"Yaşam kısa, sanat uzun, fırsat kaçıcı, deneyim aldatıcı, karar vermek zordur" Hipokrates
Yirmi yılı Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde olmak üzere, 30 yılı geçen hekimlik/akademisyenlik yaşamımın bu aşamasında Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çalışmaya başlamak üzere 16 Mayıs 2016 itibarıyla Kocaeli Üniversitesi’nde ayrıldım. Bu kararı vermek ve yeni bir yaşam kurmak üzere yola çıkmak inanın hiç kolay olmadı. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi ve İzmit’ten hiç bir negatif duygu ve düşünce taşımadan, kurumuma olan sevgi ve bağlılığımı koruyarak, tamamen yaşamımda yeni bir dönem başlatma ve İstanbul’da bir çocuk hastanesi ve bir çocuk diyabet merkezi yaratma, misyonlarımdan vazgeçmeden mesleğimi daha etkili şekilde sürdürme düşünceleri ile ayrılıyorum. Hiç kuşku yok ki son yıllarda üniversitelerin liyakat yerine “dava” dinamiklerinin egemenliğine girdiğinin farkındayım ama yine de böyle ayrılabildiğim için de kendimi şanslı sayıyorum. Bunda katkısı olan herkese çok teşekkür ederim.
Yirmi yıl önce bu şehre geldiğimizde İzmit biraz Behçet Aysan’ın şiirlerindeki gibiydi: Kocaman bir yalnızlıktır İzmit/ denize doğru gittikçe büyüyen/saçak altlarındaki sessiz yağmur/ve vardiya düdüklerinde keder. Biz de daha sonra çocuklarım ve bu şehirde kaybettiğimiz Nazifeciğimizle birlikte biraz da bu yalnızlığı azaltmaya çalıştık diyebilirim. Çocuklarım bu şehirde büyüdü, okudu, büyük deprem sonrası günleri birlikte yaşadık ve ben bu şehrin güngörmüş, iyi insanlarına, onların çocuklarına hizmet ederek, onlarla dost olarak geçirdim buradaki günlerimi.
İnsan bir ağaç gibi. Uzun süre bir yerde yaşayınca oraya binlerce kök salıyor. Ruhu, anıları, yüreği, aklı ve bunların gerisinde isimlendiremediğimiz bilinç altı dünyası ile bağlar kuruyor. Sanki insanlara hep onlarla olacağı hissi de vermiş oluyor bu yüzden. Ormandaki bazı ağaçların hep orada kalacağı hissi gibi. Zamanı gelip yolculuk hazırlıkları başlayınca, ağacı köklerinden sökmek, başka bir yara taşımak hüzünlü olduğu kadar zor ve sancılı oluyor. İnsan aklı ile değil, ruhu ile (bilinç altı ile belki) bağlanıyor, alışıyor. O zaman da ruhu aklına direniyor, uykuları da bu yüzden bölünüyor sanırım. Ben de yirmi yıldır İzmit’e ve çalıştığım kuruma bir ağaç gibi kök saldığımı, bağlandığımı hissediyorum. Şimdi şehrin günlük yaşamından ve fakültemden ayrılırken aslında yalnızca ben değil, Nazifeciğimiz ve çocuklarımın da bu şehre veda ettiğini, hep birlikte ayrıldığımızı düşünmek ayrıca üzüyor beni.
Tıp fakültesinde öğretim üyesi olmayı, öğretmenlik ve hekimlik gibi birbirini tamamlayan iki mesleğe birden sahip olmak olarak düşündüm ve öğrencilerime iyi eğitim vermekten, onlara yakın olmaktan, onlarda yankı bulmaktan her zaman mutlu oldum. Zorunlu hizmet için gittiğim Adıyaman’daki “ Ağızdan Sıvı Tedavisi ve Bebek Ölümü Hızının Azaltılması Programından” başlayarak, çalışmalarımda çocuklara öncelik verdim ve zaten daha sonra çocuk hekimi olarak zamanımın önemli bir kısmını ülkemizdeki çocukların sağlığının geliştirilmesi programlarına ayırdım. Bu bağlamda başta “Bebeklerde ve Gebe Kadınlarda D Vitamini Eksiliğinin Önlenmesi Programı” ve “ Ulusal Çocukluk Çağı Diyabet Programı” olmak üzere ülke programlarının geliştirilmesine katkıda bulundum. Bu çerçevede 1997’den beri İznik’te, 2011’den beri Diyarbakır’da düzenlediğimiz “Diyabetli Çocuk Kamplarının” mesleki ilke ve değerlerimi temsil ettiğini söyleyebilirim.
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde iyi zamanlarımın geçtiğini, iyi insanlarla topluma dönük bir hekimlik heyecanı yaşadığımı ve kendimi çoğunlukla özgür hissettiğimi ve bu sayede buraya hapsolmadan ülke çapında etkili bir akademisyen olmayı başardığımı söyleyebilirim. Bunun için başta Prof. Dr. Ayşe Sevim Gökalp olmak üzere beraber çalıştığım herkese, dekanlığım döneminde eşsiz bir arkadaşlık duygusu ile çalıştığımız Prof. Dr. Füsun Yıldız ve Prof. Dr. İlhan Tarkun’a, beni ve çocuklarımı zor zamanlarda sarıp sarmalayan, acılarımızı paylaşan dostlarıma çok teşekkür ederim. Bana güven duyarak çeşitli dönemlerde yöneticilik yapmamı sağlayanlara, özellikle de bana dekanlık yetkisi vererek yaşamımın bir dönemini güçlü bir kendini gerçekleştirme ve fakülteme hizmet etme heyecanı ile geçirmeme imkan sağlayan eski rektörümüz Prof. Dr. Sezer Şener Komsuoğlu’na ayrıca teşekkür ederim.
Burada geçirdiğim zaman boyunca insanlarla işbirliği içinde, kimseye zarar vermemeye çalışarak, iyilikle, heyecanla çalışmaya gayret gösterdim. Hiç kuşku yok ki istemeden üzdüklerim olmuştur. Onlardan af dilemek isterim. Bunun ötesinde uzun yıllardır bana güvenen ve sanki hiç bu şehirden gitmeyecekmişim izlenimi verdiğim için bana bağlanan hastalarıma, ailelerine, öğrencilerime, asistanlarıma, hastanede çalışan herkese, çalışma arkadaşlarıma yaşattığım “hayal kırıklığı”, bir tür onlara verdiğim sözü tutamamış olmaktan dolayı gerçek bir üzüntü yaşadığımın bilinmesini isterim. Herkesin kalbimdeki yerlerinin baki olduğunu ve buralara olan bağlılığımın kalıcı olduğunu söylemek isterim.
İstanbul’da yaşamaya, çalışmaya adım atarken, daha önce yazdığım gibi “değişim değeri” ne yaslanan insanların ve İncesaz’ın “Yalnızız” şarkısında anlatılan İstanbul’un (Sahiller, çay bahçeleri, denizin sesi/Adalar, yalılar, köşkler, gösteriş hepsi/Vitrinler, meydanlar, yollar, onlar da yalan/Kandırdın ah İstanbul hepimizi) beni kaygılandırdığını itiraf etmeliyim. Dilerim başarabilirim ve mutlu olabilirim. Mutlu olamazsam dönüp geleceğim yer eski fakültemdir; bu şehirdeki mütevazi yaşamıma, öğrencilerime, asistanlarıma ve hastalarıma geri dönebileceğimi bilmek bana her zaman güç verecektir.
Bundan sonra da hekim ve insan olarak eskisi gibi bana kolayca ulaşabilirsiniz.
İyi zamanlar için herkese tekrar teşekkür ederim. Benden iyi dileklerinizi esirgemeyin lütfen.