"Bazı diriler ne kadar ölü, bazı ölüler ne kadar diri."
Çok sevdiğim ve çok kullandığım bir cümledir. Bakın bakalım etrafınıza bu sözlere hak verecek misiniz? Düşünün bakalım size binlerce yıl öncesinden ilham veren, işaret levhası gösteren, akrabalarınızdan daha yakın bulup daha iyi tanıyor olabileceğiniz hissi verenleri? Ne kadar diriler değil mi? Ve de etrafınızda sistem robotu haline gelmiş, ruhu istifa etmiş kendisine bile bunu söyleyememiş, işle-ev arasında sarkaç gibi gelip-giden heykel kadar duygusuz görünenleri?
Esinlendiğimiz bize ışık katan insanların, kitapların ve filmlerin ortak iki özellikleri vardır. "zamana karşı direnmeleri" ve "kalbe dokunmaları".
Bazı insanlar vardır. Uzun yıllar görmesek de içimizdeki sevgi ve saygımız bitimsiz olup onları her daim kalbimizde taşırız...
Bazı kitaplar ve filmler vardır ki her seyrettiğimizde adeta ilk defa okuyormuş veya seyrediyormuşçasına bizi içine çeken ve bir o kadar bilinçaltımıza ve kalbimize işleyen büyülü yanları vardır...
Bugün size hem kitabı hem filmi bulunan, unutulmaz replikleri ve Robin Williams'ın inanılmaz oyunculuğu ile ölümsüzlük mertebesine ulaşan Dead Poets Society (Ölü Ozanlar Derneği) filminden bahsetmek istiyorum. 1989 yılında Peter Weir yönetiminde Oscar ile taçlanan en iyi özgün senaryosu ile kuşaklara derin izler bırakmış bu epik filmin mesajlarını paylaşıp biraz da yorumlamaya çalışalım. (Daha önce yazdığım Şeytanın Avukatı, Gladyatör, The Godfather gibi kişisel gelişim, yönetim ve liderlik perspektifi ile yazılmış film yazılarıma bir ek olarak kabul ederseniz.)
Film sistemin dikte ettiği sanal hayatların içinde hakikatlere dair farkındalık tomurcukları ekmeye çalışan bir edebiyat öğretmeni ve öğrencileri arasında katı kurallarıyla bilinen yatılı bir kolejde geçer. İlham veren hocamız Mr. Keating sıra dışı geleneksel olmayan ders anlatımı ve yaklaşımları ile kısa sürede herkesin dikkatini çeker. Gençlerden özlerini bulmalarını, kendi kapasitelerini hissetmelerini, olasılıklarını genişletmeleri konusunda onlarla sohbet eder ve esinlendirir. Benlik sınırlarını aşmaları ve potansiyellerine erişmelerini ister. Tutkularının peşinden gitmelerini, kendi güçlerini arttırmaları konusunda ışık tutar. Hayata gösterilen yerden değil, drone bakışı atmalarını sağlar.
Mr. Keating aslında yıllar sonra "Hayat kırkından sonra değil farkından sonra başlar" gerçeğini idrak ederek bir an önce gençleri uyandırmak ve farkındalık yaratmak adına aralarından öğrenci olarak çıktığı koleje öğretmen olarak geri dönmüştür. Keating, hayat denen yolculukta yol hepimizi değiştirip dönüştürse de zaman zaman biz de yolu değiştirebilmeliyiz sorusunun cevabını aramaktadır. Öğrencilere koçluk ve mentorluk yapar. Yaratacağı öz ve sosyal farkındalık öğrenciler tarafından doğru yönetilmesi halinde her birini dünkü hallerinden daha ileri getirebileceğini düşünür. Onları cesaretlendirir, yönlendirir ve destekler. "Her bireysel ilerleme topluma katkı sunar, her sosyal ilerleme de bireye etki eder" gerçeğinden hareketle herkesin kazandığı bir senaryoyu gerçekleştirmek için iyi niyetle çalışır. Aklı ve kalbi aynı dili konuşur, gençlere aynalamalar yapar.
Yeterince iyi olmayan ebeveynler ve katı eğitim sistemi ile örselenmeye başlanmış gençler için Mr. Keating artık bir umut ışığı haline gelmiştir. Kendi seslerini bulmaları, kendi şarkılarını söylemeleri, hayatlarının dümenine geçmeleri ve hayatın ritmini tekrar yakalamaları için kalplerine dokunan bir güçlendirici lider olarak onlara adeta bir ikinci doğum şansı sunmaktadır.
Bu bağlamda, öğrenciliğinde kurulmuş olan ölü ozanlar derneğini gençlerle birlikte yeniden nefes vererek tekrar ayağa kaldırır. Dernek üyelerinin toplandıkları yer bir mağaradır. Mağara bir anlamda bilinçaltıdır. Bir insanı anlamak bilinç altını anlamaktır. Mr. Keating bu anlamda önce onları anlamaya sonra anlaşılmaya odaklanır. Gizlice toplandıkları bu kızılderili mağarasında gençler birbirine şiirler okumaya, hikâyeler anlatmaya, müzik yapmaya, hayatın gülümseten ve hissettiren tarafını yakalamaya ve en önemlisi kendilik bilgisine ulaşmaya başlarlar. Her defasında yeni bir keşifle çıktıkları mağara onlara baskıcı ebeveynler ve katı sisteme daha farklı bir pencereden baktırmaya başlar. Bu biraz da bir mağaraya tutsak edilmiş insanlardan birinin farkındalığa ulaşması ile o mağaradan çıkıp her şeyin gölgelerden ibaret olmadığını bambaşka bir dünyanın dışarıda onları beklediğini anlatan Platon'un mağara alegorisine de benzemektedir.
Mr. Keating öğrenci iken yapamadıklarını öğretmen olarak yeni öğrencilerle birlikte başarabilecek midir? Filmin geri kalan kısmı bir anlamda sistemle onun arasında bir rövanş mücadelesi şeklinde yaşanacaktır.
Eski mezunların resimlerinin önünde yeni öğrencilerine; "Zaman yakalandığı yerden çoğalır" diyerek farkındalık içerisinde oldukları sürece anda kalacaklarını ve anı yaratmalarının mümkün olacağını anlatır. Öğrencilerinin tabiriyle namı diğer Kaptanımız bu şekilde onların kalplerine dokunarak ve en derinlerine büyülü sözcükleri fısıldayarak yolculuklarını başlatır. Şimdiki zamanı solumanın ve değerlendirmenin tek yolunun farkındalık olduğunu anlatan "Carpe diem" sözcüğü ise bu efsane sahnede tüm kalplere bir daha hiç silinmeyecek şekilde kazınır.
Filmde ki meşhur repliklerin her biri başlı başına ayrı bir yazı konusu olur. Anımsamadan geçemeyeceklerime aşağıda yer vermek istedim:
- Kendi sesinizi bulmak için çabalamalısınız. Ne kadar geç başlarsanız, bulmayı o kadar geciktirirsiniz.
- Ağlamak için değil gülmek için sebepler arayın.
- Biz hoş olduğu için şiir okuyup yazmıyoruz. İnsan ırkının üyesi olduğumuz için şiir okuyoruz. İnsan ırkı coşku doludur! Tıp, hukuk, bankacılık bunlar hayatı sürdürmek için gereklidir. Peki şiir, romantizm, aşk, sevgi, güzellik? Biz bunlar için hayattayız!
- Dikkat edilmesi gereken ve cesaretli olunması gereken zaman vardır. Ve akıllı kişi hangisi olduğunu bilir!
- Kitap okur musunuz bay Anderson?
Okumuyorum, eksikliğini de hissetmiyorum.
Ama biz hissediyoruz!
- Hayatın iliğini emmek, kemiği boğazına kaçırmak değildir. Akıllı insan ne zaman duracağını ne zaman adım atacağını bilmelidir.
- Kim ne derse desin sözcükler ve düşünceler dünyayı değiştirebilir...
- Ormanda yol ikiye ayrıldı ve ben hep daha az kullanılanı seçtim. Bu hayatımdaki tüm farkı yarattı.
- Ormana gittim çünkü bilinçli yaşamak istiyordum. Hayatı tatmak ve yaşamın iliğini özümsemek istiyordum. Yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak ve ölüm geldiğinde aslında hiç yaşamamış olduğumu fark etmemek istiyordum.
- İnsanlar sadece hayalleri peşinde özgür olur. Her zaman böyleydi, her zamanda böyle olacak...
- Henüz vakit varken tomurcukları topla. Zaman hâlâ uçup gidiyor. Ve bugün gülümseyen bu çiçek, yarın ölüyor olabilir!
Bu arada filmin arka planında repliklerin ilham perisi/kaynağı olan 19. yüzyıl Batı felsefesinin önemli isimlerinden kölelik karşıtlığı, vergi direnci, sivil itaatsizlik, çevrecilik, basit yaşam , vicdani ret ve doğrudan eylem konusunda değerli fikirleri olan başta R. W. Emerson olmak üzere Platon, Kant ve Darwin'den etkilenip ardından gelen Gandhi, J. F. Kennedy, M. L. King, Tolstoy, M. Proust, E.Hemingway, G. Bernard Shaw, B. F. Skinner'i etkileyen ve ilham veren yazar, düşünür Henry David Thoreau (1817-1962) olduğunu ufak bir parantez açıp belirtelim ve yeri gelmişken onu da buradan saygıyla yad edelim.
Filme tekrar geri dönecek yaşadıkları farkındalıklardan sonra öz ve ilişki yönetimlerine başlar gençler. Öğrencilerden kimi bir kıza aşık olur kimi ise tiyatro sevdasına gönlünü kaptırır. Kaptan onları tutkularının peşinden gitmelerini için cesaretlendirir. İz bırakan herkesin tek ortak özelliğinin tutkularının peşinden gidenler olduğu gerçeğini hep anımsatır.Tutkusunun peşinden gidenlerden bazıları amacına ulaşır gidemeyip de kendisine engel olanlar ise dramatik durumlar yaşamak durumunda kalır. Sistem intihar eden öğrenci nedeniyle uzun süredir aradığı malzemeyi bularak Kaptan'ın işine son verir. Sistem, sistemin önüne çıkan her insanı her zaman olduğu gibi sonunda kusmuştur. Bunun için de her zaman olduğu gibi dalkavuk ve kralcılar üzerinden oyununu kurmuş ebeveynler de işin içine dahil olmuştur. Sistem yani kasa yine kazanmış ve direnç sonunda öğütülmüştür.
Final sahnesinde ise kovulan Mr. Keating veda ederken sınıftaki çocukların bir kısmının sıralarının üzerine çıkarak artık sıra dışı oldukları konusunda verdikleri mesaj ve Kaptan diye seslenmeleri çok etkileyici ve gerçekçidir. Belki senaryoyu bizden biri yazsaydı filmin adı da Hababam Sınıfı olsaydı sınıf hep beraber sıraların üzerine tırmanırdı. Bu duygusal ve ilişkisel bağ batıda ve gerçekte pek olmaz. Çünkü insanlar değişebilir ama değiştirilemezler. Sıranın üzerine çıkanlar birey olarak öz-seçimini yapanlardır. Onlar kaptanın kalplerine dokunduğu gerçek anlamda bağ kurduğu bundan sonra yolculuğu devam ettirecek olan yeni kaptanlardır.
Sistem direnci yok ettiği için gerçekçi ve gururludur. Fabrika ayarlarına tekrar geri dönmüştür. Gelenek, disiplin, gurur ve mükemmellik gibi yüklenmiş değerler ön planda insan yine en arkada kalmıştır. Tekrar yatakhane-sınıf arasında gidip gelecek olanlar sonrasında da ev-iş arasında kısır döngülerini devam ettireceklerdir...
Kaptan sistemi terk ederken buğulu gözlerle son kez geri dönüp bakarken tohumların bazılarının yeşerdiğini gördüğü için aynı zamanda kalben de gülümsemektedir. En azından başladığı yerde kimseyi bırakmamıştır!
Sadece sistem ve analitik bakış açısıyla high-touch değil high-tech olarak hayata pencere açmayı seçenlere finalde soralım bakalım:
Bu unutulmaz filmi anlatırken yazımızın başlığı neden "Ölü ozanlar ölümsüzdür?"
Çünkü onlar sözlerini sizin zihninize değil kalbinize yazarlar!
Çünkü sadece kalpten çıkan sözler diğer kalpleri tutuşturabilir!
Çünkü insanlar sadece kalplerinde taşıdığını görürler!
Çünkü hayat sadece kalpten büyür!
Çünkü, hayat sadece matematik değil edebiyattır!