkiye’ye, ne yapacak” diyor. Aynı nedenlerden dolayı. Bir de yurt dışında yaşayabilme, okuma imkânı v.s. var. Orada birçok destekleyeni var. Kendisi de girişken ve sevilen bir insan. Şu anda Fransa'da yaşıyor; Strasbourg Üniversitesi’nde doktora tezini yazıyor ve Science Politique bölümünde çeşitli araştırma programlarına katılıyor. Kitap/roman yazıyor, çeviri yapıyor. Ancak bu yargı sistemi ve adaletsizlik, çalışmalarına sekte vuruyor.
Pınar artık bunları yaşamak istemiyor - keşke hiç yaşamasaydı - ama artık bir yerde "bitsin" istiyor. Ama Pınar bu ülkenin, bu toprağın insanı, burada ailesi, arkadaşları, tarihi var. Elbette burada özgürce yaşamak istiyor. Bu işkencenin bitmesini istiyor. Hepimiz bunu istiyoruz.
- Peki, bu süreç nasıl başladı? Seneler geçti, hükümet değişti ama dava devam etti, ediyor. Dava, sizce nasıl bu kadar uzun sürdü?
Devletin "hata yaptık" demek istemediği davalardan biri. Bu dava, bir hukuk ve adalet sorunu olmanın çok ötesine geçti ve siyasi bir davaya dönüştü. Yani buradaki sonucun kendisi çok politik. Bu olay bu hükümet döneminde olmadı. Bu dava 28 Şubat sürecinin bütün o karanlık atmosferini ve keyfi uygulamalarını içeriyor. Komploların arka arkaya yapıldığı bir dönemdi. Yani buradan çıkan bir beraat kararı o dönemin kendisini de mahkûm eden bir sonuç doğuracak, kabulleniş olacak, bu Pınar’ı da aşan bir durum.
- Avukat Akın Atalay, sürecin başlangıcını T24'e yazdığı yazıda şöyle anlattı: "Pınar Selek, Mısır Çarşısı olayından bağımsız olarak, tümüyle farklı bir nedenden dolayı 11 Temmuz 1998 günü (yani Mısır Çarşısı’ndaki patlamadan iki gün sonra) İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi tarafından gözaltına alındı."
Pınar, sizce o gün neden gözaltına alındı?
Araştırması ile ilgili kendisine yöneltilen ilk suçlama, terör örgütüne yardım ettiği iddiasını taşıyordu. Ancak üyelikten dava açıldı. Pınar, küçüklüğünden beri araştırmacı bir çocuktu ve bu araştırmalarını tatbiki olarak yapardı. Sonunda "sosyolog" olmaya karar verdi ve Mimar Sinan Üniversitesi'nde yüksek lisans yaparken sokak çocuklarıyla ilgilendi.
“Baba, bu çocukların sokaktan kurtulması lazım; onları ancak sanat kurtarabilir” dedi. 5-6 arkadaş bir atölye açtılar. Oraya sokak çocukları geliyordu, toplumdan dışlanmış insanlar geliyordu. Onlar, orada eserler yaratmaya başladılar. Biraz gazete aldılar, çöpte buldukları midye kabuğu, atık bir düğme v.s onlardan çok güzel eserler yapıp onları standlarda sattılar. Çocuklar para kazandılar ve ondan sonra bir bildiri yayınladılar: “Biz sokak çocuğu değiliz, sokak sanatkârıyız.”
Gece de onların yanında kalıyordu, bütün vaktini onlara veriyordu. "Kızım sınıfta kalacaksın" dedim. Derslerini ikinci plana attı, ama buna rağmen çok başarılıydı. Okulu birincilikle bitirdi. Bir gün yine bana “Baba Türkiye’de bir savaş var, insanlar ölüyor, ben sosyologum, bunu araştırmak istiyorum, bu araştırma sonuçlarından halk, insanlık faydalanabilir” dedi.
1998 yılıydı. O araştırma sırasında gözaltına alındı. Bir çalışması için İzmir'de olması gerekiyordu. Ancak sonra beni biri aradı ve Pınar’ın emniyette olduğunu söyledi...
- Gözaltına alınırken haberiniz olmadı mı?
Hayır, haber vermediler bize. Bir hafta sonra tesadüfen öğrendik. Duyunca kalkıp gittim. Emniyette şöyle dediler: “Alp Bey, biz iki üç tokat attık mı bülbül mü olur, yoksa kafasını kessen konuşmaz mı? Senin kız konuşmuyor... Biz ikna edemedik, bu araştırmasıyla ilgili bize iki isim verirse biz de rahatlarız, siz de rahatlarsınız.” Aynen böyle...
Ben de onlara “Verebileceği bir isim yoktur, bilmiyordur ki, bilseydi bile vermezdi araştırması ile ilgili olduğu için” dedim. Sonrasında Pınar gözaltına alınmadan bir gün önce emniyette imha edilen patlayıcılar sahte bir işlemle bir gün sonra bulunmuş gibi gösterilerek Pınar’a yüklendi ve karanlık senaryolar ve düzmece iddialarla tutuklanan Pınar hakkında "örgüt üyeliği"nden dava açıldı. O dava sürecinde, bir buçuk ay sonra Mısır Çarşısı olayı çıktı; Abdülmecit Öztürk isimli çocuğun işkence altındaki ifadesiyle dava Pınar’ın adı da geçirilerek basına yansıdı.
Hatta ilk olarak “Ünlü avukatın kızı Pınar Selek’in davası” olarak lanse edildi. Şimdi de Pınar Selek’in babası Alp Selek olarak anılıyorum. Siz de muhtemelen öyle yayımlayacaksınız. Bu da benim hoşuma gidiyor...
- Seneler sürecek dava süreci böyle başladı...
Evet.. Pınar tutuklanmış, gözaltında 7 gün kalmış, o kadar işkence yapılmış. Bu arada sonradan öğreniyoruz. Pınar’a Filistin askısı uygulanmış, elektrik verilmiş. Askıda sol kolu çıkmış, yanlış takmışlar, sonra bir doktor getirtilip onun marifetiyle tekrar takmışlar. İşkenceyi örtmek için sol kolunun üstüne düştüğüne dair tutanak tutmuşlar. Zaten ağır işkence gördüğü uluslararası İşkence Tedavi Merkezi'nin raporuyla da tescillendi. Evet, bu işkence sırasında bile, Mısır Çarşısı ile ilgili tek sual sorulmamış. Pınar’a da Mısır Çarşısı olayıyla ilgili olarak ne poliste, ne savcılıkta, ne de hâkim önünde doğrudan ya da dolaylı olarak tek bir soru yöneltilmiyor.
İlk olay yeri tutanak ve raporlarında uzmanlar: “Bombaya ait olabilecek herhangi bir parça, madde veya malzemeye rastlanmamıştır” tespitinde bulundular. Bu raporlar 28 Şubat mimarlarını tatmin etmiyor ve bomba senaryosu ortaya atıldıktan sonra savcılıkça tayin edilen bilirkişi heyeti bu kurguya uyumlu ama çok sorunlu bir rapor hazırlıyor…
- Ancak daha sonra bahsettiğiniz raporla ilgili heyetin başındaki Sevil Atasoy’un basına yansıyan bir açıklaması oldu.
Evet…“Bizim raporumuzda, patlamanın bombadan meydana geldiğine dair bir tespit yok, bu konuda söylenmiş tek bir cümle de yok, raporumuzda patlamanın nasıl ve neden meydana geldiğinin saptanabilmesi için bilimsel olarak izlenmesi gereken yol ve yönteme dair bilgiler var” diyor şimdi.
- İlk olay yeri inceleme raporlarına ilaveten 2000 yılında, bu bilirkişi raporunu çürüten yeni raporlar da eklenmişti.
Biri, İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesinden bir profesör, ikincisi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim dalında çalışan ve patlama konusunda uzman üç kişilik heyet tarafından raporlar geldi. Hepsi de patlamanın mevcut veriler ve bulgular kapsamında bombadan kaynaklandığının söylenemeyeceğini belirtiyordu. Bir diğeri de bizzat mahkemece İstanbul Teknik Üniversitesi’nden talep edilen patlama ve gaz konusunda uzman üç kişilik bilim insanının verdiği raporlar. Çok net olarak "Gaz kaçağı" dediler, hatta patlama yerini de gösterdiler. Lahmacun fırınını işaret ettiler.
- Bu davadaki tek tanık ifadesi Abdülmecit Öztürk’e ait ve o da işkence altında alınıyor, doğru mu?
Evet, bir de Abdülmecit’in halasının verdiği söylenen bir sahte ifade var. Abdülmecit Öztürk, gözaltındayken alınan ifadesini işkence altında verdiğini ve Pınar Selek’I tanımadığını söylüyor, hatta DGM savcısının huzurunda Mısır Çarşısı ile ilgisi olmadığını geçirtebiliyor tutanağa. Ama hemen arkasından savcının imzasının olmadığı ek bir ifade düzenleniyor ve bu sefer savcılıkta 15 dakika önce verdiği ifadeyi değiştiriyor. Polisteki ifadem doğrudur diye tutanak tutuluyor. Bu tutanakta savcının imzalayacağı bölüme bir çarpı işareti konuyor. Savcının imzası yok. Ancak savcı bu ifadenin altını 2.5 yıl sonra bir ara kararla imzaladı.
Halasının verdiğini iddia ettikleri, “Pınar Selek’i nişanlısı olarak tanıtıp, evime getirdi, bir odaya kapandılar” şeklinde bir ifade konmuştu dosyaya. Ama sonra çürüttük onu da, halası hiç Türkçe bimiyor, ifadeyi yazıp altına parmak bastırmışlar, yaşlı ve hasta bir kadın zaten. Pınar’ı tanımadığını söyledi. Hatta mahkemede ifadeyi duyunca çok şaşırdı ve Abdülmecit’e dönerek ‘Sen ne zaman nişanlandın?” diye sordu. Tercüman bunları çevirdi ve hepimiz duyduk…
- Davaya ilk zamanlarda Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Emniyet'in "doğrudan müdahale" olarak algılanabilecek yaklaşımları oldu. Bir avukat olarak yanıtlayabilir misiniz, bu ne kadar sık yaşanan bir durum?
Görülmemiş bir şey. 19 Nisan 2001 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü, mahkemenin yeni bir bilirkişi incelemesi daha yaptırması gerektiğini söylüyor. İçişleri Bakanlığı'nın hazırlattığı, patlamanın bomba nedeniyle oluştuğuna dair "tarihsiz ve imzasız" bir raporu mahkemeye gönderiyor. İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü, mahkemede devam eden bir davaya müdahale ediyorlar… “Biz bunu bomba kabul ediyoruz, Pınar’ın tahliyesinden üzüntü duyduk” diyorlar resmen.
Tamamen yasadışı bir müdahale. Mahkemenin talebi olmadan, doğrudan mahkemeye müdahale etme ihtiyacı duyuyorlar. Ta en başından beri her şey sahte, her şey hukuk dışı işlemlerle yapılıyor.
- Sonra ne oldu?
Emniyetin yeni rapor talebi üzerine, Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Dairesi'nden ve Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu'ndan sırasıyla iki ayrı rapor geliyor...
Her iki raporunda da, patlamanın nedeninin tespit edilemediği ve edilemeyeceği belirtiliyor. Bunun üzerine mahkeme, emniyetin yazısındaki istek doğrultusunda, Jandarma Kriminal Dairesi'nde hazırlanacak yeni bir rapor için, ikisi jandarma subayı olan beş kişilik yeni bir bilirkişi heyeti seçiyor. Bu heyette yer alan dört kişinin imzaladığı 2002 tarihli rapor, Emniyet'in mahkemeye yolladığı tarihsiz ve imzasız raporunun bir kopyası. Beşinci üye olan ODTÜ’den bir profesör hanım, o rapora şerh koyuyor ve ayrı bir rapor yazıyor. Ve gaz kaçağı tespit ediyor. Patlama merkezinin lahmacun fırını olduğunu belirtiyor.
Son olarak da, ODTÜ'den bir başka bilirkişi heyeti Jandarma Kriminal Laboratuvarı’nda hazırlanan raporun çelişki ve yanlışlıkları içerdiğine dair yeni bir rapor hazırlıyor. Görüntülü işlem teknolojisi ile hazırlanan bu raporda, gaz kaçağı diyen raporlara uygun olarak patlama merkezinin tüplerin olduğu lahmacun fırını olduğunu tespit ediyor. Ve bu da dosyaya giriyor.
2006 yılında mahkeme tüm bu bilirkişi raporları sürecini aktararak, patlamanın neden kaynaklandığının, bütün araştırma ve çabalara karşın, her türlü şüpheden arınmış olarak kanıtlanamadığını belirterek "Mısır Çarşısı ile ilgili sanıklar hakkında ceza vermeye mahal yoktur” dedi. Cumhuriyet savcısı kararı, Pınar Selek ve Abdülmecit Öztürk'ün mahkûm edilmesi gerektiği görüşüyle temyiz etti. Dosya Yargıtay'a gitti, Yargıtay Ceza Dairesi, mahkemenin kararına usulen bozma yaptı.
Bunun üzerine mahkeme, bozma nedenini gözeterek 2008 yılında bu defa eski gerekçeleriyle açıkça beraat kararı verdi. Bu karar da, yine aynı savcı tarafından, aynı gerekçelerle ama bu sefer yalnızca Pınar için "temyiz" edildi. Böylece Abdülmecit Öztürk’ün beraat kararı kesinleşti. Üstelik, temyiz gerekçesinin Abdülmecit Öztürk'ün poliste, işkence altında verdiği, “Bombayı Pınar'la birlikte koyduk” ifadesine dayanmasına rağmen…
- Sadece Pınar hakkındaki kararın temyiz edilmesi sizce neden? "Rahatsızlık" mı?
Gerçekten de rahatsızlık duydular. 28 Şubat ortamında Pınar’ın çalışmalarını bir tehdit olarak algıladılar bence. Bir Türk’ün bilim insanı da olsa Kürt sorunuyla ilgilenmesi, korkmadan araştıma yapması o dönemde cesaret isteyen bir durum. Aynı insan toplumun bütün dışlanmış, ötekileştirilmiş insanlarıyla yan yana duruyor, alan çalışmaları yapıyor, bunlar yayınlanıyor, kötü örnek oluyor v.s.
Çok karanlık, çok kötü bir oyun oynanıyor; Pınar’ın Mısır Çarşısı ile ilgili hiç ifadesi olmadığı için - herhangi bir ilişkisi olmadığı da açıkça görülüyor - Pınar’ı davada tek başına bırakmış görünmemek için, beraati kesinleşse de Abdülmecit’in ismini de usulen geçiriyorlar hâlâ. Her şey öyle sahte ki...
-Sizce, dile getirdiğiniz bu "sahtelik"ten dolayı mı dava ısrarla uzatılıyor?
Pınar’ın davasını kısa sürede bitirme niyetleri vardı. Hava öyleydi. Devletimiz bir olayı daha aydınlatmış gibi görünecekti ve bir masum insanın daha hayatını karartacaklardı. Ama biz bu hukuksuzluğa direndikçe bu dava giderek karıştı çünkü sürekli ek birşeyler koydular. Biz çok direndik.
O kadar karmaşık bir hale getirdiler ki bu davayı ve o kadar usûlsüzlükler yaptılar ki.
Bu dava serüveninde birçok tuhaf ya da inanılmaz olaylar, olgular birbiri peşi sıra yaşandı, yaşanmaya devam ediyor… "Kim bu adamlar" sorusunu kendimize sık sık soruyoruz.Yanıtını bilmiyoruz ama kanaatimiz 28 Şubat ruhunu taşıyan aynı adamlar... Ve geri adım atmak istemiyorlar. Çünkü Pınar üzerinden birçok kişiye mesaj veriyorlar. “Biz istersek başınıza her şey gelebilir" diyorlar.
- Son duruşmada neler yaşandı?
Duruşmalara çıkarken hem mahkeme heyeti, hem de diğer taraflar olarak dosyayı bilmek çok önemli. Biz avukatlar olarak dosyayı biliyorduk elbette. Fakat duruşmaya çıkan yeni heyet bilmiyordu. Dosyayı en iyi bilen şu anda raporlu olan başkan, çünkü başından beri davayı takip etti, bilirkişi raporlarını, tanık ifadelerini hepsini biliyordu. Ama bu duruşmaya yeni gelen hâkimlerin bu davaya ait çuvallara sığmayan dosyaları okumalarına imkân ve ihtimal yok.
O gün, 10:30’da duruşmaya girecektik, erteleyerek 14:00’e doğru gelin dediler. Biz söylenen saatte gittik orada bekliyoruz, ama kapı kilitli. Kapıyı kiltleyip içeri kapanmışlar. Saat 16:00’ya doğu açtılar kapıyı, hatta bir avukat arkadaşımız “Bizi dışarda saatlerce bekletmeye hakkınız yok, bize 16:00’da gelin deseydiniz,” dedi.
“Usûl ile ilgili bir şey tartışıyorduk” dedi geçici Mahkeme Başkanı. Usulle ilgili ne tartışıyor olabilirler ki mahkeme gününden önce dosyayı tartışmış olmaları lazım ama işte bilmiyorlar. Sonra kapı açıldı; isimleri yazarken, bir de baktık “Gereği düşünüldü” diye kararı yazdırıyorlar. Monitörde önceden yazarak hazırlamışlar.
Bizim ifademiz, görüşlerimiz bile alınmadan, ara kararını okudular “Biz dosyayı yeniden inceledik, Genel Kurul'un kararına karşı mahkemenin direnme hakkı yoktur. Bu nedenle biz ara karardan sarfı nazar ettik” diyerek bizden esas hakkında savunma istediler.
Bunu yapamazlar. Adil yargılamaya aykırı, hukuka aykırı. Her şeye aykırı... “Biz size bitmiş bir şeyin esas hakkında savunmasını vermeyiz, yalnızca usûl hakkında açıklama yapacağız” deyip “Usûlen yaptıkları yanlışlığı, bu durumun mahkemeyi bağladığını, kendilerinin Genel Kurul yerine geçip karar veremeyeceklerini, çünkü artık direnme kararından sonra yetkinin Genel Kurul'a gittiğini, mahkeme savcısının da başsavcılık yerine geçip yeni bir mütâala veremeyeceğini, bu nedenle esas hakkında bu davaya bakma hakları olmadığını...” v.s. belirttik.
Ve duruşma tarihi olarak normalde dosyalara o günden üç ay sonraya verilirken bizim dosyaya 21 gün sonrasını verdiler. Asıl başkan görevinin başına dönmeden davayı bitirme niyetinde oldukları anlaşıldı. Yani bu şu demek; "biz Pınar Selek’i mahkûm edeceğiz."
Bu dönüş kararının - ara karadan dönüş - bugüne kadar bir örneğini ne duydum, ne de tanıklık ettim. Duruşmada da söyledik bunu, "Başka bir örneği var" diyemediler.
- Sizce, süreç ne kadar süre daha dile getirdiğiniz gibi "keyfi" sürebilir?
Bunu hep birlikte göreceğiz. Ama keyfiliğin boyutlarını anlamanız için size bir örnek vereyim:
29 Kasım’da "reddi hakim" talebinde bulunduk, olayları anlattık ve “Siz objektif karar verecek durumda değilsiniz, subjektif davranıyorsunuz, yasanın açık hükümlerini ve Yargıtay kararlarını çiğniyorsunuz” diye gerekçelerimizi sıraladık.
Dilekçenin altına prosedüre uyarak beş arkadaş imza attık. Dilekçeyi ben götürdüm; geçici başkana dilekçeyi verdim, ilk önce bir okudu baktı ki "reddi hakim..." Arka sayfaya bakıp imzaları gördü, “Ötekiler nerede” dedi. “Ben getirdim, yetmiyor mu” dedim. “Hayır” dedi, "Öbürleri de imza attıklarına göre onların da olması lazım...”
Bunun bir örneği daha yok! “Usûlde yeni bir değişiklik mi oldu benim bilmediğim?” diye sordum. "30 avukatın imzası olsa bir dilekçede, dilekçeyi ibraz etmek için 30'umuzun da odaya doluşmamız mı gerekiyor" dedim. Çünkü ben dilekçemi adliyeye yanımda çalışan asistanımla da yollayabilirim. Onun üzerine, “Ya birinin başına bir şey gelirse” dedi, ben de “Dilekçeyi almadığınıza dair bir imza verin” demeye hazırlanıyordum ki bana “Dilekçeyi kendinizin getirdiğine dair imza atın” dedi. Ben de "Tarafımdan teslim edilmiştir" diyerek imzaladım. Öyle kabul etti... Usûlde böyle bir şey yok, tamamen keyfi bir uygulama. Ne düşündüklerini anlamak güç. Ben anlayamıyorum, anlayabilen bir hukukçu var mı onu da bilmiyorum.
- Sizin beklentiniz nedir?
13 Aralık Perşembe günü duruşmaya çıkacağız. Bakalım... Ben iyimser düşünüyorum hep, iyimser düşünürsek o gün duruşma heyetinde olanların davadan çekilmeleri gerekiyor ya da "Biz yanlış yaptık" deyip yasayı açıkça ihlal eden ara kararından dönmeliler. Ama hukuk filan dinlemeyeceğiz derlerse o vakit eski kararlarında devam etmeye çalışacaklar.
- Sizce Pınar hakkında verilen kararlar Türkiye için ne demek?
Bu demektir ki hiçbirimizin hukuk güvenliği yok! Elbette bu ülkede bunu bir tek Pınar yaşamıyor. Yüzlerce, binlerce insan var Pınar ile benzer sorunları yaşayan.
Her an herkesin başına gelebilir. O yüzden bu ‘herkesin başına gelebilir’ durumunu değiştirmek için bu davaya sahip çıkılması gerekiyor. Bir haksızlığa uğradığında mahkemelere güvenmezsen kime güveneceksin?
Son tahlilde eğer bunlar ara kararından dönerlerse yeni bir karar vermelerine lûzum yok, beraat kararı ortaya gelir. Zaten o kadar usûlsüz bir karar verdiler ki bir bakıma beraat kararını da ortadan kaldırmıyor. Savcının durumu şimdi çok değişik. Temyiz etmiş bu kararı, ancak sanki kararı temyiz etmemiş gibi, yeniden esas hakkında mütalaa verebiliyor. Ne olacak temyize gidecek mi dosya? Peki temyizden vazgeçerse ne olacak? O vakit ilk karar kesinleşmiş olacak. Yani hukuken çok çelişkili durumlar var çıkacak sonuca göre; uyma kararını hayata geçirirlerse her şeye rağmen bizim temyiz hakkımız var.
- Sonra?
Eğer haksız bir sonuç çıkarsa, daha önceden AİHM’e başvumuştuk. Mahkeme kararının kesinleşmesi bekleniyor. Bizden her gelişmeye dair bilgilendirme yapmamızı istediler. Böyle büyük haksız davalarda yeniden yargılanma hakkı tanınıyor; o hakkımızı da istedik.
Bütün bu yıllar içerisinde yazarlar, sinema ve tiyatro oyuncuları, gazeteciler, hukukçular, aktivistler, akademisyenler ve elbette kadınlar “Pınar Selek’in şiddet karşıtı duruşuna tanığız” diyerek bizimle dayanışma içinde oldular. Yürüttüğümüz hukuk mücadelesine ve Pınar’ın bıkıp usanmadan akademik çalışmalarına, onu destekleyenler de bizimle mücadele ederek cesaret ve güç verdiler.
Pınar Selek’in gerçekte kim olduğunu bilen herkes Pınar Selek için adalet talep ediyor. Aynı şekilde Pınar’ı yakından tanımayan ama bu davayı ucundan kıyısından ve yüreği adalet için çarpan, 28 Şubat sürecinin de ne olduğunu, nasıl yaşandığını bilenbinlerce insan bize ve davaya destek oluyorlar.
Aynı şekilde çok ciddi bir uluslararası destek görüyoruz:
Strasbourg Üniversitesi rektörlüğü, bizzat rektörün kendisi Pınar için bir açıklama yaptı, ki bu üniversitenin tarihinde ikinci kez yaşanıyor; daha önce de Server Tanilli için yapmışlardı. Bir bilim insanı olarak ve "insan hakları" adına Pınar Selek'i desteklediklerini açıkladılar.
Uluslararası Af Örgütü Federasyonu ile İşkenceye Karşı Dünya Örgütü ortak bir açıklama yayımlayarak, Pınar ile dayanışma içinde olduklarını duyurdular.
Fransız Dışişleri Bakanlığı, Pınar’ın durumunu yakından takip ediyor. Avrupa Parlamentosu üyesi bazı parlamenterler de, Pınar için Başbakan Tayyip Erdoğan'a doğrudan başvuru yapmaktaymış.
Öte yandan, Paris merkezli Uluslararası İnsan Hakları Dernekleri Federasyonu (FIDH) ile Cenevre merkezli İşkenceye Karşı Dünya Örgütü (OMCT) de Pınar hakkında ortak bir dayanışma mesajı yayımladılar.
En son dün İsveçli bir grup parlamenter, Cumhurbaşkanına ortak bir mektup yazarak Pınar aleyhinde yeniden dava açılmasını protesto etti ve davanın düşürülmesini talep etmişler diye duyduk.
Böyle onlarca yüzlerce destek var. Bunların hiç birini biz örgütlemedik…
Karar duruşması 13 Aralık Perşembe günü saat 14:00'de Çağlayan Adliyesi 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Hepinizi bekliyoruz!