Üç yıl önce, 60 yaşımı bitirdiğim gün, bir toplantı için gittiğim Mardin’de bir otel odasında Mezopotamya ovasına bakarak, “Altı on yılım” başlığı ile hayatımı özetlediğim bir metin yazmıştım. O yazıda, İnsanın yaşamını on yıllık dönemler halinde anlamasının, anlatmasının mümkün olduğu, her on yılda belirleyici olaylar, hayat adımları, gelişmeler olduğu üzerinde durmuş ve yazıyı “Hiç kuşkusuz söylenecek çok şey var ama bu özetin hayatımın ana akışını yansıttığını düşünüyorum. Bundan sonra da eskisi gibi yaşamayı umut ediyorum; belki biraz daha sakin ve huzurlu olmayı başarmam lazım. İyi zamanlar için bir kez daha başta Nazife ve çocuklarım olmak üzere hayatımın kesiştiği insanlara teşekkür ediyorum” cümlesi ile bitirmiştim. Şimdi, hayatımın yedinci on yılı içinde ilerlerken, belirleyici olayın “dede” olmam olduğunu söyleyebilirim.
Dünya’ya bir bebek geldiğinde, doğumhanedeki ilk anlardan itibaren her yeri sevinç kaplar ve sonra da bu sevinç bulutu dalga dalga herkesi içine alır. Ben de zaman zaman Kardelen’in bebek sahibi olup olmayacağını düşünürken, tam da bunu, yani, bu sevinç duygusu ve anneliğin getireceği yaşam zenginliğini aklımdan geçiriyordum. İki çocuk babası ve çocuk hekimi olarak, kendi kızlarıma, onbinlerce bebeğe, çocuğa gözlerine bakacak yakın olmuştum ve onlardan yayılan mutluluk ışığını biliyordum ama dede olduğumda, Mavi’yi ilk gördüğümde, onu güldürdüğümde, omzumda uyuttuğumda, bebek arabasının arkasında onu parka götürdüğümde neler hissedeceğimi bilmiyordum. Gerçi birçok kişi beni diyabetli çocukların “dedesi” olarak görür ve ben de onlarla yakınlığımı bilirim ama şimdi gerçekten “dede” olunca yaşamımda yeni ve büyük bir pencere açıldığını söyleyebilirim ilk olarak. Tabi önce insan kızını, bebeğin annesini düşünüyor, yani kalbi onunla atmaya başlıyor; doğumu sorunsuz geçecek mi, canı ne kadar yanacak, bebeği tam olarak sağlıklı doğacak mı, anneliği nasıl olacak gibi düşünceler alıyor önceliği. Bebek doğduktan sonra ise, insanın içinde engin bir denize bakar gibi bir ferahlık oluyor ve bu kez açılan bu yeni yola koyulma duyguları belirmeye başlıyor. Mavi, Hollanda’da Utrecht’de doğduğu ve onu 5 haftalık olduğunda görebildiğim için ilk haftalardaki duygularımın biraz “soyut” olduğunu söyleyebilirim; önce “Dört kişiydik, Nazifeciğimizi yitirince üç kalmıştık, şimdi Mavi gelince tekrar dört olduk” diye düşündüm. Yani ancak bir insanla olabilecek “tamamlanma” duygusu hissettim.
Beş hafta sonra Mavi’yi ilk gördüğüm ve onu kucağıma aldığım anda beni şaşırtacak kadar hızla içine alan bir kavuşma sevinci yaşadım. Ben insanlar arasında sadece sözlerle, gözlerle bir konuşma olmadığını, genlerin/ hücrelerin de içinde olduğu daha derin bir iletişim olduğuna inanırım. Mavi melez ve birçok insanın genini taşıyor; kızlarımla ve Mavi ile buluşunca aslında birçok insanla da buluşmanın mutluluğunu yaşadığımı söyleyebilirim. Bütün bu anlarda insan özlediğini, sevdiği, kendi canından/kanından olan birisi ile karşılaştığında hissediyor esas diye düşündüm. Sonra işte, onu arabasıyla parka götürdük ve ben Utrecht’in güzel parklarında “dedelik çok yakışmış pozu” verdim. Sağolsun birçok dostumuz bu sözü söylüyor ama ben ise kendimi zaman tünelinde gibi hissediyorum. Belleğimin derinlerindeki Kardelen’i, Zeynep’i parklara götürdüğüm zamanların anılarına gidiyorum ve birçok şeyi kat kat hissedip mutlu oluyorum. Yani, Mavi’yi severken, kendi çocuklarımın bebekliklerini de kapsayan bir “çok katlı sevgi” yaşadığımı söyleyebilirim. İnsanların “torun sevgisi başka” dedikleri bu olsa gerek belki; bir tür Evliya Çelebi’nin İznik’i anlatırken kurduğu “İznik’e giderseniz beşinci mevsimi yaşarsınız” cümlesinde anlattığına benzeyen, insanın daha önce bilmediği bir duygu bu.
Belki bir özet cümlesi yazacak olsam, Tanı Bora’nın her kelimenin hakkını vererek, bize bir armağan verir gibi çevirdiği Wilhem Schmid kitaplarından “Sakin Olmak” kitabının (https://iletisim.com.tr/kitap/sakin-olmak/10138) alt başlığını kullanarak “Yaşlanırken kazandığımız en güzel şeylerden birisi dede olmak” diyebilirim. Yine kitabın ana fikrini izlersek, sakin olmak ile dedelik arasında yakın bir bağ olduğunu, dedeliğin yeni bir insanla (torunla), yeni bir yolculuk imkânı olduğunu, “yaşamla barışık olmak”, “hayata şükran duygusu ile yaklaşmak” gibi erdemleri bize hatırlattığını söyleyebilirim.
İki hafta önce Mavi’yi artık 6. ayını bitirince tekrar görmeye gittim; bu kez insan yüzünde ve varoluşunda gülmenin yerini, etkisini, bu kez bir bebeğin gülmesinden yansıyan sevinç dalgasını, bebeğin gülmesindeki benzerliklerin (“gülmesi bana mı benziyor acaba” sorusunda dile gelen şeyler), arka planda işleyen genetik belirlemeleri yaşadım. Bir gün, güneş açınca Mavi ile dışarı çıktık ve yolda sıcak kakaolu süt içip Kardelen’le oradan buradan konuştuk. Mavi ile her şeyin daha güzel ve sevinçli olduğunu düşündüm güçlü bir şekilde ve hayatın o güzel akışının içinde olduğumuz için “şükür” dedim hep. Daha önce yazdığım gibi insan kızının nasıl bir annelik yapacağını, yaşamının nasıl etkileneceğini bilemiyor ve bunlarla ilgili ılımlı da olsa bir kaygı duyuyor. Bu arada söylemeliyim ki, Kardelen başarılı ve iyi annelik yapıyor; ayrıca anneliğin onun yaşamının önünü açtığını, zenginleştirdiğini, mutlu ettiğini gördüm ve bu beni çok mutlu etti.
Anneliğin özellikle ilk aylarının çok zorlayacı olabildiğini, bu dönemdeki desteklerin paha biçilmez olduğunu biliyoruz. Hollanda’da, annelere ilk 10 günde yardımcı olmak üzere eve her gün bir kadın görevli geliyor. Bu görevliler Kraamzorg (Lohusalık hemşiresi) olarak biliniyor(https://en.wikipedia.org/wiki/Kraamzorg) . Ben önce bu görevlinin, sadece emzirme eğitimi, bebek bakımı gibi konularda yardımcı olduğunu sandım ama sonra anneye ev işlerinde de yardım ettiğini, evi topladığını, kahvaltı hazırladığını öğrenince hem şaşırdım hem de bu incelikli sosyal destekten çok etkilendim. Bu görevlilerin ücretlerinin büyük kısmı sigorta tarafından karşılanıyor ve temizlik, yemek, annenin perinatolojik bakımı, bebeğin bakımı ile ilgili temel eğitim, bebeğin doğum sonrası kilo kaybını ve alımını ölçmek, emzirme ile ilgili bilgilendirmek vesaire gibi işlevleri var. Ev doğumlarında ebeye yardımcı hemşire olarak bulunuyorlar ayrıca.
Mavi 6. ayını doldurunca kreşe başladı gittiği kreş evlerine oldukça yakın ama sonra çok daha yakın bir kreşe geçecek. Evlere yakın ve ailelerin zorlanmadan ücretini karşılayabileceği kreşler de anneler için çok önemli; çünkü bu sayede işlerini kaybetmeden hayatlarını sürdürebiliyorlar ve mutlu bir şekilde annelik yapmaya devam edebiliyorlar. O yüzden İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin “Her mahalleye bir kreş” projesini çok önemli buluyorum, çocuk hekimi olarak da bu projeden ayrı bir heyecan duyuyorum ve Ekrem İmamoğlu’na çok teşekkür ediyorum(https://yuvamiz.ibb.istanbul/).
Sonuç olarak, bu öznel yanları ağır basan yazıyı “Hayat sana teşekkür ederim” yazısı olarak kabul edin ve bütün bebeklere, çocuklara güç vermeye, onların yaşamını iyileştirmek için emek vermeye devam edin.
Dr. Şükrü Hatun
Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi