24 Kasım akşamı JCI (Junior Chamber International)'ın düzenlediği "Türkiye'nin 10 Başarılı Genci (Ten Outstanding Young Persons of the World) yarışmasında" jüri üyesi olarak davet edilmiştik. O akşam orada bulunmaktan büyük keyif aldığımı, zaman zaman da gözlerimin yaşardığını söylemeliyim. Bu değerli uluslararası sivil toplum kuruluşunun Türkiye yönetimini kutluyoruz gerçekten...
Yarışmada, daha üniversitede öğrenci iken binlerce aday arasından sıyrılıp NASA'dan "Astronot" unvanı alan 93 doğumlu gencimizden, İsveç'in 23 yaşında "En Genç Meclis Üyesi" seçilen ve ses getiren çalışmalarıyla göğsümüzü kabartan kızımıza, üç boyutlu, içinde sanat ve müzik atölyesi ile kütüphanesi bulunan sınıf kurup, öğrencileriyle rap yapan "rol model sınıfıyla" tüm eğitimcilere örnek olan genç ve aydın öğretmenimize, uluslararası başarıları ile gururumuz olan altın piyanist gencimize, tüm gençlerimiz birbirinden yetenekli ve muhteşemdiler...
Ve bu pırıl pırıl gençlerimizin o gece en çok dikkatimi çeken özelliği; hepsinin ortak payda da belirttiği, "tutku ve hayallerinin peşinde yol alırken örnek aldıkları tek ismin; Baş Öğretmen Mustafa Kemal Atatürk olduğunu son derece kalbi duygularla belirtmeleri ve bu coğrafyada yaşamaktan ve bu topraklardan aldıklarını bu topraklara geri vermek arzusundan ve bu ülke insanı olmanın haklı gururundan bahsetmeleri, hepsinin çok gerçek ve samimi olmaları" hem içimizi hem de geceyi aydınlatan, yaratıcı yüreklerden çıkan etkileyici sözlerdi doğrusu...
Ne diyelim her gün kötü haberlerle yatıp kalkan coğrafyamızda her şeye rağmen bu pırıl pırıl gençlerimizi görmek bizi geleceğe bağlayan en büyük ümidimiz! "Hayalleri olmayan insanlar hayalleri olan insanlara hizmet ederler" gerçeğinden ve Mustafa Kemal'in "benim manevi mirasım akıl ve bilimdir" sözleriyle yola çıkan bu gençlerimizin yolu ve bahtı hep açık olsun ayaklarına taş bile değmesin isteriz!
Bu duygu seli ile ertesi gün ofise doğru yol alırken oldukça düşünceliydim. Zira, bu kadar ülkesine aşık ve Atatürk ilkelerine sıkı sıkıya bağlı pırıltılı gence rağmen bir yandan da başta Amerika olmak üzere yurt dışına gitmek için bir yığın başarılı beyaz yakalı insanımız fırsatlar araştırıyordu. Demirciköy'den Kuruçeşme'ye kadar uzanan yolculuk boyunca kafamı zorlayan ikilemin cevabı ise ofiste beni bekliyordu. Gittiğimde arayanlar arasında Amerika'da uzun yıllardır yaşayan çok değerli dostum Ümit Keskin'in olduğunu öğrenince onunla bir Skype görüşmesi yapıp hem sesini duymak hem de özlem giderip son dönemde bizim beyaz yakalılarda patlayan Amerika rüyası hakkında görüşlerini almak istedim.
Ümit bu konuda çok doğru bir adresti. 2001'den beri Amerika'da yaşamaktaydı. Dil bilmeden ve cebinde çok az para ile başladığı Amerika rüyasında UCR'da üç sene dil eğitimi aldıktan sonra University of LaVerne'de "International Business" ve "Leadership & Management" üzerine çift MBA yaptı. Daha sonra da dünyanın en büyük liderlik gurusu John Maxwell'den liderlik üzerine eğitim alarak John Maxwell in sertifikalı Koç, Mentor ve eğitim verme yetkisi ve hakkını kazandı. Halen 12 sene önce sıfırdan bulaşıkçı olarak girdiği dünyaca ünlü restaurant zincirlerinden birinde son altı senedir eğitim genel müdürü olarak son derece başarı ile çalışmakta ve kurumuna yeni liderler kazandıran ve iz bırakan başarılı bir lider yönetici olarak yoluna devam etmekteydi. Konuşmamızın kısa özetine gelince;
Sevgili Ümit son dönemlerde özellikle iş, güç sahibi, başarılı beyaz yakalılardan ABD'ye göç konusunda yoğun bir talep var. Bu konuda, ne düşünüyorsun?
ABD her zaman insanların ilgisini çeken en cazip ülkelerin başında geliyor. Türkiye'den de yıllardır buraya gelmek isteyen haliyle pek çok insan oluyor. Bu son zamanlara kadar daha çok üniversiteden yeni mezun veya üniversiteyi burada okumak isteyen gençler arasında daha yaygındı. Malum, “Amerikan rüyası” her zaman herkes için geçerli. Peki bunu ne tetikledi de birden bire Türkiye'de kariyer, meslek, unvan ve itibar sahibi, başarılı insanlar bunu ister hale geldi? Oysa ki bu insanların çoğu Amerika Rüyalarını, Amerika olmadan da başarmayı bilmiş insanlardı.
Evet kritik soru bu belki de? Neden başarıyı yakalamış insanlar göç etmeyi düşünür?
Bunun sebebi belki siyasi belirsizlik, güven eksikliği veya güvensizlik, çocuklar adına yarına ümitsiz kalmak, gelecek kaygısı, hukuk ve adalete olan itimatsızlık bu ve buna benzer pek çok şey sıralanabilir. Dikkat ederseniz hiç biri sıfırdan geleceklerini ve hayatlarını kurmak endişesi ile ABD'ye yerleşmeyi düşünmüyorlar. Belirttiğin gibi oldukça başarılı insanlar. Bundan dolayıdır ki çok iyi düşünüp karar vermek zorundalar. Pireyi deve mi yapıyorlar, yoksa pireye kızıp yorganı mı yakıyorlar? Her şeyin bir fırsat maliyeti vardır (oppurtunity cost) ve bir malın değerini o malın fırsat maliyeti, yani vazgeçilen bedel belirler. Buraya gelmenin de istekli insanlar için bir fırsat maliyeti mutlaka olacaktır bu maliyeti iyi hesaplasınlar..
Aynen katılıyorum. Bir duvarı çekerken neyi içeride neyi dışarıda bıraktığını iyi hesaplamalı insanlar. Bir yere gittiğinizde, tatile bile çıktığınızda bazen ruhunuz sizle gelmek istemeyebilir. Bulunduğunuz yerde değil düşündüğünüz yerde olursunuz. Hiç keyif almazsınız.
Bu noktada sana vaktin varsa çok sevdiğim ve eğitimlerimde kullandığım bir öyküyü anlatayım.
Adamın biri yeni bir kasabaya taşınır ve yeni evinin bazı ihtiyaçlarını temin etmek için evin yakınındaki markete girer ve market sahibine sorar:
Bu kasabada insanlar nasıldır?
Market sahibi, geldiğiniz yerdeki insanlar nasıldı?
Adam, suratsız, yüzleri gülmeyen, bencil, iyilik bilmez, vefasız insanlardı. Taşınmak için gün saydık. Diye cevap verir.
Market sahibi, aynı bu kasabada da insanlar öyledir, alışmanız kolay olur.
Yine ayni kasabaya yeni taşınan başka biri de tesadüfen girer markete ve o da aynı soruyu sorar.
Bu kasabada insanlar nasıldır?
Market sahibi yine aynı cevabı verir. Sizin geldiğiniz yerde insanlar nasıllardı?
İkinci adam, çok iyi insanlardı, çok iyi anlaşırdık, iyilik ve yardım sever ve başka insanların yardımlarına koşmaktan zevk alırlardı. O güzel insanlardan ayrıldığımız için çok üzgünüz.
Market sahibi cevap verir. Hiç yabancılık çekmeyeceksiniz, bu kasabada da insanlar aynı eski kasabanızdakiler gibidir. Sizi hemen aralarına alacaklardır. Hoş geldiniz.
Demek ki dostum, nereye giderse gitsin insan, kendini de yanında götürüyor. Bugün biri olarak uyuyup, ertesi gün bam başka bir insan olarak uyanamazsınız. Gelirken yanınızda kimi getirdiğinize çok dikkat etmek gerekir. Asıl soru; bir amaca doğru mu koşuyorsunuz, yoksa bir şeylerden mi kaçıyorsunuz? Bunun cevabını çok iyi araştırıp bulmaları lazım insanların yerlerinden oynamadan önce.
Güzel hikaye gerçekten. Düşündüğünü yaşarsın diyorsun. Sen ve senin gibi Amerikaya gidenler nasıl bir dünyaya uyanıyorlar?
Amerika'ya gelmeden önce ben de çok renkli hayaller kurardım. Amerika hayali ve rüyası kafamdan çıkan balonları ışıltıyla süslerken o dönem Rafet el Roman "Macera dolu Amerika" diye bir şarkı yapmıştı. Halen, o şarkıyı dinlediğim zamanlar hep ayni hisler uyanır içimde, bilemezsin... Ama bilesin ki o hislerin ve rüyaların karşılığı bir Amerika yok. Maceralarla dolu olduğu doğru ama maceranın rengi o kadar da parlak renkli, ışıltılı ve kolay değil maalesef.
Soruna gelince, insanların buraya geliş amaçları, beklentileri ve kararlılıkları nasıl bir dünyaya uyanacaklarını belirleyecektir. Ben buraya geldiğim zaman 21 yaşında idim ve İngilizce bilmiyordum. Her gün, bugün kaç kelime öğreneceğim, okul paramı kazanmak için kaç işte ne kadar saat çalışmalıyım sorularıyla güne uyanırken, Annem, babam ve kız kardeşlerim, her gün bensiz bir evde, bensizliğe uyandılar. Benim tek endişem, öğrenebildiğim kadar çok ve çabuk İngilizce öğrenmek ve gece gündüz çalışmaktı, o dönemde hiç ailemi ve arkamda bıraktıklarımı pek düşünemiyordum. İngilizce o kadar zordu ki, bazı geceler öğrenemeyeceğim diye ağlardım. O zamanlar cep telefonu da yoktu. 20 dolara telefon kartı alıp bir defada bitirirdim, o 20 doları kazanmak için de asgari 4 saat çalışırdım sonrasında. Şimdi öyle mi? Bedavaya şu anki gibi görüntülü konuşabiliyoruz. Dediğim gibi, simdi her şey çok daha kolay. Uzaklar çok yakın, ama yakınlarsa çok uzak...
Peki, dönmeyi hiç düşünmüyor musun?
Bir kaç gün önce bir arkadaşımla konuşurken bana; "Ümit, ben buraya mezar taşımı getirmedim. Bir gün mutlaka ülkeme geri döneceğim" dedi. Wow! Hiç beklemediğim bir şeydi bu! Etrafımdaki başarılı ve kariyer sahibi Türklerle konuştuğum zaman çoğunlukla böyle bir söz duyamazsınız. Onlar size; "Bir koltukta iki karpuz taşınmaz aslan parçası. Birini mutlaka köşeye bırak, yoksa ikisini de düşürüp kırabilirsin” derler. Dediğim gibi; Amerika'ya koşuyor musunuz, Amerika'ya kaçıyor musunuz? Buraya gelirken mezar taşınızı da yanınızda getiriyor musunuz? Bu soruların cevabını öncelikle bulmanız gerekir. Bunlar benim de kafamı kurcalayan düşünceler son zamanlarda!
Amerika'ya bir şekilde gelinir ama ne için geldiğinizi, değer, hedef ve beklentilerinizi ve neyi bıraktığınızı kafanızda netleştirmeniz lazım diyorsun?
Evet. Buraya gelmek aslında çok zor değil! Nasıl ve hangi şartlarda geldiğiniz önemli! Oturma izniniz yoksa turist vizesi ile yapabileceğiniz pek çok şey yok. İşe giremezsiniz, kanuni olarak çalışamazsınız. Öğrenci vizesi ile gelirseniz benim ilk etapta yaşadığım gibi geliriniz sinirli ve çalışmak zorunda iseniz, çalışma izni almanız o kadar kolay olmaz ya da oldukça zaman alan bir süreç diyebiliriz. Her durumda bir iş bulunur ve bir şekilde çalışırsınız. Fakat bu iş hiç bir zaman sizin Türkiye'de bulacağınız işe benzemez. Oradaki itibarınız ve ortamınız buradakinden biraz farklı olur. En basitinden insanlarla bağırarak yüksek sesle konuşamazsınız. Maddi anlamda hiç bir sorununuz olmadan gelirseniz keyifli bir hayat yaşarsınız.
Manevi değerleri ve özlemleri bir kenarda tutarsak, maddi anlamda rahatsanız çok güzel bir hayat ve her şeyin rafineleştiği bir dünya, medeniyet ve çalışan ve insan hakları ve fırsatlar olduğunu söylemek mümkün? Bu avantajlar neler?
Amerika'nın her ne olursa olsun Türkiye'den daha fazla imkan ve fırsat sunduğu kesin. Burada her zaman sıfırdan başlayabilir, yapmak istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz. Kimse de sizi yadırgamaz. Günlük hayatta hiç kimse size "çok kilo almışsın bu ne böyle ya" demez. Çok başarılı bir avukat iken kariyer değişikliği yapıp, küçük bir restaurant alıp isletebilirsiniz. İş yerlerinde kattığınız değer kadar değer kazanır ve yükselirsiniz. Kimse sizin amcanız, dayınız veya babanız kimmiş diye sormaz, sadece ne veriyorsun, senden ne alabiliriz veya masaya ne getirdin onunla ilgilenir. Onun için burada aslan her yerde aslandır. Ormanın ufaklığı veya derinliği değildir aslanı aslan yapan, kabiliyeti ve yeteneğidir. İç güdüsel avcılığıdır. Bu yüzdendir ki Türkiye'de bileğinin hakkı ile başarılı olmuş, kendini kanıtlamış bir insan mutlaka burada da başarılı olur ve hayallerine de ulaşır. Bu belki bir günde olmaz ama mutlaka bir gün olur.
Amerika'da yaşamanın, okumanın veya çalışmanın güzel tarafı, eğer avukat, doktor , hemşire olmayacaksanız, okulunuz süresince bir işte çalışabiliyorsunuz. Çalışkanlığınız, bilginiz beceriniz ve karakteriniz sayesinde o şirketin CEO'su bile olabilirsiniz. Burada yakanızın rengi yok. Ha mavi, ha beyaz fark etmiyor. Burada çıkarılan işin kalitesi, yaratılan değer önemlidir . Bu yüzden Amerika'da yaptığınız iş ve okuduğunuz okul çoğu zaman aynı olmaz.
Dezavantajlar olarak neler sayılabilir?
Dezavantaj olarak söyleyebileceklerim; sosyal güvenlik, sağlık sigortası ve emeklilik Türkiye'dekinden çok farklı. Eğer hastaneye gitmek ve ilaç alma ihtiyacınız varsa, iyi bir sigorta almanız gerekir ki o da çok pahalıdır. İşten çıktığınızda veya çıkarıldığınızda kıdem tazminatı diye bir şey yoktur. 20 sene de çalışmış olsanız işten çıktıktan veya çıkarıldıktan sonra ceketinizi alıp gidersiniz. Birikmiş mesainiz veya tatiliniz varsa ancak onu öderler. Burası kapitalist bir ülkedir ve kapitalizm burada dibine kadar yaşanır. Onun için ABD'yi kapitalist ülke diye eleştirenler buraya koşarken, kaçtıkları şeyi de iyi düşünsünler. Türkiye'den buraya insanlar gelir onlara 15 senelik hikayeni 15 dakikada anlatırsın ve hemen onlarda ana odaklanır ve aynısını yaşamak isterler. Onları motive eden süreç değil, sonuçtur aslında. Maalesef insanlar Türkiye'de çok sonuç odaklılar, kimse süreci önemsemiyor. Süreç olmadan sonuca ulaşamayacaklarını pek düşünmüyorlar nedense. Bir sene 365 gündür ama her bir günü, gün gün, saat saat yaşaman gerekir ki bir yılı doldurasın.
Son dezavantaj olarak, buraya gelecekler evli ve çocuklu iseler ayrıca İngilizceleri yoksa bu büyük problem olabilir. Gelmeden önce çok iyi araştırma yapmalarını öneririm. Burada doğru insanı bulabilmek çok zor. Onun için doğru insanlarla kontak kurmadan hareket etmesinler.
Tabi buralarda trend sadece Amerika tabelasına değil Kanada'ya, Avrupa'yı da hedef alanlar da var?
Şunu da özellikle belirtmek isterim, eğer ABD ve Avrupa arasında bir tercih yapmaları gerekirse; kesinlikle ABD'yi tercih etsinler. Hiç bir zaman gerçek anlamda bir Fransız olamazsınız. Ama burada "Ben Amerikalıyım" derseniz, Amerikalılar sizinle gurur duyar sizi asla yadırgamazlar. Avrupa'da Türk olduğunuz için dışlanabilirsiniz ama burada farklı olduğunuz için alkışlanırsınız.
2007 yılında yaşanan krizde Amerika'da yaşayan başta finans, danışmanlık sektöründe ve akademik çevrelerde çalışan binlerce Türk birleşmeler, kapanmalar nedeniyle bir yandan orada iş ararken bir yandan da "B Planı" yaratmak için Türkiye'ye bizim gibi head-hunter'lara CV yağdırdı. O dönem inanılmaz bir tersine beyin göçü yaşanacak gibiydi. Ama bu pek mümkün olmadı. Ne buna Türkiye'nin hazırlığı vardı ne de piyasaların. Ne de finans sektöründe yapılan işin karşılığı işler Türkiye'de yeterince gelişmişti.
Evet. Benim de o dönemde Türkiye'ye bir iki geri dönüş denememoldu ama sizi bir türlü içine alamayan suya karşı duran bir plastik top muamelesi gördük. O konuda siz daha hakimsinizdir. İşverenlerin dilini daha iyi bilirsiniz?
İşverenler genellikle uzun süreler yurt dışında yaşayan parlak eğitimli ve parlak kurumsal firmalarda çalışan tecrübeli ve başarılı profesyonel kişilerin ülkeye döndüklerinde uyum sürecinin uzun zaman alacağını ve uyum sağlasa da bir aşamadan sonra ellerinde tutmanın genellikle mümkün olmayacağını, oradaki çalışan hakları ve maaş paketlerinin bütçeleri için genelde ekstra olabileceğini düşünüyorlar. Tabi birebir örtüşen işlerin ve beklentilerin yakalanması da oldukça zor.
Haklısın. Ataların dediği gibi belki de "Taş yerinde ağırdır."
Evet, benim de o dönem unutamadığım bizi ziyarete gelen çok güçlü bir aday profili vardı. Burada bir üniversiteyi birincilikle bitirmiş. Daha sonra Amerika'nın en saygın üniversitelerinden birinde MBA yapmış ve akabinde uluslararası bir dev finans şirketinde iş başı yaparak üst üste dikey terfiler almış ve önemli maaş paketlerine sahip olmuştu. Onu yönlendirdiğimiz şirketin genel müdürü ise aynı üniversiteden aynı sınıftan mezun olan, parlak bir derecesi ve profili olmayan ama istemci firmada uzun yıllar emek vererek çalışmış biriydi. Aday eğitimini, derecelerini parlak MBA'ni ve çalıştığı dünya devini düşünerek onun astı olacağı pozisyonu bir türlü içselleştirememişti. Defalarca bize bunun nasıl olabileceğini sorduğunda ''tekkeyi bekleyen çorbayı içer sözünü'' nün açılımını yapmak durumunda kalmıştık. Ama o yine de pozisyonu kabul etmeyerek geri dönmüş ve uzun süre mevcut birikimlerini tüketmeye devam etmişti.
Sevgili Ümit'e çok teşekkür edip telefonu kapıyorum. Hem bir akşam evvelinde gördüğüm birbirinden muhteşem gençleri ve geçirdiği duyguları bugün de başarılı insanların göç hazırlıkları ile ilgili yaptığımız empati dolu konuşmayı düşünüyorum.
Aklımda kalanlar tabii ki bazı güçlü cümleler ve sorular.
- Baş öğretmenin sönmez ışığını takip etmek.
- Bu topraklardan aldığını bu toprağın insanına geri vermek.
- Bir amaca doğru koşmak mı? Bir şeylerden kaçmak mı?
- Gideceğiniz yere mezar taşınızı götürüyor olmak?
- Neyi içeride neyi dışarıda bıraktığınızı iyi hesaplamak?
- Taş yerinde ağırdır.