Ülkemiz tıbbında “şaşaa” ile açılmaya başlanan ama bir tür AVM’ler gibi tüketimci sağlık hizmeti anlayışının simgeleri olmaya aday “Şehir Hastaneleri”ni saymazsak pek yaprak kımıldadığını söylemek mümkün değil. Eski yıllardaki gibi tıp eğitiminin niteliği gibi konuları da pek kimse tartışmıyor; çünkü böyle konuları dert edinen insanların çoğu ya sistem dışına çıkarıldı ya da genel çoraklaşmanı etkisi ile motivasyonlarını kaybetti.
Geçen haftalarda zor sınavları geçerek ve ülkemizin önde gelen tıp fakültelerinden birinde heyecanla başladığı yan dal uzmanlık eğitimini 15 gün sonra bırakan bir çocuk hekimi ile karşılaştım. Oradan buradan konuştuktan sonra “Bu kadar kısa sürede bu önemli kararı nasıl verdin?” diye sorunca bana “ Hocam şartlar ve eğitim o kadar kötüydü ki, istifa dilekçemi verdiğim anabilim dalı başkanı da bana hak verdi” dedi.
Biraz deşeleyince bölümde etkin olan hocaların “özel hastanelere” geçtiğini, kalanların ise üniversite hastanelerinin içinde bulunduğu koşullar yüzünden işlerini yapamaz hale geldiğini öğrendim. Çok değil bundan üç yıl önce üniversite hastanelerinin itildiği uçurumu görüp, canhıraş uğraşıyorduk ve o zaman azıcık da olsa tıp fakültelerinin en azından nitelikli insangücü yetiştirme bakımından seçenekleri olmadığı için devlet tarafından desteklenebileceğini ve kendini eğitime ve iyi hekimliğe adamış öğretim üyelerinin “kaçışının” engellenebileceğini umut edebiliyorduk. Şimdi ise tıp fakülteleri ve üniversite hastaneleri tamamen “sahipsiz” kalmış durumda ve yakında “şehir hastaneleri”nin gölgesinde kuruyup giderlerse şaşmamak gerekir.
Bu uzun girişin amacı ise, bütün bunlar olurken “son aylarda, uzaktan bildiğim ama İstanbul’a gelince doğrudan karşılaştığım bir hekimlik uygulamasına, erişkin uzmanlarının çocuk hastalara bakmasına” ne demeli? sorusu çerçevesinde bir şeyler yazmak.
Çocuk hastaların, örneğin 12 yaşındaki diyabet tanısı konmuş bir çocuğun, ünlü diyabet uzmanlarının muayenehanesinde bakılması ve tedavi edilmesi benim yetiştiğim Hacettepe Tıp Fakültesi ve Ankara kültüründe duyulmuş şeyler değildi.
Kocaeli’ye geldikten sonra İstanbul’da böyle şeylerin olduğunu, özellikle de 14 yaşından sonra çocukların erişkin uzmanları tarafından bakılmasının pek yadırganmadığını duymuştum. Şimdi, bir süredir İstanbul’da hekimlik yapıyorum ve neredeyse haftada 3-4 ailenin (çoğu diyabet ve obezite vakaları ama aralarında ergenlik sorunları ile hekime başvuranlar da var) gittikleri erişkin uzmanlarının önerileri için başka bir görüş almak üzere bize geldiklerini görüyorum. Onlara önce biz çocuk doktorları, örneğin size, yani 40-50 yaşlarındaki erişkinlere baksa ne düşünürsünüz? diye soruyorum, sonra da ellerindeki testleri ve yorumları inceliyorum. İlk gözlemim D vitamini eksikliği ya da insülin direnci gibi moda konularda erişkin uzmanlarının kullandıkları değerlendirme ölçütlerinin çocuklar için farklı olması nedeniyle tanı ve tedavi konusunda sorunlar olduğu. Benzer şekilde son yıllarda her çocuğa bakılan tiroid fonksiyonlarının da laboratuvar kağıdındaki renklere göre değerlendirildiği ve ailelerin endişelendirildiği görülüyor. O kadar ki son haftalarda bir kaç anne “çocuğunuzda bir şey yok ve tedaviye de gerek yok” cümlesini duyunca ağlamaya başladı ve beni hak etmediğim derecede teşekkürlere “boğdu”.
Yine uzan yıllardır çocuklarda diyabete emek ve gönül vermiş birisi olarak erişkin diyabet uzmanlarının hala çocuklara bakıyor olmasını da anlamıyorum. Eski yıllarda ülkemizde yeterli sayıda çocuk endokrinoloji ve çocuk diyabet uzmanı olmadığı için erişkin uzmanlarının çocuk hasta görmesi belki normal karşılanabilirdi ama şimdi ülkemizin her yerinde ve İstanbul’da yeteri kadar çocuk endokrinoloji uzmanı var. Ülkemizde erişkin uzmanlarının bakamayacağı kadar çok erişkin diyabet hastası varken, çocuk hasta bakma konusunda ısrar etmenin motivasyonu “kazanç” olamaz diye düşünüyor insan. O zaman insanın aklına sanırım bu uzmanların içinde “çocuk hekimi olma” özlemi kalmış seçeneği geliyor ve insan buna inanmak istiyor.
Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre 18 yaşını bitirinceye kadar herkes çocuktur ve çocuklar hiç bir şekilde erişkinlerin küçük bir kopyası değildir. Bunun ötesinde özellikle 14-18 yaş dönemi çocukluğun en zor dönemidir ve bu dönemdeki çocuklara uzmanlıkları gereği çocukları anlama, değerlendirme ve hastalıklarının yönetme konusunda deneyim kazanmış çocuk uzmanlarının bakmasından daha doğal bir şey olamaz. Tip 1 diyabet gibi bazı hastalıklar erişkinlerde ve çocuklarda benzer bir şekilde tedavi ediliyor olabilir ama eğitimi ve meslek yaşamı erişkin hastalara bakmakla geçmiş bir erişkin uzmanının yalnızca hastalık aynı diye bir çocuğu tedavisini yönetmesi etik olmadığı gibi, daha önce belirttiğim değerlendirme hatalarına yol açabileceğinden zararlı sonuçlara da yol açabilir. Bunun ötesinde özellikle çocuklarda diyabet tedavisi bir ekip işidir ve kapsamlı yaklaşımları gerektirir. Dolayısıyla diyabetli çocuklara bakan ekip üyelerinin de çocuk hasta bakma konusunda deneyimli olması gerekir.
Öte yandan İstanbul’da daha önce yazdığım “abartılı hekimlik” uygulamalarının sürdüğünü, bitkilerle boy uzattığını söyleyen hekimlere bir şey yapılmadığını, televizyonlardaki sağlık programları ve sürekli gündemde tutulan hekimlerin etkisi ile ailelerin yersiz korkular ile hekim hekim dolaştıklarını görüyoruz. Aslında bazı örnekler dışında erişkin uzmanlarının çocuk hasta bakmasını da bir tür “ abartılı hekimlik” uygulaması sayabiliriz ve bütün bunların daha çok İstanbul’da olmasının tesadüf olmadığını söyleyebiliriz. Bütün bunlara karşı elimizdeki tek imkan, sade, bilimsel ve insancıl tıp pratiğini sürdürmek ve imkanlar ölçüsünde aileleri bilgilendirmek. Az sayıdaki “takıntılı” aile dışında insanlarımız bu tür hekimliğin değerini bilmekte ve işini layıkıyla yapan hekimlerin önerilerini uygulamaktadır.
Son söz olarak tekrar söyleyecek olursak 18 yaşına kadar ( 14 yaşına kadar değil!) bütün çocukların çocuk uzmanları/çocuk yan dal uzmanları tarafından görülmesi çocukların ve erişkin uzmanlarının bu konuda daha duyarlı davranması biz çocuk uzmanlarının hakkıdır.