Resimlere bakıyorum; ne Dr.Aynur Dağdemir’i ne de benim gibi bir tıp fakültesinin çocuk sağlığı ve hastalıkları anabilim dalının yöneticiliğini yapan eşi çocuk onkoloji hocası Prof. Dr. Ayhan Dağdemir’i hiç görmemişim daha önce. Öte yandan yüzlerine, hayatlarına, duruşlarına bakınca onları çok yakından tanıdığımı hissediyorum acı ile. Tabutunun başında ağlayan kızları, bir çoğumuzun kızı yaşında; hele arkasından “Kızım ben seni çiçek satarak okuttum. Nereye gidiyorsun?” diye ağıt yakan annesi, çocuklarına duydukları hasreti ve çektikleri meşakkatleri onların bir gün hekim olacağı sevinci ile hafifleten annelerimiz gibi ağlıyor sanki. Her şeyi yan yana koyunca ben, saldırıya uğrayanın ve acımasızca öldürülenin yalnızca Dr.Aynur Dağdemir olmadığını, onun gibi binlerce hekimin günlük hayatının özü olan iyiliğin, saflığın, insancıllığın başkaları için kendini riske atmanın ama bunların ötesinde esas kadınların saldırıya uğradığını düşünüyorum. Bundan sonra da hekimler sekreterlerini kişilik bozukluğu olan kocalarından korumak için bir adım öne çıkacaklardır belki ama bu olay, iyi olanların kötülükten korunmak için acaba adımlarıma daha çok dikkat mi etsem diye düşünmesine de neden olacaktır.
Daha önce yazmıştım ama bir kez daha tekrarlamanın sakıncası yok; her gün ağır işçi gibi zor ameliyatlara giren, ne kadar çalışsa emeğinin karşılığını alamayan, çocuklarını iyi yetiştirmek için çırpınan, en büyük mutluluğu iyileşen hastalarının ettiği bir iki iyi söz olan, arkadaşlıklarla beslenen bir hekimin aklına öldürülmek gelmez hiç bir zaman. Toplum maddi getiriler peşinde koşar ve giderek sembollerden ibaret bir yaşam sürerken ağır bir değerler erozyonu ile karşı karşıya olduğumuzun farkında değil ama bir çok hekim, başkalarına özen ve sevgi ile yaklaşan, maddi getiriler uğruna kişiliğini gözden çıkarmayan bir hayat damarını korumaya çalışıyor. Bu yüzden onca kargaşaya ve soruna rağmen bu ülkenin yine de en insancıl kalmış kurumlarının sağlık merkezleri, hastaneler olduğunu söyleyebiliriz. Ama işte, kendisini karısını kovalayan bir psikopat olarak gösteren kötülük, yüzünde masumiyet, iyilik ve çekingenlikten başka bir şey okunmayan bir kadın hekimin kalbine bıçağını saplayabiliyor. Hekimlerin, özellikle de acil servislerde, yoğun bakımlarda veya geçen haftalarda Kandıra’da olduğu gibi ücra yerlerde yalnız başına çalışan hekimlerin sonu ölümle bitmese de binlerce benzer saldırıyı savuşturarak bir ömür sürdüğünü de biliyoruz.
Günümüzde öldürücü grip salgınları yerine, önlemeye hekimlerin gücünün yetmeyeceği bir şiddet salgınının tehdidi altında insanlık. Bu nedenle de Dr.Aynur Ağdemir’in öldürülmesinin, Paris’te bir cuma akşamı bir konserin en heyecanlı anında kurşunlanarak ya da uçak bulutların üstüne çıktı artık azıcık uyuyabilirim dediği anda patlayan bombayla öldürülen insanlarla aynı zaman diliminde olmasını bu salgının belirtisi olarak sayabiliriz. Kötülük, politik ve sosyal psikopatlık, açgözlülük, kendi dediğini her ne pahasına olursa olsun yaptırma, ağır bir doyumsuzluk ve huzursuzluk, nihilizm, doğadan kopma ve vahşileşme gibi bir çok belirtisi olan bir “aşırılık çağında” iyi ve saf bireyler olarak derin bir çaresizlik içindeyiz ve kendimizi nasıl koruyabileceğimizi düşünür haldeyiz.
Sanırım Dr. Aynur Ağdemir’in yakınlarının acısını hafifletecek tek şey annelerinin iyi bir insan olduğu için öldürüldüğü ve evrende iyi insan olmaktan daha üstün bir mertebe olmadığı gerçeğidir. Biz yine de onlara sarılalım, acılarını paylaşmaya çalışalım ve sabır dileyelim.
Prof.Dr.Şükrü Hatun
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi