Bazı kitaplar "Patikaların iyi yanı"nı anlatasa da (1), herkesin bir ana hayat yolu vardır. Bu yolun taşları belki çocukluğumuzda döşenir, ama bu uzun yolculuğun her aşamasında hayatımızı yeniden, yeniden yapma, zenginleştirme, geliştirme, güzelleştirme ve tökezlemelerden sonra ayağa kalkma gayreti içinde oluruz. Hayatımızın bir aşamasında, içimizde oluşan birçok şeyin, zorunlulukların, tercihlerin sonucunda bir mesleğimiz olur ve bu aşamadan sonra ise, mesleğimiz, artık ana yolun en önemli dinamiği haline gelebilir. Hiç kuşku yok ki, ana hayat yolunda yürürken, bize eşlik etmesini istediğimiz duyguların başında mutluluk gelir.
Hayatımızın ana yolu ile mesleğimiz arasındaki ilişki bir taraftan zihnimizde yanan mumun yanık tutulması, yaratıcılık, kendi gerçekleştirme ve bunların ötesinde bir "eser yaratma" ve bunu hissetmek ile ilişkilidir; öte yandan ise bu ilişki, bin bir çeşit mutluluk imkânı taşır. Bu yüzden "Güçlü Bir Yaşam İçin Öneriler" gibi kitapların yazarı Doğan Cüceloğlu, mutluluk ile "mesleğin ve yaptığın işin insan için anlamlı olup olmaması" arasında yakın bir bağ olduğunu vurgular (2), ya da "Japonların Uzun ve Mutlu Yaşama Sırrı: İkigai" gibi kitaplar, "hep meşgul kalarak mutlu olma" kavramını anlatır (3).
Bu açılardan baktığımda ben hekimliği, John Berger'den ödünç alarak söylersem "talihli bir adam olabilmek" olarak (4), daha ötesinde ise çocuk hekimi olmayı insana verilmiş büyük bir armağan olarak düşünürüm. Bu yazıda kendi çocuk hekimi olma sürecimi ve çocuk hekimliğinden derlediğim bazı deneyimleri paylaşmaya çalışacağım.
Ben, Kütahya Lisesi mezunuyum ve liseyi parasız yatılı okudum. Lisede, bütün parasız yatılılar gibi "çalışkan" bir öğrencilik geçirdim ve üniversite hazırlık kurslarına filan gidemeden, bir şekilde edindiğim "Tam Başarı" isimli kalınca bir kitapla üniversite sınavlarına hazırlanarak, bir köy çocuğu olarak 1976 yılında hayat beni Hacettepe Tıp Fakültesi'ne getirdi. Babamla, Hacettepe Tıp Fakültesi'nin Sıhhiye semtindeki kampüsünden içeri girerken, hala aynı şekilde duran ve üzerinde "Hacettepe Tıp Merkezi" yazan panoyu uzun uzun incelediğimi, üzerinde yazan "Hemşirelik Yüksek Okulu, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Çocuk Gelişimi Bölümü, Eczacılık Fakültesi, Diş Hekimliği Fakültesi" gibi isimleri tek tek okuduğunu hatırlıyorum. Bu yazılardan, sadece tıp fakültesine gelmediğimi, sonradan öğrendiğim üzere İhsan Doğramacının 1960'ların başında ülkemiz tıbbını biçimlendirme vizyonu ile kurulmuş bir eğitim merkezine geldiğimi anlamıştım. Öğrenciliğimin bir kısmı, 1980 öncesinin zor koşullarında geçti ama Hacettepe Tıp Fakültesi'ndeki çok yüksek nitelikli eğitimin hem kişiliğimin hem de hekimliğin biçimlenmesinde paha biçilmez bir yeri olduğunu düşünürüm.
Çocuk hekimi olmaya karar verme sürecimde sanırım beni iki şey çok etkiledi. Bunlardan ilki, Hacettepe Tıp Pediatri Stajı ve intörnlüğüdür. Hacettepe Çocuk Hastanesi'nin çocuklar, asistanlar ve her biri bakımlı, çoşkulu ve mutlu hocaları ile dolu mekanları beni çocuk hekimi olmaya yöneltti. Özellikle de 8.kattaki toplantılardaki tartışmalarda hekimlikten mutlu olma ve kendimi yüksek düzeyde gerçekleştirme imkanını hissettiğimi söyleyebilirim. İkincisi ve belki daha önemlisi ise Hacettepe Toplum Hekimliği Enstitüsüne bağlı olarak hizmet veren Etimesgut Bölge Hastanesi'nde Dönem 5'te yaptığımız pediatri stajında karşılaştığım Dr. Ufuk Beyazovadır. Sonraki yıllarda ülkemizdeki sosyal pediatri bilimin ilerlemesinde çok önemli katkıları olacak Prof.Dr. Ufuk Beyazova, o zaman genç bir doçentti ve hastanenin çocuklar ile dolu odasında hastalarına bakıyordu ve bizleri de eğitiyordu. Onun sayesinde onlarca solunum sıkıntısı ile gelen bebeğin sırtlarını dinleyip "krepitan ralleri" duyduk, sonra akciğer filmlerine beraber bakıp "pnömeni-zatürre" (o zamanlar ne çok pnömeni ile gelen çocuk vardı) tanısı koyduk. Şimdi düşündüğümde ben, onun hep bilgili, sabırlı ve güleryüzlü halinde daha sonra kitaplarda okuyacağım, "Sashall'ın iyi bir doktor sayılmasının sebebi, hastanın aklındaki somut ama tam formüle edilmemiş kardeşlik duygusunu karşılayan bir tutum içinde olmasıdır. Doktor onları tanır. Onu başarılı kılan hastalarını tanımaya çalışan bir adamın bitmek tükenmez iradesidir" (4) satırlarında dile gelen iyi hekimliği görmüş ve bundan çok etkilenmiştim.
Okulu bitirdikten sonra zorunlu hizmet için Adıyaman'a gittim. Orada, hayatı değiştirmekle hekimlik arasındaki bağı ve eğer bu dünyada kendimi bir şeye adayacaksam, bunun çocuklar olması gerektiğini çok güçlü bir şekilde hissettim ve çocuk hekimi olma kararımı kesinleştirdim.
Çocuk hekimi olmaya karar verdikten sonra ilk hedefim Hacettepe Tıp Pediatri'yi kazanmak ve Hacettepe Çocuk Hastanesi'nde ihtisas yapmaktı. Bunun için var gücümle çalıştım ve Hacettepe Pediatri'nin üç aşamalı sınavını kazandım. Bu sınavları kazanmak, hayatımdaki önemli bir aşamaydı ve artık zorunlu hizmetimin bitirip, ihtisasa başlamayı beklemeye başladım. Günler, aylar geçmiş, zorunlu hizmetim bitmiş ama bir türlü Hacettepe'ye başlama yazım gelmemişti; içimde bir aksilik olduğu duygusu vardı ama ben yine de bekliyordum. Sonunda şimdilerde de birçok yetenekli insanın yolunun kesilmesine neden olan "güvenlik soruşturması" engeline takıldığımı büyük üzüntü ile öğrendim ve Hacettepe Tıp Pediatriye başlayamadım. Bu haksızlık beni ve İmran Özalp gibi yakın olduğum hocalarımı üzmüştü ama ben yılmadan, bu kez "Devlet İhtisas Sınavını" kazanıp, Ankara Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi'nde ihtisas yapmaya başladım.
Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi, yanında Altındağ Tiyatrosu ve Zübeyde Hanım Doğum Evi ile beraber, Ankara'nın ve Cumhuriyetin güzel kurumlarından birisiydi ve Anadolu'ya ve yoksullara hizmet veren ve çok çok fazla vaka görme imkânı olan bir hastanede, özgürlükçü bir ortamda eğitim gördüm. Tabi Hacettepe'deki arkadaşlarım aracılığıyla Hacettepe ile bağlarımı sürdürdüm, örneğin Hacettepe Pediatri'de baş asistan olan arkadaşım Dr. Ali Süha Çalıkoğlu aracılığıyla "başasistan vizitleri"ne ara sıra kaltılma imkânı buldum. O dönemde "Pediatric Clinics of North America"yı keşfetmemiz eğitimimde önemli bir rol oynadı; o yeşil kaplı dergideki makaleleri çoşku ve öğrenme tutkusu ile okuyarak kendimizi yetiştirdik diyebilirim.
Önce çocuk hekimi, daha sonra çocuk endokrinolojisi uzmanı olarak çalışırken "bilimsel/insancıl ve arkadaşça bir hekimlik" yapmaya ve «Hiçbir çalışma ya da araştırma akademik egzersiz için yapılmamalı, sonuçta mutlaka ülkeye bir yararı olmalıdır» diyen sevgili hocamız Prof.Dr. Nusret Fişek'in yolundan gitmeye çalıştım. Öte yandan hekimliğimizde edebiyatın ve şiirin etkisi hep sürdü ve Ceyhun Atuf Kansu gibi çalıştığı yerleri bir "halk polikliğine" çeviren çocuk hekimi şairlerden ayrıca etkilendim. Hayatımın bir döneminde Amerikalı çocuk hekimi Benjamin Spock ile karşılaştım ve "her bebeğin bağımsız bir birey olduğunu benimseten ve mama saatleri veya tuvalet eğitimi kuralları gibi katı kuralların terk edilmesinin sağlayan bir eğitimci" olan ve savaşlara ve ekonomik eşitsizliklere karşı çıkmadan çocuk sağlığın korunamayacağını anlatan bu hekime kendimi hep yakın hissettim.
Belki bütün bu etkilerle, bir taraftan bir klinisyen olarak çocuklara hizmet verirken, diğer taraftan, konjenial hiptoridizm tarama programı pilot projesi, Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi'nin yayına başlaması, yoksulluk ve çocuklar üzerine etkileri konusunun gündem yapılması, D vitamini eksikliğinin önlenmesi programı Arkadaşım Diyabet Programı, Diyabet kampları ve Diyabetli çocukların hakları için mücadele, Okulda Diyabet Programı, Obezitenin önlenmesi ve okul kantinleri genelgesinin yayınlanması gibi konularda azimle çalışarak topluma hizmet etmeye çalıştım.
Son beş yıldır, güzel bir ekiple İstanbul'da Koç Üniversitesi Hastanesi'nde çalışıyorum. Her sabah 8'de hasta bakmaya başlıyorum. Sabah odama gelmek beni mutlu eder. Her hastaya yaklaşık 45 dakika vakit ayırıyorum. İşim bitmeden, randevu saati gelse bile başka bir hasta almıyorum (zaman darlığından hızlanmıyorum). Çocuklarla arkadaş olmak, onlarla konuşmak, sevmek, gözlerine bakmak beni hep mutlu eder. Onları muayene etmek, onlarla konuşmanın bir parçasıdır ve bir kitabımın isminde yazdığı gibi "kendimi tedavinin bir parçası" yapmaya çalışırım (5). Temel ilkelerim gereksiz ilaç kullanmaktan kaçınmak, rakamlar yerine hastayı tedavi etmek, hastalarımla arama parayla ilgili bir şeyin girmemesidir. İlk kez gördüğüm diyabetli çocukların ailelerine temel önerilerimi yazdığım bir «order/tedavi planı» nı yazılı olarak veririm. Her aileye cep telefonumu veririm ve böylece onların kendilerini güvende hissetmelerini sağlamaya çalışırım.
Geriye dönüp baktığımda hayatımın ana yolunda, çocuk hekimi olmamın ve onlarla her gün zaman geçirmemin en önemli dayanağım ve mutluluk kaynağım olduğunu görüyorum. Öte yandan ise, bütün yaptıklarımı "bir eser yaratma" çabası olarak görüyorum ve buna ayrı bir değer veriyorum. Bütün bunların armağanı ise, geçenlerde Antalya'dan gelen Zehra Metin'in "Çocukların en iyi dostu Şükrü hoca" satırları ile başlayan bir mektubu gibi, çocuklardan yansıyan o güçlü ışık olur ve bu hepimize yeter.
Kaynaklar
Prof.Dr. Şükrü HatunKoç Üniversitesi Tıp Fakültesi