Orman ve Su İşleri Bakanı açıklamış. Kuraklık kapımızdaymış!
Şaka gibi. Kuraklık kapımızda filan değil çoktan geldi, yerleşti. Aklımızı biran önce başımıza toplamazsak pek yakında susuzluk Türkiye’yi perişan edecek. “Kötü haberci kuş” değilim. Sadece baktığımı görmesini biliyorum. Bir de yıllardır okuyup, izleyip, hatta bütün Türkiye’de olan biteni arazide gözleyip bu kanıya varıyorum. Peki, neden, nasıl bu duruma düştük?
Belki “Çöl Devriyesi” kitabımın “Ortadoğu’nun Su Sorunu” başlıklı bölümüne bir göz atmış olanlarınız vardır. Orada kısaca anlatmaya çalışmıştım. Şimdi daha da özet yazayım.
Su kaynaklarımızın zaten zengin olmadığı biliniyordu. Özelikle Kuzey Avrupa ile karşılaştırıldığında su fakiri bir ülke olduğumuz da. Yapılması gereken de belliydi. Su kaynaklarımızı zenginleştirmek ve idareli, akılcı kullanmak. Peki biz ne yaptık? Anlatayım.
Su kaynaklarımızı zenginleştirmeyi, gölet, baraj yapmak olarak anladık.
Ağaç olmazsa yağmur, kar, onlar olmazsa su olmazdı. Ormanlarımızı artırmamız gerekiyordu. Biz ormanlarımızı yok ettik. Etmeyi de sürdürüyoruz. Örneğin ormanları kesip otel yapıyoruz. Hem yağmur yağmıyor hem otel su kullanımını artırıyor.
Yetmiyor, ormanları kesip otoyol, maden ocağı açıyoruz. Ocaklarda arsenik kullanıp sularımızı bir de zehirliyoruz.
Doğru ürün seçimi, planlaması yapmamız gerekiyordu ki suyumuzu gereksiz yere tüketmeyelim. Biz ne yaptık? İnadına çok su isteyen pamuk, çeltik, şeker pancarı ektik. Konya ovasında, su istemeyen buğdayı bırakıp, şeker pancarı yetiştirmeye soyunduk. Köylü suya doymadı. Baraj yaptık, suyunu bu ürünlere saldık. Sonuç. Buğday ithal etmeye başladık. Şeker fabrikalarımızı da yabancılara sattık.
Az su kullanarak yüksek verim almak zorundaydık. Biz ne yaptık? Barajlardan suyu üstü açık kanallarda nakledip, yarısından fazlasının yolda buharlaşmasına yol açtık. Hâlâ damla sulamayı reddedip, salma su kullanan köylümüze, oy almak için bir de teşvik verdik.
Sonunda pamuk öylesine pahalı oldu ki, vazgeçtik. Mısır’dan ithal ediyoruz. Böylece biraz su tasarruf ettik ama bu arada örneğin Meriç, Menderes deltalarını, hayvancılığı, balıkçılığı ile öldürdük.
Doğu ve Güneydoğu’da sulama amaçlı barajlar yaptık. Maliyeti büyük barajlar. Etrafını ağaçlandırmayı unuttuk. Barajlar daha şimdiden dolmaya başladı. Suyla değil, erozyonla gelen toprakla.
O barajların sulama sistemlerini boş verdik. Suyu elektrik üretmekte kullandık. Doğu ve Güneydoğulu vatandaşlarımızın kaçak kullandığı elektriği, faturalara “kaçak-kayıp bedeli” olarak eklediğimiz yasa dışı, haksız bedellerle, Batı’daki vatandaşlarımıza ödeterek üstelik.
Üç beş görgüsüz kış günü dışarıda oturup sigara içecek diye elektrikli ısıtıcılarla bütün Türkiye’de gökyüzünü ısıtarak suyumuzu heder ettik. Etmeye de devam ediyoruz.
Yer altı sularını öylesine tükettik ki Konya ovası çökmeye başladı. Obruktan geçilmiyor.
Sulak alanları kuruttuk. Akarsuları kanala aldık. Yeraltı suları beslenemez oldu. Taban suyu derine kaçtı. Tarlalar verimsizleşti.
Salma su ile sulama tuzlanmaya yani çoraklaşmaya yol açtı. Tarlalar bir kez daha verimsizleşti. Her yıl tarlaları önce bol su ile yıkayıp tuzundan arındırmak sonra ekim yapmak gerekiyor. Bu iki kat su kullanmak demek.
Su olmayınca ürün de olmaz. Ürün olmayınca, haydi şimdilik açlık gelmez belki ama fiyatlar, enflasyon artar. Temel besin maddelerinin ithalatı dövizimizi tüketir. Cari açığı artırır.
Yaz yaz bitmez.
Kuralık kapımızdaymış!
Beter olalım!