“..en ağır sınavdan en saf olan geçer öder, geçer.” (Gülten Akın)
Orada burada bir çok insan kaygılarının çok azını dışa vurarak yazıp, çiziyor; arkadaş konuşmalarında, telefonlarda sesler kısılarak, araya anlamsız cümleler sıkıştırılarak, ülkemizin giderek Marquez’in romanlarında anlatılan, mesela sarılık salgınına bağlı paniği önlemek için sokak lambalarını sarıya boyatıldığı ülkelere benzemesinden duyulan üzüntü paylaşılıyor. Birçok insanın kişisel bir öyküsü de var anlatacağı; eniştesinin birden işsiz kalmasından duyduğu üzüntüden uyku tutmayan arkadaştan, uzak bir ilçede bir gecede işsiz kalan öğretmen arkadaşının eşi ile sabahlara kadar ağladığını anlatan öğretmen akrabaya, eşinin aniden açığa alınmasından duyduğu ağır dışlanma ve damgalanma duygusundan dolayı kendi çalıştığı hastaneye gelmek istemediğini, evden çıkmadığını anlatan çalışma arkadaşına çok azını bildiğimiz insan öykülerinin kara dumanları ile kaplı gökyüzü. Hepimiz ülkemizin 15 Temmuz’da atlattığı “darbe girişimi” felaketinin farkındayız ve bu felaketin atlatılmasını sağlayanlara, direnenlere müteşekkiriz; bunun ötesinde darbe girişiminin içinde olan ve/veya bu girişim ile örgütsel bağı olanların yasalar çerçevesinde en ağır şekilde cezalandırılmasından da yanayız. Ama daha ötesine geçip, artık bir nefret ögesi (bir tür taşlanarak öldürülme sahneleri gibi) haline getirilen ama uzak olmayan bir zamanda bu ülkenin solcuları dışında bir çok kesimin “yüz sürdüğü” cemaate şu veya bu nedenle ilgi/sevgi duymuş ama bundan öte bir şey yapmamış insanları, çocuklarının bile insan içine çıkamayacağı bir dışlanma ve işsiz, çaresiz bırakma kampanyasının hedefi haline getirmek insanı endişelendiriyor. Suçun kişiselliği gibi hepimizin bildiği bir hukuk ilkesi bir yana bırakılıp, yüzbinlerce insan, aynı suçu, aynı şekilde ve aynı şiddette işlediği varsayılarak KHK ile bir insana verilebilecek en büyük cezalardan olan “işsizlik” cezasına maruz kalıyor.
Öğretim üyeliğinden atılmak
Bütün bu olanları anlamaya çalışır, ülkemizin bu yıkıcı ve çok yönlü/taraflı bir aşırılık ( her gün gelen onlarca şehit haberinin ve yüzlerce ölümün kanıksanması da başka bir aşırılık), sonu iyi olmayan bir tür otoimmün hastalık döneminden nasıl çıkabileceğini düşünürken, son KHK ile içlerinde en yakın arkadaşlarımın da olduğu Kocaeli Üniversitesi'nden 19 öğretim üyesinin ‘Barış İçin Akademisyenler Bildirisi’ne imza attıkları gerekçesi ile üniversiteden ihraç edildiği haberi ile sarsıldık.
Doğrusu bazı olumsuz haberler duyuyorduk ama Kocaeli Üniversitesi’nin dürüst, çalışkan ve yaşamları boyu maddi getiriler yerine insanlara hizmet motivasyonu ile çalışmış öğretim üyelerinin, üniversitenin ruhunu oluşturan arkadaşlarımızın, emeklerinin/mesleklerinin Tanıl Bora’nın sözleri ile “Anız yakar gibi yakılmasını” beklemiyorduk. İlk duyduğumuzda bu acımasızlığa ve yargısız infaza isyan ettik ama hemen sonra ilkokuldan beri iğne ile kuyu kazar gibi, türlü badireler atlatılarak, türlü çelmelerde tökezlemeyerek ve esas onlarca sınavda terleyerek, uzun bir yolu her durağında ancak ağır işçilerin bilebileceği bir emekle kat ederek kazanılan öğretim üyeliğinden atılmanın telafisi mümkün olmayan bir hak kaybı demek olduğu düşünmeye başladık. İçlerinden birisinin – Trabzon Beşikdüzü’nden bir ailenin çocuğu olarak doğan, kaymakam olan babasını 10 yaşlarında iken kaybeden ve dayılarını baba yerine koyarak büyüyen, Trabzon Lisesi’nden gelip, Hacettepe Tıp Fakültesi’ni 1980 öncesinin karmaşasına rağmen bitiren, ülkenin en ücra yerlerinde zorunlu hizmet ve askerlik yapan, Trabzon Tıp Fakültesi’nde başlayan patoloji bölümü öğretim üyeliğini 1995’den itibaren Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde sürdüren, bu üniversiteye 16 yıl rektörlük yapan Baki/Sezer Komsuoğlu’nun çok yakınında olduğu halde kendisi için hiç bir ayrıcalık istemeyen, kendisine yapılan haksızlıkları önlemek için bir şey yapmayan bugünün üniversite yöneticilerine destek olan ve onlarla ilgili hep iyi konuşan, hayat enerjisini sıradan insanların sorunlarını çözmek, arkadaşlarının dertlerini “Yeşil Yol” filmindeki zenci gardiyan gibi içine çekmek için harcayan, şimdi çok sevdiği öğretim üyeliği mesleğinden atılmasına neden olan bildiriyi de öyle resmi yazılarda kendisine izafe edilen iri sözlerle “ terör örgütüne destek” olmak için imzaladığına onu tanıyan kimsenin inanmayacağı, o bildiriyi saflıkla ve yakınlık hissettiği insanların acılarına empati ile imzaladığını bildiğimiz, en çok kendisine “vatan haini” denmesine üzülen Prof. Dr. Cengiz Erçin’in mesela- hayatına yakından bakmak bile temiz kalpli insanların vicdanlarını kanatmaya yeter. İnsan bunu söylemek zorunda kaldığına üzülüyor ama bu öğretim üyelerinin hemen hepsinin 28 Şubat yıllarında dindarlara yapılan baskılara göğüs gerdiğini, bazı öğretim üyelerinin türbanlı öğrencileri sınıflardan attırmaya çalıştığı ya da şimdinin yöneticilerinin sessizlik içinde olan biteni izledikleri zamanlarda öğrencilerini koruduklarını, mezuniyet törenlerinden öğrencilerin en çok onları alkışladıklarını da adalet ve vicdan adına hatırlatmak isteriz.
Bazılarının çok yakın arkadaşı ve 20 yıl Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğretim üyeliği yapmış ve oradan ayrılırken gerçek bir ayrılık üzüntüsü yaşamış bir öğretim üyesi olarak 19 öğretim üyesinin “darbe suçlaması” çerçevesinde çıkarılan bir KHK yoluyla öğretim üyeliğinden ihraç edilmesinin ağır bir emek ve hak gaspı olduğunu düşünüyorum. Başta üniversitenin bugünkü yöneticileri- ki kendileri bu üniversiteye Cengiz Erçin gibi insanların nasıl emek verdiklerini bilirler- olmak üzere bu kararda pay sahibi olanların konu üzerinde tekrar düşünmelerini ve arkadaşlarımızın üniversiteden koparılmasını önlemelerini diliyorum. Biz ise her konuda aynı düşünmesek de tüm kalbimizle arkadaşlarımızın yanında olmaya devam edeceğiz.