Son yıllarda, özellikle de İstanbul’da hekimlik yapmaya başladıktan sonra, başta ergenlik çağında olmak üzere çocukları, şimdilerde ne olacağı belli olmayan merkezi sınavlar kadar, endişeli annelerin ve onların endişesini rakamların üzerinden alevlendiren hekimlerin yorduğunu, yıprattığını gözlüyorum. Bu annelerin (ailelerin) ortak özellikleri, çocukları ile onların ruh, akıl ve bedenlerini bir tümlük içinde kuşatan, yani bir tür anne karnındaki ortamı sürdüren bir ilişki kurmak yerine, çocuklarının boy, genital tüylenme, göbek çevresindeki yağlanma, spor performansı, kanlarındaki tiroid, D vitamini, insülin gibi hormonların değerleri gibi niceliksel ve yüzeysel özelliklerini önde tutan bir tutum içinde olmaları. Tabi bunun gerisinde cep telefonlarından heyecan ve doyumsuzlukla okunan, çoğu kez abartılı ve kışkırtıcı haberlerin etkisi var.
Hep annelerden bahsettim, çünkü babalar doğaları gereği bu “gündemin” dışındalar. Bu arada annelerin endişesini yerip, babaların “cool” hallerini övdüğüm sanılmasın; birçok durumda çocukların hastalıklarının erken tanısına annelerin bu endişeli ruhlarının katkıda bulunduğunu da biliyorum. Bu annelerin bir kısmı, endişeli hallerini, daha önce yazdığım gibi, büyüme için bitkisel kürler öneren “sözde çocuk hekimleri”nin önerilerine uymaya ya da rast geldikleri titiz hekimlere hormon kullanma konusunda baskı yapmaya kadar vardırabiliyorlar. İş, endişeli anneler ile kalsa belki çocuklar bu denli etkilenmeyecek; oysa bu anneler bir şekilde rakamları tedavi eden ve ailelerin endişelerini körükleyerek hekimlik yapan uzmanları buluyorlar ve o zaman işte bitmeyen tetkikler, 3-5 kez çekilen MR’lar, dosyalanmış yığınla tahlil kağıtları ile dolaşma süreci başlıyor. Bu sürece bir aşamada iş bilir diyetisyenler, yaşam koçları, spor hocaları, köşeleri olan ünlü hekimler de dahil oluyor ve çocuklar hiçbir şey anlamadan ama ruhlarında bütün bunların bir yankısını taşıyarak, belki de ileride annelerine benzeyen, kaygılı bireyler olarak yetişiyorlar. Çocukların şu sıralar en çok ızdırap çektiklerin konuların başında “ergenliklerinin manipülasyonu” geliyor.
Endişeli anneler, çoğu zaman kendi ergenliklerini unutarak (geçenlerde Yankı Yazgan erişkinlerin dönmek istemedikleri yaşların başında ergenlik döneminin geldiğini söylemişti), çocuklarının ergenlik dönemini, başta erken ergenlik korkusu ve boy olmak üzere bir soruna dönüştürüyorlar. Çağımızda kentlerde büyüyen çocukların büyük kısmı yüksek kalorili ve hızla kan şekerini yükselten (glisemik indeksi yüksek) besinleri tüketiyorlar ve bu nedenle de en azından 6-8 yaşından itibaren fazla kilolu ve buna bağlı “hiperinsülinemik” bir yaşam sürüyorlar. Bu konuya daha önce “Tüketim Toplumu ve çocuklar” başlıklı bir yazıda değinmiştim. Bu çocuklarda (kızlar kadar erkekler de) ergenliğin bazı göstergeleri (ter kokusunda değişme, meme gelişimi, genital tüylenme) erken görülebiliyor ve ilk telaş bununla başlıyor. Büyük çoğunluğu kendi hallerine bırakılsa hiçbir sorun yaşamayacak bu çocuklara başta ergenlik ve tiroid hormonları, kemik yaşı tayini, insülin direnci incelemeleri gibi birçok tetkik yapılıyor. İşte tam bu aşamada rakamları tedavi eden hekimler devreye giriyor ve onlar örneğin kemik yaşındaki biraz ileriliği ya da biraz erkene kaymış ergenliği en kötü senaryolar ile yorumluyorlar. Son aylarda en az 8-10 anneye “kızınızın boyu en fazla 150 cm olur, önce ergenliğini durduralım; daha sonra da büyüme hormonu başlarız” ya da “Çocuğunuz baleyi bıraksın, basketbol oynasın ve yüzsün” dendiğini bizzat duydum. Bu annelerin bazılarının çocuklarında bir şey olmadığını söylediğimizde gözlerinin dolduğunu söyleyebilirim ve bu yazıyı biraz da onlardan bana kalan bu üzüntü ile yazıyorum.
Daha önce birkaç kez yazdığım gibi özellikle kızlarda meme gelişim ve genital tüylenme yaşında bir erkene kayma var ama bu durum çoğu kez boyun kısa kalması ya da erken adet görme gibi bir soruna yol açmıyor. Yine bu dönemde kemik yaşından belirgin şekilde etkilenen “Tahmini boy” hesapları ve daha fazla boy arzusunun gölgesinde, uzun süre kullanılması gereken hormonlar (önce ergenlik durdurucu, arkasında büyüme hormonu ile birlikte östrojen sentezini azaltan ilaçlar) ile ergenlik dönemini “manipüle” etmek bilimsel olarak doğru değil. Ama ne yazık ki İstanbul’da ve az sayıda da olsa Ankara’da bir tür “boy hekimliği” yapanlar var ve endişeli anneler daha önce söylediğimiz gibi bir şekilde bu hekimleri buluyorlar. Demek istediğim özellikle fazla tartılı çocuklarda başta ergenlik bulguları ve kemik yaşı olmak üzere birçok ölçüm geçici olarak yağ dokusu fazlalığından etkilenebiliyor ve bu çocuklarda rakamları tedavi etmek çoğu zaman fizyolojik süreçlerin bir sorun gibi yaşatılmasına neden olabiliyor.
Öte yandan ise, ergenlik dönemi obezite, cinsel kimlik karmaşası, Hashimato’s Tiroiditi, kolesterol yüksekliği, omurga sorunları, kazalar (geçenlerde Viaport’da Roller Coaster’a binerken omurgasında kırık olan bir kız çocuğunu klinikte izledik), depresyon, anoreksia gibi beslenme bozuklukları ya da trend olan düşük karbonhidratlı (ekmeksiz) ve glutensiz diyet uygulamaları, sigara ve madde bağımlılıkları gibi bir çok sorunun göründüğü bir dönem. Bu nedenle ve daha çok da çocukları endişeli annelerin ve rakamları tedavi eden hekimlerin kıskacından korumak için bir tür sağlam çocuk takibi gibi “Ergenlik Check Up” yaklaşımına ihtiyaç var. Bu dönemde ergenleri, hekimler, beslenme uzmanları ve psikologların en azından bir kez beraberce değerlendirmesi, fizyolojik değişimleri sorun gibi görmeden onlara eşlik etmesi ve çocukların “ergenlik yokuşunu tırmanması”na yardım etmeleri fark yaratabilir diye düşünüyorum.
Sonuç olarak endişeli anneleri bir hormon veya uzun süreli ilaçlar kullanmadan önce sakin olmaya, kesin olarak ikinci bir görüş almaya ve çocuklarını daha derin bir ilgi ile kucaklamaya çağırmak istiyorum.