D_Masthead_970x250

Yirmi bir yaşın 'tetik parmağı' bize neyi işaret ediyor?

Gaziantep’te, adliye önündeki katliamı gazeteler “Mafya yanlış vurdu; Adliyede yanlış aile katliamı” manşetleriyle verdi

Gaziantep’te, adliye önündeki katliamı gazeteler “Mafya yanlış vurdu; Adliyede yanlış aile katliamı” manşetleriyle verdi.

‘Doğru kişiler’ öldürülmüş olsaydı manşetlere “Kanlı mafya hesaplaşması” olarak geçecekti.

Tetikçi, olaydan sonra “Kimse kendini mafya sanmasın!” diye bağırmış. Yirmi bir yaşındaki çocuğumuz “meydanı mafya bozuntularına bırakmamak için” katliam yapıyor.

Haber değeri bir, bilemedin iki gün.

Memlekette bir barış, bir bahar, bir bayram havası…

Meğer ne sağduyulu, hassas, demokrasi ve insan hakları bilincine sahip bir merkez medyamız varmış… Daha düne kadar anlayamamış, kıymetini bilememişiz. Yazık.

Muammer Güler ve Fatma Şahin katliamda öldürülenlerin ailelerini ziyaret etmişler.

Sevgili Bakanımız Fatma Şahin taziyede, sosyal medyada döktürdüğü “Ülkemizde, barış, huzur ve güven içinde yaşayan aile kurumumuz; o kurumda, devletimizin eşsiz politikaları sayesinde ruh ve beden sağlığı mükemmel, mutluluk içinde büyüyen çocuklarımız var… Hep birlikte aydınlık bir geleceğe doğru ele ele yürüyoruz…” türünden incilerinden ortalığa saçabilmiş midir bilemiyorum ama İçişleri Bakanımızın ilk yorumunu tahmin edebiliyorum:

“Olay münferit…”

Çete hesaplaşması, silahlı saldırı, yaylım ateşi, çatışma, mafya, organize suç örgütü, çelik yelek, kalaşnikof, uzun namlulu silah, ölüm, kan, cinayet...

Hepsi münferit. Katiyetle, alışık olmadığımız şeyler.

CHP Cezaevi İnceleme ve İzleme Komisyonu üyelerinden Veli Ağbaba, Silivri Cezaevi’nde ‘değerli bir mafya babası’ olduğu söylenen bir mahkûmun, neredeyse adına düzenlenmiş bir özel görüşme odası olduğunu iddia ediyor.

Mafya babasına cezaevinde makam odası… İnanmadık tabii.

Bir kaç yıl önce yine ‘değerli bir mafya babası’ cezaevinde yatarken -muhtemel ki aynı kişi- çocuk sahibi olmuştu.

Hepimiz mafyayı şu ya da bu şekilde yücelten filmler izlemiş, kitaplar okumuşuzdur. Türkiye’de en çok izlenen diziler benzer şekilde mafya güzellemesi yapan diziler olmuştur.

Bu film ve dizilerin çoğu, mafyayı ‘temiz ve çatal yürekli’ kabadayı öyküleriyle başarılı bir şekilde sentezleyerek zihnimize kaydetmeyi başarmıştır. Bu öykülere göre mafyözler, delikanlı, sert, dürüstlüğü ve onuru her şeyin üstünde tutan, ilkeli ve bu ilkeleri uğruna gözünü budaktan sakınmayan adamlardır. Savaştıkları yüce değerler uğruna her şeyi yakıp yıkar, ortalığı kan gölüne çevirir, insanları gözünü kırpmadan katledebilirler.

Ve bu yüzden onlara itibar, itimat ve biat edilir. 

Yasadışı yollardan inanılmaz servetler edinebilirler. Çuval çuval para kazanabilirler. Olsun. Hepsi vatan, millet, din, namus, haysiyet ve şeref uğruna...

Onlar ki bu toprağın delikanlıları, ağır abileri, fedaileri, memleket sevdalıları, namus bekçileri... Bir içki masasının etrafında salya sümük duygu adamı, camide bir mihrabın önünde gözyaşları içinde tefekkür, her durumda, her hal içinde olabilirler; hemen ardından salyalarını onbir yaşındaki bir kız çocuğunun bedenine akıtıp, masum bir bakışı nedeniyle kendi kız kardeşlerini ‘namus’ uğruna öldürebilirler.

Onur, haysiyet, dürüstlük, vatanseverlik, adalet gibi sahip olduğunuzu iddia ettiğiniz kavramlar ile gerçek yaşam pratikleriniz arasında derin uçurumlar varsa, mafyöz olmak için gerekli alt yapınız da var demektir…

Her an, her gün, her yerde, insanın değerinin yalnızca tükettiği şeylerle ölçüldüğü bir hayatın propagandası yapılıyor.

Oturamadığımız semtler, sahip olamadığımız villalar, bulunamadığımız eğlence mekânları, binemediğimiz arabalar, giyemediğimiz kıyafetler... Her şeyiyle bize kendisini eksik hissettiren bir hayat...  İnsanı, tükettiği ölçüde kıymetlendiren bir yaşamın çağrısı.

Ve o çağrıya bir türlü yetişememekten yorgun bedenlerimiz, o büyülü, göz kamaştırıcı dünyanın kapısında öylece ‘biletsiz’ kalıvermekten bitap ruhlarımız.

İhtiyacımız olan bileti, insanlığımız, ruhlarımız, geleceğimiz, yaşama sevincimiz karşılığında vadeden babalar ve muktedirler…

Silivri’deki ‘değerli mafya babası“ için, “ismini çok iyi bildiğiniz biri” diye işaret ediyor CHP’li vekil.

Çok iyi bildiğimden değil ama aklıma gelen bir kaç isim var.

Misal Sedat Peker… İddialara göre organize suç örgütü lideri, çete reisi, mafya babası.

Dosyasında; çıkar amaçlı suç örgütü kurmak ve yöneticiliğini yapmak, adam kaçırma, gasp, evrakta sahtecilik, tehdit, yaralama, tecavüz, cinayet, azmettirme... Her şey var.

Tansu Çiller’i kastederek “Bu devlet bana bunların başbakanlığı döneminde, Halis Toprak’ı öldürmem için teklif getirdi” diyen zat.

Hatırlayalım.

Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun 28 Şubat ile ilgili olarak İstanbul’daki yalısında dinlediği Tansu Çiller, 1993 yılında Kürt işadamlarının listesini açıklaması konusunda, “Bu süreç benimle alakalı değildi. Öncesi vardı, sonra da devam etti. O listeyi okumamın sebebi, bunlara ‘Arkanızda devlet olarak ben varım. Kimse size baskı yapamaz. Tehditle haraç toplayamaz’ mesajı vermekti. Hedef göstermek için değil, devletin arkalarında olduğunu hissettirmek için o listeyi açıkladım” demişti.

“Haraç alınan dediğiniz insanlar tek tek öldürüldü. Siz hesap sormak için ne yaptınız?” sorusuna ise, “Ben anayım. Beni nasıl bununla itham edip, bağlantılı olarak düşünebilirsiniz?” diye yanıtlayıp, gözyaşı dökmüştü.

Geçen hafta Avukat Yusuf Ekinci’nin ailesinin başvurusu üzerine yeniden açılan soruşturmada, Savcı Mustafa Bilgili, Kürt işadamlarının ölüm listesinin araştırılmasını; tüm cinayetlerin ortak noktalarının tespit edilmesini, dönemin tüm detaylarının araştırılmasını istemiş.

Dosyada ilk göze çarpan isimler her zaman rastladıklarımız; Tansu-Özer Çiller, Mehmet Ağar, Abdullah Çatlı, Mesut Yılmaz, Korkut Eken, Mehmet Eymür, Ayhan Çarkın, Ömer Lütfi Topal, Hanefi Avcı, Sedat Bucak, Sedat Peker, Mehmet Emin Aslan, Yavuz Ataç, Mahmut Yıldırım nam-ı diğer Yeşil, Kürşat Yılmaz, Yavuz Yaşar Yamak, Ahmet Hamoğlu, Halis Toprak ve diğerleri.

Her biri kendi alanında mafya ağına ve ilişkisine dâhil olmuş memleketin değerli, ün ve itibar sahibi kişileri; bazıları biçimsel olarak bu ağın ve ailenin üyeleri, bir kısmının yalnızca ‘iş ilişkileri’ var.

Yine hatırlayalım.

Çiller’in danışmanı Memduh Bayraktaroğlu “İllegal olarak kurulan KGB (Kamu Güvenliği Birimi) hızla işliyordu. İnfaz listelerini askerler ile MİT ortak yaptı. Amaç PKK’nın finans kaynağını yok etmekti. Bunu da infazlarla başardılar. Öldürdüklerinin dışında ayrıca iş adamlarından ‘listede adın var’ diyerek para alıyorlardı. Halis Toprak bunun bir örneğidir. Türkiye’deki uyuşturucu trafiği bu infazlarla el değiştirdi. 50 milyar dolarlık uyuşturucu trafiğinin 25 milyar doları bu grubun kontrolüne geçti. Toplantılara Tansu Çiller’in yerine Özer Çiller katılıyordu… Çiller’in Başbakanlığı döneminde ve sonrasında üç kamu bankasından ‘görev zararı’ adı altında 42 milyar dolar buharlaştı. Bu paralar o dönemlerde bakan akrabalarına, il başkanlarına, onların akrabalarına gitti. Merkez Bankası mafyası da vardı...” demişti.

Kamu Güvenliği Birimi… Kulağa ne hoş geliyor değil mi?

Politikacı, devlet memuru, iş adamı, mafyöz, rüşvet, uyuşturucu, kumar, tehdit ve şiddet bulamacı.

Dünyanın pek çok ülkesinde devletler, tarihlerinin büyük bir bölümünde ‘yarı yasal bir suç örgütü’ olarak organize edilmiş. Mafya ile devlet iç içe geçmiş. İnsan hakları, yasa, demokrasi gibi kavramlar vitrinlerinde ışıldayadursun, içeride yasadışı şiddet -şiddetin yasal olanı da var malum- devlet eliyle hüküm sürmüş.

“Devleti anlamadan mafyayı anlamak imkânsızdır... Devlet, özel mülk sahiplerinin yayılma ve korunma ihtiyacından doğmuştur ve bu güçler kendileriyle rekabet halinde olan ya da kendilerinin yarattığı ama sonra denetim dışına çıkan silahlı güçleri de biraraya getirerek bir şiddet tekeli kurmuşlardır.

Bu nedenle, demokrasi ve onun kurallarından uzaklaşan her devlet, mafyanın kendi şiddet tekeliyle rekabet etmesine boyun eğer, iş birliği yapar, korur.

Bunu anlamak için, devleti soyut bir varlık olarak düşünmekten vazgeçmek; bir an için onu, temsil ettiği güçlerle görebilmek yeter. İşte o zaman mafyanın kimlerle flört ettiğini ve hangi ihtiyacı karşıladığını görebiliriz. Mafya devletin bilinçaltıdır...”  diyor Antonio Marchel.

Türkiye’de mafyanın yukarıdan aşağıya her kuruma sızdığı, devletin mafyalaştığı 90’lı yıllardaki ‘faili meçhul’ cinayet ve şiddet eylemlerini sadece ‘politik zaafiyet’ ile açıklamak elbette imkânsız.

Ortada mantıklı ve soğukkanlı analizler yapmamızı zorlaştıracak kadar vahim gerçeklikler var.

Üstelik ‘Ana’ haklı. Tüm bu olanların öncesi, sonrası var…

Misal, Ayhan Çarkın yıllardır itiraf ve deşifre ediyor. Güzide memleketimiz verilen bilgilerin araştırılmasının sonuçlarına katlanamayacağı için olsa gerek, üstümüzden akıp gidiyor hepsi.

Korku bizi birbirimize,  hep birlikte yıkıma ve cezaya uğrayacağımıza ilişkin dehşet duygusuyla bağlıyor.

Yirmi bir yaşında uzun namlulu silahla beş kişiyi tarayıp, ‘doğru’ kişileri öldürdüğünü düşünerek “pişman değilim, onları öldürdüm yetti” diyerek ‘hayata’ meydan okuyan çocuğumuzun tetiğe basan parmağı bize nasıl bir toplumsal ruh halini, nasıl bir geleceği işaret ediyor?

İtalya’nın Sicilya Bölgesi’nde, mafyanın en azılı dönemi olan 70’li yılların itirafçılarından Leonarde Vitale daha on yedi yaşındayken mafyaya girmiş; haraç ödemeyenleri cezalandırmakla göreve başlamış bir tetikçi. Tehdit mektupları yazarak ya da telefon ile arayarak işe koyulmuş. Sonrasında en az dört kişiyi öldürdüğü biliniyor.

Bir vicdan krizi sonucu 1973 yılında polise giderek suçlarını itiraf etmiş. Kendisiyle birlikte diğer mafya üyelerinin suçlarını da deşifre etmiş haliyle. Uyuşturucu ticareti, tehdit, rüşvet, büyük şirket yöneticileri ve üst düzey politikacılarla yasadışı ilişkiler...

Ancak mahkeme Vitale’nin ‘akıl hastası’ olduğuna karar vermiş. Mafya hakkında gönüllü olarak tanıklık yapmaya karar veren birinin ancak akli dengesini kaybetmiş olabileceğini düşünüyorlarmış. Normalde bir mafya üyesi konuşmaz, eğer konuşuyorsa delirmiş olmalı ve bir delinin ifadesine güvenemeyiz, diye düşünmüşler.

Böylece mafya hakkında vermiş olduğu ifadelerin hiç biri dikkate alınmamış.

İşin tuhafı, itiraf ettiği suçlar nedeniyle kendisinin cezalandırılmış olması. 10 yıl cezaevinde yattıktan sonra 1984 yılında bırakılmış. Çıktığı gün basına “Şimdi beni öldürecekler!” demiş ve bir süre sonra da öldürülmüş.

Vitale’nin ifadesi etkileyici:

“Hayat bana tuzak kurdu... Daha çok küçükken yaptı bunu. İyiliği konusunda beni aldattı. Daha sonra mafyanın sahte yasaları, sahte idealleriyle birlikte geldi; hırsızlara karşı zayıfları kollamak... Ama hep zayıfları ezdik, onları öldürdük...

Benim gözlerimi suç ve kötülük dolu bir dünyaya açtılar... Eğer ilerlemek istiyorsam, mafyaya dâhil olmalıydım. Bana bunu öğrettiler ben de itaat ettim... Benim tek suçum doğmuş olmak ve mafya geleneklerine sahip bir çevrede büyümek. Herkesin mafya olduğu, bu nedenle aşağılanmayıp, saygı duyduğu bir toplumda yaşamak.

Hiç aşağılanmadık... Saygı gösterdiler, korudular, rüşvet verdiler, daha kötüsü bizleri bütün kötü amaçları için kullandılar.

İyiliği unutmuşlardı. Eğer öldürmez ve çalmazsan itibarını kaybedersin...

Mafya kötülüktür, insanın bütün çıkış yollarını kapatan bir kötülük... Ve bir kez o kapıdan içeri girdiniz mi bir daha seçme şansınız yoktur.

Mafya suçtur ve mafya oldukları için, zengin ve güçlü oldukları için onlara saygı gösterilmemeli... Çocukluğumu özlüyorum...

Bütün bunları dile getirdiğim için delirmiş olduğumu söylüyorlar. Mafya ruh sağlığımı bozdu ama deli değilim...

Akıl ve ruh sağlığının olmaması psikolojik bir kötülük ama mafya sosyal bir kötülük; rüşvete boğulmuş devlet kurumları bu kötülüğün bir parçası, sakatlanmış bir çocukluk bu kötülüğün bir parçası, Tanrıyı öne sürerek insanları korkutmak bu kötülüğün bir parçası, uyuşturucu, sahte devlet politikaları, sağlıksız aile kurumu, her şey, hepsi bu kötülüğün bir parçası...

Ben bütün bu kötülüklerin kurbanıyım. Ben Leonardo Vitale... Tekrar Tanrı’ya sığınıyorum. Ama o beni yine terk edecek...”

Eğer içimiz dışımız şiddet olduysa, eğer bugün okul çağına gelen çocuklar ninni yerine ‘kurtlar vadisi’nin fon müziği eşliğinde büyüdülerse, eğer beş yaşındaki çocuklar oyun oynarken arkadaşlarına “senin kafana sıkarım” diye bağırıyorlarsa; bunun müsebbibi kamu güvenliğimizden, sosyal politikalarımızdan ve ruh halimizden sorumlu olanlardır.

Çiller’in danışmanı Memduh Bayraktaroğlu “Siyaset bu ülkeyi soydu. Bu paraların -ve faili meçhullerin diye ekleyelim- hesabını AKP de soramıyor…” diyor.

Soramaz, çünkü siyaset bu ülkeyi soymaya devam ediyor.

Soramaz çünkü mafyözler hâlâ devlet nezdinde ‘itibar’ görüyor.

Soramaz çünkü bu ülkede demokrasi ve adalet ‘kişiye özel’ işliyor.

Ortadoğu halklarının barış ve kardeşlik simgesi olan Nevruz/Newroz Bayramı ateşi bugün, ülkemizde, bu karanlık tablonun bir parça aydınlanması umuduyla yakılacak.

Hep birlikte umalım ki yüreği, barış ve kardeşlik için atan halkların yaktığı şenlik ateşi hiç sönmesin.

Bahar bayramınız kutlu olsun…