ATİNATürk - Yunan ilişkilerini yakından takip edenler bilir; yıllar yılı süren anlaşmazlıklar çözülmedikçe, anlaşmazlıklar zincirine hep yeni halkalar eklenir, ve nihayet yeni bir kördüğüm daha yaratılır. Sonra düğümü çözmek, girilen çıkmazdan çıkmak için "başka unsurlar" devreye girer.
Bu hep böyle olmuştur. Tek bir istisna vardır. O da 1919-1922 Türk-Yunan savaşının yaraları henüz sarılmadan Mustafa Kemal Atatürk ile Eleftherios Venizelos'un iki ülke arasında "dostluk paktı" kurmaları ve Venizelos'un Mustafa Kemal'i Nobel Barış ödülüne aday göstermesiydi. Ancak bunu izleyen yıllarda illa da "yabancı unsurların" devreye girmesi gerekecekti.
1987'de yine Ege'de bu kez "petrol arama" krizinde yaşanmıştı. iki ülke neredeyse yine savaşın eşiğine gelmişti. Ancak dönemin Başbakanı Turgut Özal ile dönemin Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreu ABD'nin ve İngiltere'nin teşvikiyle durumun ciddiyetini anlayınca Davos'ta bir araya gelerek meşhur "Davos ruhunu" yaratmışlardı.
1996 Kardak kayalıkları kirizinde, iki ülke yine savaşın eşiğine gelmişken, bu kez o dönemin ABD Başkanı Bill Clinton'ın devreye girmesiyle etraf yatıştırılmıştı.
1999'da yaşanan "Abdullah Öcalan'ın yakalanması" krizinde iki ülke yine karşı karşıya gelmiş; işler tam sarpa sararken bu kez araya giren ve etrafı yatıştıran, hiç beklenmedik korkunç depremler olmuştu. Ağustos ayında Türkiye'de yaşanan depreme ilk yardım elini uzatan Yunan halkı; hemen ardından eylül ayında Yunanistan'da meydana gelen depreme ilk koşan Türk halkı olmuştu.
Böylece belki de tarihinde ilk defa, halkların iradesi, siyasetçilerin önüne geçmiş; dönemin Dışişleri Bakanları İsmail Cem ile George Papandreu Türk-Yunan ilişkilerine "medeni bir hava" estirerek, görüş ayrılıklarına rağmen iki ülkenin dostça yaşayabileceklerini göstermişlerdi.
2020 yılında Doğu Akdeniz'de suların ısınmasıyla "acaba savaş mı çıkıyor" endişelerini bastıran ise dönemin Almanya Başbakanı Angela Merkel oldu. Merkel'in araya girmesiyle kaynamaya yüz tutan sular durulmuş; ilişkilerde "status quo antes", yani ilişkilerin kriz öncesi durumu sağlanmıştı.
Şimdi yeni bir kriz daha var. Hem de tehlikeli olabilecek bir kriz.
Tehlikeli olmasının bir nedeni, ne ABD'de Clinton gibi, ne Almanya ve AB'de Merkel gibi kararlı liderlerin bulunması. Ne de Özal, İsmail Cem ve Baba ve oğul Papadreu'lar gibi "karşı tarafı ikna/teskin edebilen" siyasetçiler var. İşimiz depremlere kaldıysa zaten yandık demektir.
Yunanistan'ın bir önceki Başbakanı ve bugünkü ana muhalefet radikal sol Syriza partisi lideri Aleksis Çipras uzun bir süredir ne Türk ne de Yunan siyasetçilerin yapmadığı ya da yapamadığı şeyi yaptı. Aslında yapılması gerekeni, yani mantıklı bir şey yaptı: "Taraflara itidal çağrısı"nda bulundu.
Datça karşısındaki Türk yatçıların uğrak yeri küçük Simi adasından her iki ülkenin liderlerine seslenen Çipras, "Ege'nin iki yakasının istikrara ve barışa ihtiyaç duyduğu bir anda anlaşmazlıklarımızı büyütmeye, gerginliği tırmandırmaya gerek yok. Çünkü şu anda mali krizler her iki ülke halklarını olumsuz etkiliyor. İki halkın ayıracak hiçbir şeyi yoktur... Ege'deki kıta sahanlıklarının ve Münhasır Ekonomik Bölgelerin belirlenmesi uluslararası hukuk çerçevesinde müzakerelerle sağlanabilir. Eğer sağlanamazsa, taraflar uluslararası Lahey adalet divanına başvurmalıdır... Sorunlar milliyetçilik yapmakla çözülemez. Milliyetçi söylemler ülkelerin yalnız barış ve istikrarını değil; aynı zamanda toplumsal uyumunu ve demokrasiyi de tehlikeye atar. Buradan göndermek istediğim mesaj, iki halkın barışa ve işbirliğine daha çok ihtiyacı olduğu mesajıdır. Türkiye'de herhangi bir siyasetçinin benzeri bir mesajına rastlanmaması da oldukça düşündürücü.
Tam tersine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın adalar konusunda "Şaka yapmıyorum" ya da "Artık benim için Mitsotakis diye birisi yok" ifadeleri, Yunanistan'da şok etkisi yarattı. Bugüne kadar yaşanan en gergin dönemlerde bile hiçbir Türk ya da Yunan lider böyle keskin bir ifade kullanmamıştı.
Yunanistan Başbakanı Kiryakos Mitsotakis ise "Her ne olursa olsun -kuşkusuz adaları da ima ederek- egemenlik haklarımızı korumakta kararlıyız" diyor ancak "Diyalog kapılarını da açık tutuyoruz" ifadesini ekliyor. Yunan siyasetçiler de hep bir ağızdan "Adalarımıza gitmek için Türkiye'den izin alacak değiliz herhalde" diyor.
Akla gelen soru ise şu: Türkiye ile Yunanistan arasında yeni bir kriz yaşanıyor yaşanmasına ama girilen bu çıkmazdan çıkılır mı? Çıkılırsa nasıl çıkılacak?
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Adaları silahlardan arındırın" talebini doğrudan kabul edecek herhangi bir Yunan hükümeti bir an olsun iktidarda kalamayacağına göre, Arap saçına dönen bu durumdan nasıl çıkılacak? Arzu edilmeyen bir kazanın yaşanması olasılığında kim kimi arayacak?
Yunan yetkililere sorduğumuzda, "Türkiye'nin 100 yıl önceki defterleri açması acaba yeni Türkiye'nin yeni siyaseti mi?" sorusuna yanıt aradıklarını söylüyorlar.
Türkiye'nin "adaların statüsünü" resmen gündeme getirmesiyle TV kanallarına konuk olan bazı uzman, araştırmacı, gazeteci, emekli asker ve profesörlerin bu ortamdan cesaret alarak kendi aralarında ve hiç bir karşı görüş almadan "adalara operasyon düzenlenmeli" görüşleriyle ve "bir gece ansızın gelebiliriz" gibi atılan tweetlerle "hiç olmadığı kadar bir algı yaratılmaya çalışıldığına" inanan aynı çevreler "çatışma çıkarsa ancak ve ancak herhangi bir adaya yapılacak olası bir operasyonla çıkar" diyorlar.
Bu soruların yanıtı belki Türkiye'de ,Yunanistan'da ve Kıbrıs (rum kesiminde) önümüzdeki yıl yapılacak seçimlere gidecek olmalarında yatıyor. İyimser olanlar seçimlerden önce ya da sonrasında tansiyonun düşeceğine inanıyor. Daha karamsar olanlar "seçimlere kadar bu tansiyon düşmez, hatta daha artar" diyor.
İki ülkede de yapılacak olan kritik seçimlerden önce sağlanacak bir "moratoryumla" ya da seçimlerden sonra alınacak sonuçlar, kim bilir belki bugünkü karamsar tabloyu değiştirir ve tüm sorunlara topyekûn bir çözüm bulunur, temennisiyle...
Not: Cumhurbaşkanı Erdoğan, tatbikattan sonra Yunanistan'a verdiği sert mesajlarının bir bölümünü tweetter hesabı üzerinden Yunanca yayımlandı. Genellikle yabancı dilde yayımlanan bu tip mesajlar karşı tarafa bir jest yapmak içindir. Ancak RT Erdoğan'ın "aklınızı başınıza alın, yoksa pişman olursunuz" gibi Yunanca mesajları burada "tehdit mesajları"olarak algınladı.