ATİNA
Türkiye bütünüyle 2023 seçimlerine odaklanmış. Yunanistan da öyle... Kıbrıs Rum kesimi de... Erken seçim yerine seçim kampanyaları erken başlamış. Üç ülkenin gözü de birbirinin üzerinde. Çünkü seçim ertesinde nasıl bir siyasi manzaranın ortaya çıkacağının hesabı yapılıyor.
Yunanistan, haziran seçimlerinden sonra karşısına nasıl bir Türkiye çıkacağının, Erdoğan hükümetinin kalıp kalmayacağının; Türkiye ise sürekli suçladığı Kiryakos Mitsotakis hükümetinin değişip değişmeyeceğinin; Kıbrıs Rumları da yarım asırlık Kıbrıs sorununun gidişatının ne olacağının hesabını yapıyor.
Basın ise her iki ülkede de felaket tellallığı yapmaya devam ediyor. Birbirinden gaz alırcasına yayınlanan haberlerde -ve özellikle TV kanallarında düzenlenen programlarda- "savaşın eşiğinde bulunduğumuzu" ikide bir hatırlatan ve kendi halklarını huzursuz kılacak senaryolara yer veriliyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias nerede bir konuşma yapsalar birbirlerinin ülkelerini "yayılmacılıkla" ve"provokasyonlar yapmakla" suçlarken, aynı anda Savunma Bakanı Hulusi Akar ile Yunanistan Savunma Bakanı Nikos Panagiotopoulos'un bazı konularda "mutabık kaldıkları" gibi mesajlar verdiklerini izliyoruz.
Türk ve Yunan Bakanlar her konuşmalarının ardından "diyalogdan ve uluslararası hukuk kuralları temelinde barışçıl çözümlerden yana" olduklarını da dile getirmeyi ihmal etmezken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın TAYFUN füzesinin fırlatılmasıyla "bazı yerlere işaret verildiği" sözü Atina'da "yeni bir tehdit daha" olarak algılandı.
Rusya-Ukrayna savaşını da bazen bir "tehdit örneği" bazen de "kaçınılması gereken örnek" olarak gösterenler çıkıyor.
Nabız yoklamaları ise ne Türkiye'de ne de Yunanistan'da şimdilik, ilk turda hükümet kurulacağını gösteriyor. Anlaşılan ikinci tura kalındığında Türkiye'deki ittifakların HDP oylarını; Yunanistan'daki partilerin ise üçüncü siyasi güç konumundaki sosyalist PASOK'un oylarını almak için masasının üzerinde ya da altında müzakere yapmak zorunda kalacaklarını gösteriyor.
Kıbrıs Rum kesiminde yapılan nabız yoklamaları ise bir önceki Dışişleri Bakanı Nikos Hristodoulides'in Başkanlık adaylığının önde bulunduğunu, bu durumda Kıbrıs sorununun çözümü yolunda "yerinde sayma" gibi önemli bir değişiklik olmayacağı anlaşılıyor.
Seçimlere giderken, tabii her bir ülke ilk önce kendi iç siyasetine daha fazla ağırlık veriyor. Seçimlere katılacak partiler, ekonomiye, hayat pahalılığına ve doğal gaz ve elektrikte artan fiyatlarla kış günlerini nasıl geçirecekleri gibi kendi vatandaşlarının karşılaştığı günlük sorunlarına çözüm bulacakları vaatlerinde bulunuyor. Ama Yunanistan'da "Türkiye" konusu, Türkiye'de de "Yunanistan" konusu her gün işlenmeye devam ediliyor.
Yunan siyasetçiler ve Yunan basını Türkiye'nin "adaların statüsünü, göçmenleri geri itme ve boğma gibi insanlık dışı davranışlar, terör örgütlerine kucak açmak, Batı Trakya'daki azınlığa baskı uygulamak" gibi suçlamaları son zamanlarda sıkça gündeme getirmekle "oy kaybına uğrayan AKP hükümetinin, milliyetçilik yapmakla oy toplama peşinde olduğu" gibi sonuçlar çıkartıyor.
Türk siyasetçiler ve basını da "Mitsotakis hükümetinin ABD ve AB'nin de desteğini alarak, adaları silahlandırarak ve eylem ve söylemleriyle Türkiye'ye saldırma hazırlığında bulunduğu" gibi bir algı yaratıyor.
Ancak her iki yönetim de bu karşılıklı suçlamalarla farkındalar mı bilinmez ama kendi kamuoylarını karşı tarafı "düşman" bellemesine neden oluyor. Bu da her iki ülkede de sade vatandaşlarla yaptığımız sohbetlerden anlaşılıyor.
Sade vatandaşlar uluslararası hukuk, deniz hukuku gibi karmaşık kuralları bilmek zorunda olmadığından, TV ekranlarında ileri geri konuşanları izlemekle, gazetelerin manşet ve köşe yazılarını okumakla yetiniyor ve karşısındaki devlet görevlisi olunca da ona –kaideleri bozmayan istisnalar hariç- güvenmek; inanmak zorunda kalıyor.
Bu duruma en çok içerleyenler ise, aynı TV kanallarında ya da gazetelerin köşelerinde kendi bildiklerini, anladıklarını, karşı tarafın da haklı olduğu yanlarını anlatamayan ve işin aslını bilen diplomat ve siyasetçilerle birlikte, gerekli araştırmarı yapan gazeteciler oluyor.
Ama siyaset bu işte. Bazen tehlikeli boyutlara ulaşmasına rağmen gerginlikler işe yaradıkça buna devam ediliyor.
Yok gerçekten gerginlik istemiyorlarsa ve bir türlü anlaşamıyorlarsa o zaman anlaşana kadar bari bir "saldırmazlık paktı" imzalasınlar.
Seçim ve tercih nitekim halkların elinde; siyasetçilerin değil. Olmamalı da.