Bahçeşehir Üniversitesi'nde yüksek lisans dersindeyiz. Öğrencilere “Yaşamınızın sonuna kadar sıkıntısız yaşayabilecek kadar paranız olsaydı, su an yapmakta olduğunuz işi yapar mıydınız?” diye soruyor ve evet cevabını verecek olanların ellerini kaldırmalarını rica ediyorum. Elleri saymaya başlıyorum.
Dünya ortalamasına yakın bir oran olan; yüzde yirmi çıkıyor. Evet, dünyada da çalışanların sadece yüzde yirmisi işinden memnun. Evinizdeki mutluluk işe yansımıyor. Ama işinizdeki mutluluk ise eve yansıyor. Mutsuzluk da!
Bunun en önemli nedeni; insanın en çok zamanını geçirdiği (yaklaşık ikibin saat/yıl) yer işyeri, bir anlamda kendini gerçekleştirme ve varoluş alanı hatta yaşamın kendisi.
İnsanı kimliklendiren, pasif-edilgen bir insanı hiç insan durumundan alıp aktif-etkin varlık durumuna taşıyan, üretmesine ve yaratmasına olanak tanıyan kritik bir yer çalışma alanı. İnsanı diğer canlılardan ayıran değişme, gelişme ve dönüşmesine aracılık eden bir ortam sunuyor iş alanı. İnsan sürekli oluşum içinde olan bir varlık olduğu için, barındırdığı varlık katmanlarına ancak oluşmaya devam ettiği sürece ulaşabilir ve kendini aşabilir.
Kendimden örnek vererek derse devam ediyorum. İş hayatını derin ve yüksek frekansdan yaşamış biri olarak 25 yıllık tecrübemin, 18 yılını beyaz yakalı son yedi yılını ise Set-Up'cı, Girişimci-İş adamı, Patron, Danışman, Head-hunter, Öğretim Görevlisi, Koç, Mentor, STK Kurucu ve Yöneticisi, Kitapları ve köşesi olan bir Yazar ve içindeki merak böceği hiç ölmeyen, kitapları hiç kapanmayan ve hiç bir zaman mezun olmayan ebedi bir öğrenci olarak.
Belki öğrencilere yönelttiğim bu soruyu yıllar önce kendime sorsaydım belki kendim de “evet” diyebilirdim. Zira, insanın barındırdığı potansiyellerin farkına varması ömür boyu devam eden bir etkinlik olduğu için bazen farkına varamayabiliyor veya yönünü değiştirebilmesi için bazı imkanların ve imkansızlıkların varlığı gerekebiliyor. Ama son yedi yılında kendini gerçekleştiren biri olarak diyebileceğim, doğru cevap o dönemde kesinlikle ''hayır'' olmalıymış. Zira açılmayan kanatların büyüklüğü asla bilinmiyor.
Hayatta aslında cevaplanması gereken iki temel soru var.
1 - Ben kimim?
2 - Ne istiyorum?
Çoğu insan ne istediğini de, kim olduğunu da bilmiyor! Anadolu'da durum daha da içler acısı...
Sabancı Üniversitesi'nin yaptığı araştırmaya göre;
ÖSYM sınavı sadece bilgi ölçüyor. Üniversite mezuniyeti de bir kişiyi meslek sahibi yapmıyor. Amerika'da prestijli üniversitelerden mezun olanlar için bile bu kural geçerli olabiliyor.
İşe girme, kariyer yapma telaşında olan istediğinin gerçekten başvurduğu pozisyon olduğunu sorgulamayan, belli bir işe girip yol aldığında durup düşünme fırsatı bulmuş ve yaptığı işi sevmediğini fark etmiş bir çok insan var.
Meslek seçiminde üç unsur var. Bilgi, beceri ve ilgi. Türkiye'de sistem bilgi bazlı olduğu için genelde diplomaya bakılıyor. Asıl olan beceri denen yetenek (Talent) kısmıdır. Kariyer bir uçurtmaysa, yetenek bu uçurtmanın ta kendisidir. İlgi ise uçurtmanın rüzgarıdır.
Kariyerinin başındaki bir genç, '' iş avına'' çıkmamalı, tam ve gelişmiş bir bilinçle bir ''meslek'' seçmelidir. Bunun için üç aşamayı anımsamak gerekir;
1 - Kişinin apaçık bir şekilde “Kendisini tanıması, anlayabilmesidir.” Bu bağlamda, kişinin eğilimlerini, uygunluklarını, yetenek ve becerilerini, ilgi ve meraklarını, sınırlarını ve tutkularını ve tüm bunların nedenlerini mümkün olduğu kadar anlayabilmiş olması önemlidir. İçindeki hakikate ve güçlü yönlere mümkün olabildiğince samimi bir şekilde ulaşmalıdır. SWOT analizini iyi yapmalıdır.
2 - Çeşitli iş alanlarında başarılı olmak için gerekli yetkinlik ve koşulları, o iş alanının sağladığı avantaj ve dezavantajların, fırsat ve tehditlerin ne olduğu bilgisine ulaşmalıdır.
3 - İlk iki aşamaya konu olan hususlar arasındaki bağlantının güçlü kanıtlara dayalı olarak kurulabilmesi ve bu konuda sağlam bir tümevarım yapılması ile mümkün olacaktır.
Başarı=Para olmadığının artık anlaşılması gerekiyor.
Başarı=Meslek aşkı, çalışmada sevgi ve çalışmada özne olmak.
Meslek seçimi aynı zamanda bir hayat seçimidir.
Peki, kariyerinde yol alanların karşılarına çıkan anlam sorununun nasıl çözeceklerini soracak olursanız bu konuda beş ayrı boyutu iyi irdelemek gerekebilir:
* Para kazanmak,
* Statü elde etmek,
* Fark yaratmak,
* Tutkularımızı gerçekleştirmek,
* Yeteneklerimizi kullanmak,
İlk üç boyut “sahip olmak” son iki boyut ise “olmak” edimiyle ilgilidir.
'Sahip olmak durumu' hiç bir zaman kişinin kendisi değildir ve bu biçimiyle hayatın her anında kaybedilme olasılığını içinde barındıran bir durum olarak kişinin hayatında yerini alır.
Özne, 'olmak durumuna' ulaşamıyorsa yalan yanlış bilgiyle yönlendirilen yanılsama içinde yaşayan bir varlığa da dönüşebiliyor. Rolünü oynadığı sanal kişiyi başarılı olabildiği kadar dış dünyaya iletir ama “kendileri” olarak asla çalışmazlar birer maskeli balo oyuncusuna dönüşürler.
Özne olabilmek, 'sahip olmaktan' ziyade 'olmak' edimiyle özdeşleştirilebilir. Olmak bu bağlamda her şeyi kuşatıcı bütünlüğe ulaşmak, varlığı, yaşamsal hakikati ve gelişimi içinde kabul edip sevmek demektir.
Karşımızdaki en büyük sorun insanları sürüklenmeye zorlayan bir kapitalist sistemde yaşam öykülerimizi nasıl şekillendireceğimizdir.
Ben kimim ve ne istiyorum sorusunu cevapları insana kendi romanını yazdırabilir.
Doğru cevapları bulursanız özgün romanınızı, bulamazsanız başkalarının romanını.
İnsan son derece yoğrulabilir bir varlıktır ve her şey olmaya elverişlidir. “siz nasıl istiyorsanız öyle” olmaya hazır bir potansiyeldir.
Mevcut olmak ve var olmak arasındaki fark bir uçurumdan az değildir.
Bu anlamda “yerini seven çiçeğin coşkusu seyre değerdir” diyerek herkesi yerini bulmaya davet ediyoruz.