ATİNA
Uzun zamandır beklediğim bir hamle bu kez Yunan basınından geldi. Malum Türk - Yunan ilişkileri kötüden betere doğru yol alırken, Yunan TA NEA gazetesinde basının tavrı ile ilgili ilginç bir araştırma yayımlandı. "Türk - Yunan gerginliğinde basının rölü ne olmalı" türünde yayımlanan yazıda daha çok Türkiye'de görevli Yunan muhabirlerin görüşlerine ve karşılaştıkları sorunlara ağırlık verildi.
Kaleme alınan sorunlar, Türkiye'deki çalışma şartlarıyla ilgili değildi.
Karşılaştıkları sorunlar, çalıştıkları yayın organlarının talepleriyle ilgiliydi. Yani, muhabirler özetle, yayın organlarının "yangına körükle gitmek" türündeki haberlere gösterdikleri eğilimlere karşı ne denli çaresiz kalındığını anlatıyorlardı.
Muhabirlerden biri talep edilen haberlerle, Türkiye'de olup bitenleri anlatmak arasında "gergin bir ip üzerinde cambazlık yapmak zorunda kaldığından" söz ediyordu.
Bir diğeri Yunan medyasının genelinde "Türk tahriklerini ön plana çıkartan haberlere rağbet gösterildiğine" dikkati çekmiş.
Bir diğeri "hem türk hem de yunan basınının gerginlik ortamından nemalandığını" yazmış.
Sonuç olarak bir gazeteci - muhabirin asıl görevi olan ve yaşadıkları ülkedeki "gördüklerini, öğrendiklerini, karşı görüşleri" yazmak, yorumlamak yerine, çalıştıkları yayın organlarındaki yayın yönetmelerinin "onları boşver, bizi tahrik eden açıklamaları ön plana çıkar" gibi aldıkları talimatlara karşı çıksalar bile nitekim "patron"un söylediklerine boyun eğmek zorunda kalıyorlar.
Aynı şey, Türk basını için de geçerli değil mi? Yani Atina'dan Türk yayın organlarında çalışan gazeteci -muhabirler de aynı zor durumda kalmıyor mu?
Türk ve Yunan TV kanalları da aynı feci durumda. Türk kanallarında "Yunanistan savaş istiyor", Yunan TV kanallarında "Türkiye savaş istiyor" alt yazıların üstündeki programlarda "Kim kimi savaşa teşvik ediyor" muhabbetleri dönüyor.
Öyle ki Türk kanallarından birinde "Atina'daki AEK futbol takımının yeni açılan stadyumuna "Ayasofya" adı verilmesinin "Atina'nın yeni provokasyonu" olduğu iddia ediliyor. Üstelik stadyumun açılışı için düzenlenen etkinliklerde Karadeniz Rum folklor ekibinin horon tepmesinin de "Trabzonlulara hakaret" olduğu iddia ediliyor. AEK'nin 1924'te kültürleriyle birlikte Yunanistan'a göç eden İstanbul Rumları tarafından kurulmuş olduğundan, AEK başkanının keza karadeniz kültürlüyle göç eden Karadenizli Rumlarından mübadil birinin torunu olduğundan hiç söz edilmiyor.
Hani, Atina'daki stadyuma es kaza "Sultanahmet" adı verilseydi mesela bu doğrudan bir provokasyon olabilirdi ama "Aziz/Azize/Santa" anlamına gelen ve "Aya" diye başlayan bir çok Yunan stadyumundan birine "Ayasofya" adının verilmesi niçin provokasyon oluyor ki?
"Ayasofya"nın adı tekelleşecekse, o zaman avrupada "Ayasofya", "santa sophia" adını taşıyan caddelerin, hastanelerin, kiliselerin de provokatif olarak görülmesi lazım.
Aynı programda diğer bir "uzman" ise "adalara operasyon yapılmasının da düşünülmesi gerektiğini" söylüyor. Hemen ardında da "Türkiye Yunanistan'ı tehdit etmiyor ki" diye de ekliyor.
Yunan TV kanallarında da gece gündüz, Türkiye'de yapılan açıklamalar, yorumlar kelimesi kelimesine yayınlanıyor. Sade Türk vatandaşlarının bile tanımadığı, izlemediği yorumcuların görüşleri "Ankara'nın görüşleri" olarak lanse ediliyor ve "işte Türk tahriklerinden bir örnek daha" şeklinde sunuluyor. Ülkücü gençlerin Girit adasını da içine alan "Türk toprakları" haritası "Türkiyenin resmi haritası" olarak gösteriliyor.
Türk ve Yunan basınında öne çıkarılan tüm bu "provokasyon, tahrik, tehdit" söylemleri doğal olarak halkları tedirgin ediyor. Kimisi bunun "seçim öncesinde milliyetçileri oyları hedeflediğine, kimisi de işin bayağı ciddi olduğuna inanıyor.
TA NEA gazetesinde yayımlanan röportajda Kıbrıs Rum Radyo ve TV'si RİK'in iç yazışmasına da ulaşılmış. Bu iç yazışmada Türkiye konusunda program yapan, haber yazan, yorum ve analiz yapan gazeteci ve muhabirlerine "bundan böyle sadece ve sadece Türkiye Cumhurbaşkanının, Dışişleri Bakanı ve Savunma Bakanının açıklamalarını yalın haliyle yayınlanması, uzmanlıkları şüphe kaldıran kişilerin yaptıkları yorum ve analizlere yer verilmemesi" talimatı veriliyor.
Buna gerekçe olarak da "önde gelen söz konusu siyasetçilerin dışında kalan ve menşetleri ne olduğu, uzmanlık alanları ve güvenilirlilikleri belli olmayan kişilerin savaş çığırtkanlıkları Kıbrıs Rum toplumunu yok yere tedirgin ettiği" gösterilmiş.
Yani iş o kadar çığrından çıkmış ki, "yangına körükle gitmenin" bir anlamı olmadığına kanaat getirilmiş ve bunu aşağıdaki karikatürle tasvir eden TA NEA gibi büyük bir Yunan gazetesi de benimsemiş olsa gerekir ki bunu olduğu gibi yayımlamış. "Kraldan çok kralcı"lığa soyunan gazeteci - muhabirlere de bir mesaj gönderilmiş. Hani derler ya "Kızım sana söylüyorum gelinim sen dinle" diye.
Aynı şey Türk ve Yunan toplumunda da olmuyor mu? Çeşitli savaş senaryoları ile dolup taşan haber kanallarını izleyenler, aynı çizgideki gazeteleri okuyanlar "acaba savaşa mı gidiliyor?" sorununu akıllarına getirmiyorlar mı?
Benzeri bir iç yazışma Türk yayın organlarında da yapılabilir mi? Bilinmez.
Yabancı basın ise Türk - Yunan gerginliğine mesafeli kaldığı ve bu gerginliği pek de ciddiye almadığı yayınladığı karikatürlerden anlaşılıyor.
Halkların savaş ve gergilikler değil de barış, huzur, refah istemesinin en büyük doğal hakkı olduğunu –sözüm ona raitig uğruna- "es" geçen ve milliyetçiliği körüklemeyi vazife bilen tüm yayın organlarının bir an önce harekete geçmesinin zamanı geldi de geçti bile.